Nil MUTLUER
Dün yayımlanan söyleşisinde bir hükümet girişimi olduğundan kurumunun Alevi Açılımı’na hiçbir şekilde müdahale etmemeyi tercih ettiğine değinen Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Görmez söyleşisinin bugünkü kısmında dedeliğin varlığının önemi, din dersleriyle ilgili fikirleri ve Alevi meselesiyle ilgili özeleştirisini paylaşıyor. Bahsettiğimiz gibi bugün, Türkiye’de Alevilik yazı dizisinin dokuzuncu gününde, Prof. Dr. Görmez’le gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi olduğu gibi yayımlamaya devam ediyoruz.
Açıklamalarınızda Dedeliğin zayıfladığını belirterek dergâhların varlığının önemine vurgu yapıyorsunuz. Dergâhların ve cemevlerinin yasal olarak açılması bugün için mümkün değil ancak biliyoruz ki gündelik hayatta çeşitli tarikatlar, mezhepler varlığını sürdürüyor ve bir anlamda dinsel çeşitlilik pratikte yaşanıyor. Bir kısım siyasetçi ve sosyal bilimci bu çeşitliliğin yasal olarak da serbest olmasının önemine vurgu yaparken, bir kısmı bu gibi bir çeşitliliğin toplum içerisinde bölünme ve çatışma yaratacağına değiniyor. Türkiye’deki inanç hayatı üzerine çeşitli araştırmalar da yapan bir kurumun başkanı olarak siz ne düşünüyorsunuz?
Tabii ki her inanç mensubu ihtiyaçlar doğrultusunda tarihsel olarak kendi dini önderlerini var ederler. Bu varlığın teorik çerçevesi olmasa da pratik ihtiyaçlar bunu var eder. Kimi dini yapılarsa tamamen bunlar üzerine varlıklarını inşa ederler. Mesela Katoliklik ve Ortodokslukta olduğu gibi. İslâm’da Hıristiyanlık’ta olduğu gibi kutsal bir müessese olarak din adamlığı, yani ruhbanlık sınıfı yoktur. Ancak pratikte eğitici ve ihtiyaçları giderici olarak dini rehberler vardır. Farklı inanışlar, farklı yorumlar, farklı anlayışlar veya farklı şekilde kendini ifade eden yapılar, dini rehberliklere vurgu yapmışlardır. Aleviliğin varlığı için önemli olan rehberlik müessesesi hali hazırda geleneksel kalıplarla sürdürülmektedir.
Bilgi ve eğitim şart
Bugün pek çok Alevi aydınımız, dedelerin misyon ve vizyonunun bir hayli zayıf kaldığını, geleneksel birikimi taşıma konusunda dedelere düşen ağırlığın arttığını, bununla birlikte dedeleri de devre dışında bırakma arzusunda olan bir takım yapılanmaların sonuç almaya yönelik pozisyonlar peşinde olduklarını vurgulamaktadırlar. Bu tespitlere katıldığımızı ifade etmek isteriz. Modernleşen şehir hayatında Alevi vatandaşlarımızın bu husustaki ihtiyaçlarını nasıl giderileceği konusu yeni formlarla ortaya konulmalıdır. Bu müessese meşruiyetini bir soya bağlılıktan alsa da bu rehberliğin bilgi ve eğitim olmadan gerçekleşemeyeceği aşikârdır.
‘Kâinat dergâhtır’
Bugün tarihimizde önemli yerleri olsa da kapatılan bazı müesseseler üzerinden yeniden ideolojik tartışmalar başlatmayı doğru bulmadığımı ifade etmek isterim. İsimlere takılmamak lâzım. Mühim olan bugünün ihtiyaçlarına cevap verecek müesseseler oluşturmaktır yahut söz konusu müesseseleri güncellemektir. Bizim ortak inancımız, ortak düşüncemiz, ortak değerlerimiz, ortak kültürümüz, ortak medeniyetimiz bütün bunların üstesinden gelebilecek kudrettedir. Dergâhlar kapatılınca Galata Mevlevihanesi’nin son dedesi Celalettin Baykara Dede meşhur şiirinde der ki:
Seddolunmakla tekâyâ kaldırılmaz zikr-i Hak, Cümle mevcudât zâkir, kâinat dergâhtır.
Toplumun beklentisini karşılayamadığımızda…
Bir önceki soruyla bağlantılı olarak, Diyanet İşleri’nin varlığını nasıl değerlendiriyorsunuz? Açıklamalarınızda zaman zaman Diyanet İşleri’nin de, her kurumun olması gerektiği gibi, kendisine yönelik özeleştiri yapmasının önemli olduğunu belirtiyorsunuz ki, Türkiye’de bu gibi bir kültürün toplumsal ve siyasal düzeyde yerleşmesinin sorunları anlamlı bir şekilde çözmek için önemli olduğu aşikâr. Sizin kurum olarak ne gibi özeleştirileriniz var?
