Hüseyin AYRILMAZ
Kendi deyimiyle bu meşakkatli yolun ilk desturunu çok sevdiği bab…asından almıştı. O, Kırmanc cemaatleri içinde pişti ve “ocak” kültürünün deryalarından beslendi, o yaşta İnsan-ı Kamil sırrına erdi. Baba oğul bir gün olsun Qeredereşi’de durmadılar. Çünkü Dersim’in başında dolanan kara bulutları görmüşlerdi, yavaş yavaş Dersim’in birliği bozuluyordu. Öyle ki ikrar bile ikrarını tanımıyordu. Bu durumun farkında olan baba oğul Dersim’in başında dolanan büyük felakete karşı aşiretlerin birliği için dört bir yana fikir taşıdılar…
Baba oğulun özellikle Hozat ve Ovacık aşiretleri arasında saygınlıkları tartışılmazdı.
Öyle ki toplumsal adaletin terazisinde onlar, toplumun ortak vicdanı olmuşlardı. En amansız aşiret kavgalarında onlar hep hakkaniyeti söylediler ve doğrudan yana oldular. İşte bu sebepledir ki baba oğul, bu toplum nezdinde tartışmasız olarak haklı bir saygınlık kazanmışlardı…
Evet, isterseniz, Pulur’un bu İnsan-ı Kamil’i hakkında birkaç olay paylaşalım.
Fırik Dede, 1926 yılında babasıyla birlikte Erzincan’da taliplerine gider ve Beyler Köyü’nde cem tutarlar. Bir ihbar sonucu güvenlik kuvvetlerince bulundukları ev basılır. Baba oğul gözaltına alınır. Bu duruma talipleri çok üzülür “biz çağırdık ve elimizle teslim ettik “ diye çalmadık kapı bırakmazlar. Derken Sağır oğlu Mustafa Bey’den yardım isterler.
Onun kefil olması sonucunda bir daha cem ayini tutmamak kaydıyla bir ay süren tutukluluğun ardından ikisi de serbest bırakılır. Baba oğul Dersim’e geri gelir. Fakat konulan yasağı çok da ciddiye almazlar ve gizli gizli cem tutmaya devam ederler.
1933 yılında Ovacık’ın Çexperi köyünde “Xızır Cemi” tutarlar. Ama cem yeri yine ihbar edilir. İkisi yakalanır Sırrı Yüzbaşı’ya teslim edilirler. Pirlerinin bu durumuna oldukça üzülen Kurno, İbrahim Sırrı Yüzbaşı’ya gider, sıkı bir pazarlığa oturur. Bu pazarlığın sonucunda on beş kilo bal, bir teneke yağ, bir kısır keçi ve yirmi kilo peyniri yüzbaşıya vererek pirlerini geri alır, ama olaylar peşini bırakmaz. Sonunda Firik Dede her yerde aranır duruma düşer.
1937’de Hozat Zankirek muhtarı olan amcası Çıla’dan Firik Dede’yi teslim etmesi istenir. Çıla bu ihaneti kabul etmeyince eşi ve çocuklarıyla birlikte kurşuna dizilir. Çıla’nın başına gelenleri duyan Firik Dede Zankirek’e koşar, belki aileden birini bulurum diye, ama nafile, sadece Çıla’nın kaynını bulur. Amcasından geriye kimsenin kalmamasına çok üzülür, ağıtlar yakar, boş konakta dövünür durur ve sonra da bir köşeye yığılır kalır.
Firik Dede bu haldeyken aynı gece “Palancı Qumas” (milis) Peyik karakoluna haber vererek Firik Dede’yi yakalatır. Yapılan üst aramasında Firik Dede’nin cebinden Seyit Rıza’ya ait bir mektup çıkar.