Diyanet İşleri Başkanlığı, tarihi tecrübemizin devamı olarak kurulan ve kamu hizmeti sunan bir kurumdur. Temsil kurumu değil, hizmet kurumudur. Hizmet sunarken vatandaşlar arasında herhangi bir ayrım yapmaz. Her kesime hizmet götürür. Bir mezhep kalıbı içerisinde değil; bütün vatandaşları kuşatma çabası içerisinde hizmetlerini yürütür. İslâm dininin iman, ibadet ve ahlâk ile ilgili işlerini yürütmek, toplumu din konusunda aydınlatmak, her türlü siyasi düşünüşün dışında kalarak milletçe dayanışmayı sağlamak, yasaların Diyanet İşleri Başkanlığına verdiği temel görevlerdir.
Diyanet’in dini anlamda herhangi bir kutsallığı yoktur. Meşruiyetini kanunlardan, yaptığı hizmetlerden ve toplum vicdanından alır. Kilise gibi bir kutsallığı olmadığı için elbette eleştiriye açıktır. Hizmet üreten bir kurumun eleştiriye kapalı olması söz konusu olamaz. Eleştiri, hizmetin verimliliğini artırır ve dinamizm sağlar. Bu itibarla Diyanet’i eleştirilmez bir kurum olarak görmek, Diyanet’i statükonun bir parçası olarak görmek demektir.
Diyanet hep yenileniyor
Diyanet her dönemde kendini gözden geçirerek yenilemiştir. Bugün de bu yenilenme süreci devam etmektedir. Biz sürekli kendimizi özeleştiriye tabi tutuyoruz. Bizim en önemli özeleştirimiz toplumun bize yüklediği misyona göre hizmet üretmede toplumun beklentisine tam anlamıyla cevap verip verememekle ilgilidir. Toplumun talepleri sürekli bizim önümüzdedir. Omuzlarımızda ağır bir yükün bulunduğunun farkındayız. Bu nedenle Cenab-ı Allah’tan niyazımız, bu ağır mesuliyeti ve yükü taşıma noktasında bizlere güç, kuvvet ve imkân vermesidir.
Kurum olarak ne gibi özeleştirileriniz var sorunuza sadece bir cevap verecek olursam ben şahsen her cuma 20-25 milyon insana hitap eden bir kurumun Başkanı olarak mesela bu ülkede hala bir Alevi vatandaşımız sırf Alevi olduğu için bir ayrımcılığa tabi tutulursa, insan hak ve hürriyetlerinde bu inancından dolayı bir kısıtlama yapılırsa, Sünni-Alevi husumetinden söz edilirse, toplumu din konusunda aydınlatmakla görevli olan bir kurumun Başkanı olarak kusurlarımızın olduğunu kabul ederim.
Din dersi önyargıları kaldırabilir
Din dersleri kalkmadı ancak, seçmeli oldu ve içeriğine Alevilik ile ilgili bir bölüm yerleştirildi. Dersler seçmeli statüsünde olsa da pratikte bazen başka ders olmadığından, bazen müdürlerin yöneltici uygulamalarından öğrencilerin seçmek zorunda oldukları dersler olduğunu biliyoruz. Bu bağlamda, derslerin içeriğindeki Alevilerle ilgili yazılan bölümü ve din derslerinin zorunluluk olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sünniler açısından dersler tatminkâr mı?
Aslında bir dine inanmak kalple ilgili ve gönüllü bir tercihtir. Yani seçiminizi yaparak bir dine mensup olursunuz. Ya da bir toplum içinde hayata göz açan bir birey olarak o toplumun inançlarını benimsersiniz. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin zorunlu olması ayrı bir şeydir. Din eğitiminin zorunlu olması ise apayrı bir şeydir.
Zorunlu din dersleri pek çokları için bir dayatma gibi anlaşılıp yorumlanmaya müsait bir çerçevede dile getirilse de müfredat itibariyle daha çok vatandaşlık bağlamında ve genel kültür çerçevesinde olup tarih ve coğrafya dersi mesabesindedir. Bu dersin müfredatında ihtiyaçlara, taleplere, çağın gelişen ve değişen şartlarına göre tüm dinleri, mezhepleri, bir dinin içindeki inanış ve yorum biçimlerini de içeren düzenlemeler yapılabilir. Bu anlamda müfredatın zenginleştirilmesi elbette önemlidir.
Müfredatı iyi belirlenirse…
Bugün için bilgi düzeyinde din dersinin yeterli olup olmaması tartışmaya açık bir konudur. Bu tartışmalar neticesinde müfredatı düzenleyenler bunu değerlendirmelidir. Zorunlu din dersi müfredatı hiç kimsenin din eğitimi ihtiyacını giderecek mahiyette olmadığı için son düzenlemeyle din eğitimi ihtiyacı seçmeli formatta vatandaşımızın önünde bir seçenek olarak durmaktadır. Bu bağlamda Alevi vatandaşlarımız dâhil herkesin bu imkânı değerlendirmesi önem arz etmektedir. Ayrıca seçmeli din dersi çok önemli fonksiyonları da icra edebilir. Bu dersin müfredatı iyi belirlenirse cehaleti ve ön yargıları ortadan kaldırabilir. Farklı inanç gruplarını birbirine daha da yakınlaştırabilir. Zira bu coğrafyada din cahili olmanın kabul edilebilir hiçbir tarafı yoktur.