Seyid Rıza ceza evindedir.) Bu mektupta yazılı olan bazı deyimleri çözemezler ve ne anlama geldiğini söylemesi için de Firik Dede’ye günlerce işkence yaparlar. En çok da kime yazıldığını merak ederler, ama o inkar eder ve kendisinin de bilmediğini söyler.
Firik Dede’nin gözaltı haberi Ovacık’a ulaşır.
Bunun üzerine babası, Hozat’a gelir ve oğlunu kurtarmak ister. Derken, Baba Firik askeriyeyle ilişkileri iyi olan bazı insanları devreye koyar. Bu arada bir gelişme olur. Hozat’ta zalimliğiyle nam salmış Tacim Yüzbaşı gitmiş, yerine daha ılımlı olduğu söylenen “Şevki Yüzbaşı” gelmiştir. Şevki Yüzbaşı da bu hatırlı dostlarını kırmaz, bir süre sonra Fırik Dede’yi sürgün kafilesine dahil edilmek üzere serbest bırakır.
Herkes onları Balıkesir Dursunbey’de zannederken, baba oğul kaçarak Ovacık’a dönerler ve ölüme meydan okuyarak dervişane dolaşmaya devam ederler.
Mahmut Ağa bakar ki bunlar durmuyor, hem sürgünde görünmek hem burada olmak zaten ölüm kararı anlamına geliyor, bu iki bilgenin ölümüne gönlü razı olmaz. Sonra eski Pulur Köprüsü’ne epey bir uzaklıkta Munzur suyunun kenarında bunlara yer altında gizli bir mahzen yapar ve ikisini de oraya gizler. Bu mahzenin yerini de ailesi dahil kimseye söylemez .
Otuz sekiz biter, ama onlar 1941 yılına kadar gizli yaşamaya devam ederler.
İhanetin kol gezdiği bir ortamda kimseye görünmezler.
Sonra kaçak yaşayanlarla ilgili bir emir gelir; Bu durumda olanların haklarında her hangi bir yasal işlem yapılmayacaktır diye.
Onlar da bu vesile ile meydana çıkmış olurlar…
“ Başımıza geleni sorma oğul , bir karanlık dönemdi. Harami sofralarında yer kapma yarışına girdiğimiz gün zaten kaybetmiştik her şeyi. Cellada kılavuz olma halimizi evliyalarımız da kabul etmemişti. Kabul etmediği içindir ki bize “gidin ne haliniz varsa görün” demişlerdi…
Bil ki oğul, bütün karanlıklar kötüdür, ömrüm boyunca şafağa secde etmem bu sebepledir. Çünkü, seherin vakti ilk ışığın habercisidir ve bil ki ışıkta leke yoktur. Bilir misin oğul, toprak evlerimizin kapısı neden hep güneşe açılır?
Sence bu bir tesadüf müdür?
Unutma ki Dersim’in bütün ulu ağaçları gövdelerinde bize yer açmıştı, dağlarımızsa mazlumun sığınma eviydi. Onların kerametinden bir gün olsun şüpheye düşmedim. Ama gel gör ki her sabah kapımızın eşiğini ısıtan o yüce varlığa önce biz sırtımızı döndük, sonra da yol ve erkanı kaybettik. Unutma ki harami sofralarındaki kan lokmasını biz hazmettik, ama onlar asla hazım etmedi.
Kendi gerçeğine hep sadık kaldılar kısacası. Dersim’in tılsımını biz bozduk oğul ve bedelini de ağır ödedik, şimdi anlıyor musun neden küstüğümü?” Fırik Dede son yarım asırda ne cem tuttu ne de taliplerini gezdi.
Sanki dili lal olmuştu.
Kolay değildi, onun yaşadıklarını yaşamak; çünkü otuz sekiz, yaralarına yeni yaralar eklenmişti ve bu son hesaplaşmaya da o, bir oğul ve bir de torun vermişti.
Bundandır ki bir asırlık ömrünün son yıllarından hakka yürüdüğü güne kadar kimse onun güldüğüne tanık olmamıştı.