Sünniler de, Aleviler de, Şiiler de, Caferiler de sonuçta aynı dinin mensupları oldukları; ortak inanç, değer ve uygulamalardaki ittifaklar ihtilaflardan daha büyük kısmı oluşturduğu için, ortak noktaları öğrenmek, insanları birbirine daha çok yakınlaştırır ve kaynaştırır.
Kavramsal düzeyde bir Din Kültürü dersi olmadan bırakın bu toplumun tarihini, kültürünü, medeniyeti anlamayı; türkülerini, şarkılarını, nefeslerini bile anlamak mümkün değildir. Mevlana’yı, Hacı Bektaş-ı Veli’yi, Yunus Emre’yi, Pir Sultan Abdal’ı, Abdal Musa’yı, Kaygusuz Abdal’ı anlamak imkânına sahip olamayız.
Hükümetin bazı konularda Diyanet kurumunun görüşünüzü sorması çeşitli önyargılara neden oldu. Siz de açıkça görüş bildirdiğinizi, ancak bu görüşlerin siyasi bir bağlayıcılığı olmadığını söylediniz. Görüş bildirirken de devletin bir kurumu olarak görevinizi yerine getirdiğinizi belirttiniz ve bununla yükümlü olduğunuz da malum. Ancak, diğer dinler için böyle bir uygulama olmazken bu uygulamanın toplumun çoğunluğunu da oluştursa sadece bir kesim için yapılıyor olmasının bir önyargıya neden olacağını düşünüyor musunuz? Açıklamalarınızda hassas dengeyi gözettiniz, hatta Diyanet’e bu anlamda farklı bir kimlik kazandırdınız. Hassasiyetinize rağmen bu gibi birayrımcılık hissini engellemek için nasıl bir yöntem izlenmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Siyaset üstü noktadayız
Devlet kurumlarının, birimlerinin, hükümet yetkililerinin Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan dini bir konuda görüş istemesi son derece tabii karşılanması gereken bir durumdur. Özellikle ifade edeyim ki Diyanet İşleri Başkanlığı’nın siyaset üstü/dışı duruşu kurumsallaşmıştır. Ortaya koyduğumuz görüşler, savunduğumuz ilke ve doğrular siyasi arenada karşılık bulabilir, kimi yaklaşımlarımızla mutabık siyasi söylemler söz konusu edilebilir; ancak bizi bağlayan, her türlü siyasi görüşün dışında kalmaya özen göstermektir. Kurumun itibarına gölge düşürmemektir. Halkımızın yüksek inanç ve sadakatle destek verdiği bir kurumun sorumluluklarını müdrik bir şekilde hareket etmektir.
Başkanlığımız kendisinden görüş istendiğinde sadece bir mezhebin görüşleri doğrultusunda değil; İslâm dininin esasları çerçevesinde, sahih bilgiye dayalı, bütün ekollerin görüşlerini etraflı bir şekilde inceleyerek, ihtiyaçları göz önünde bulundurarak, her türlü ilmî ve akademik araştırmayı dikkate alarak, ülkemizdeki ilahiyat birikimi ile kendi kurumsal tecrübesini birleştirerek, dünyadaki gelişmeleri yakından takip ederek doğru bilgiye ulaştıktan sonra görüşlerini ortaya koymakta ve kamuoyu ile paylaşmaktadır. Başkanlığımız böyle bir usul ve yöntemi takip ederek hizmet üretmektedir.
Her inanışı inceliyoruz
Bu noktada bir hususu daha ifade etmek istiyorum. Bizim her dini, her mezhebi, yine bir dinin içindeki her inanış ve yorum biçimini, söz konusu dinin, mezhebin ve inanışın tarihine, kültürüne ve sahih kaynaklarına göre inceleyen ve araştıran uzmanlarımız vardır. Bu yetmediği takdirde ülkemizin akademik birikimine müracaat ederiz. Ancak bu görüşümüzün hukuki bir bağlayıcılığının olmadığını da herkes bilir.
Nitekim Diyanet İşleri Başkanlığı, tarihte ilk defa Alevi ve Bektaşiliğin karşı karşıya kaldığı en büyük tehlike olan referans kaybını önlemek için Anadolu’da ve Balkanlar’da kütüphanelerin tozlu rafları arasında bekleyen temel klasiklerini bulup yayınlamaya başlamıştır. Bu klasiklerin bazıları bugüne kadar beşer-onar baskı yaparak toplumun hizmetine sunulmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bu doğrultuda yapılan çalışmaları önemsediğimizi ve bu serinin devam edeceğini ifade etmek istiyorum. Çok teşekkür ediyorum.