Kürt sorununun “Barışçıl demokratik çözümü” yakıcı bir şekilde gündeme gelmişken bir kere daha gördük ki, Türkiye’de sistemin inkarcılığından ve ırkçı politikalarından kaynaklanan sorunlar ne kadar da iç içeymiş! Adeta bir zincirin halkaları gibi! Birinci halkayı çekince diğerleri peşi sıra geliyor. Neden? Çünkü sorunların kaynağı ve sebebi aynı dolayısıyla çözümü de ortak olmalıdır. Sorunların ve çözümün doğasında öylesine ortaklık var ki, birinin çözümü diğer sorunun reel durumunu direk etkiliyor. İşte bu nedenledir ki; şu anda Kürt sorununun çözümü gündeme gelmişken, tüm yalınlığı ile Alevi sorunu da tartışılıyor!..
Nedir Alevi sorunu? “Bir mezhep sorunu” değildir. “Cem evlerinin yasal güvenceye kavuşturulması, zorunlu din dersinin kaldırılması” kapsamında tartışılacak kadar dar bir sorun da değildir. Alevi sorunu daha büyük, “Makro politik” bir sorundur. Alevi sorunu gündeme geldiğinde asıl tartışma devletin yapısal sorunu ve bunun topluma sirayet etmiş halidir. Şerif Mardin Hoca’dan devşirilen “Mahalle baskısı” belirlemesi durumu dolambaçlı tanımlayan bir sözdür. Oysa “Mahalle baskısı” gücünü ve cesaretini devletten, devletin yapısallığından almaktadır.Cumhuriyet tarihindeki (Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemi soykırımları bizzat devlet eliyle yapılmıştır) tüm Alevi katliamları devletin öncülüğünde, denetiminde ve organizasyonunda olmuştur. Neden devlet Aleviliğe bu kadar düşmandır? Çünkü Alevilik, devletin tekçi, katı merkeziyetçi, dinleri çıkarlarına alet eden yapısına aykırıdır. Alevilik, sosyal, siyasal, ekonomik durumu da gözeten, düzenleyen bir inançtır. Alevilik için kullanılan “Kültür” kavramı bir ayrıcalık atfediyor gibi görünse de özünde pozitivist bakışın ürünüdür. Çünkü Alevi inancının da tüm din ve inançlar gibi süreçleri/sürekleri vardır. Alevilikte dikey örgütlenme yerine yatay ve toplumsal bir örgütlenme vardır. Bu örgütlenmenin adı ocaktır. Cumhuriyetin arifesinde Koçgiri soykırımı Alevilikteki yatay/toplumcu örgütlenmeyi kırmak ve katı merkeziyetçi, tek tip devleti örgütlemek için yapılmıştır. Kaldı ki İttihatçı zihniyetin güncellenmiş konsepti içinde bir taşla “İki kuş vurulmuş” Koçgiri ve Dersim’de Kürt/Alevilere soykırıma yapılmıştır. Osmanlı marifetiyle Türkmen Aleviler zaten bastırılmış, susturulmuş ve soykırıma uğramıştır. Günümüzde yaşanan durumun cevabı şu sorularda gizlidir! İttihat ve Terakki hareketi neden Aleviliği bu derece önemsedi? Mustafa Kemal, Sivas’tan Ankara’ya gelirken neden Hacıbektaş’a uğrama ihtiyacı duydu? “Laiklik” diye bize yutturulan vaka neden Alevi toplumu üzerinden inşa edildi? “Laiklik” denen yutturmaca “İslam” adı altında bir devlet dini örgütledi, neden Türk/Kürt aydınları, devrimci demokratları bu gerçeğin üzerine gitmiyor? Devlette Diyanet İşleri Başkanlığı kadar güçlü ve köklü bir kurum var mıdır? DİB ordudan bile güçlüdür! DİB Türkiye’deki etnik ve inançsal asimilasyonun sorumlusu değil midir? DİB sadece Türkiye ölçeğinde değil tüm dünyada “Misyonerlik görevi yürüten” bir devlet kurumuyken bu durum neden ciddiye alınmaz? Alevi sorununun Cumhuriyete dair bölümünü (Öncesi de çok önemli!) anlamak için; 1826 II. Mahmut dönemi, İttihat ve Terakki dönemi, M. Kemal’in Hacıbektaş’a gidişi, Koçgiri soykırımı, TBMM’nin açılışı (Mustafa Kemal Hacıbektaş’ta ziyaret ettiği dönemin postnişini Cemalettin Çelebi’yi BMM Başkan yardımcısı olarak atamıştır.) Tekke ve Zaviyeler Kanunu (Aleviliği yasaklayan kanundur! Ve bu gün “Devrim yasası” adıyla 1982 Anayasasının koruması altındadır!) DİB’in kuruluşu (Osmanlı’daki Şeyhül İslamlığın devşirilmesidir! Şeyhül İslamlık da Osmanlı’nın Bizans Patrikhane’sinin taklididir.) Dersim soykırımı… Pir Seyit Rıza (Aşk olsun piri piran!) Ali Şer, Zarife Ana… Sonrasında derin bir sessizlik! “Milli şef” döneminin jandarma zulmü, cemlerin basılması, dedelerin, pirlerin yerlerde sürüklenmesi, sakallarının yolunması! DP dönemi ve Alevilerin neredeyse tamamına yakınının DP’ye oy vermesi! 1960’lı yıllar… Sosyalist gençlik hareketi ve bu hareketin öncüsü olup “Aleviliği aştık! Dinle gericilikle işimiz yok!” diyen devrimci, sosyalist değerlerimiz! 1970’li yıllarla birlikte CHP’ye yönelen Aleviler! 70’li yılların Soykırımları… Maraş (Koçgiri ve Dersim soykırımının güncellenmiş halidir! Henüz doğmakta olan Kürt Siyasal hareketine gözdağı, 12 Eylül faşizmi tarafından güncellenecek olan “Tek kimlik” soykırımıdır) Sivas (4 Eylül 1978), Malatya (Bir çocuk olarak içinde bulundum ve yaşadım!) Çorum (Fırına atılarak katledilen Veli Dede… Bu katliamların tamamı 1235/40 tarihinde Hak ve hakikat aşkına yol yürüyen ve Hak için Hakka Yürüyen Baba İshak/Baba İlyas’ın yürüdüğü güzergahta olmuştur. Bu bir tesadüf müdür?) 12 Eylül faşizmi… 2 Temmuz 1993 Madımak katliamı (Koçgiri katliamı güncellenmiştir!) Gazi, Ümraniye katliamları ve sonrasında “Türk/İslam, Ilımlı İslam” kuşatması ile nihai asimilasyon projesi!!! Gelelim “Aleviler barış karşıtı!” lafzına… Bu topraklarda barıştan söz edilecekse barışın serencamı Aleviliktir. Tarihe bir yolculuk yapınız! Canlar canı Kürt Aleviler ve aydınlar… Baba Taher Üryan’ı tanıyor musunuz? Ahmedê Xanî (aşk olsun ona 1650/1707) yıllarında Kürtçe yazarken Baba Taher Hemedani (937/1010) yıllarında Kürtçe deyiş yazmıştı! Canlar canı Türk Aleviler… İlim, irfan, edep, haya ve aşk ummanı Yunus Emre, Hünkar Hacıbektaş (Aşkı niyaz olsun onlara) barışın tüm zamanlardaki ermişleridir. Canlar canı örgütlü kadınlar. Kadıncık Ana’yı, Zarife Anayı, Alevi Kadın Hak Aşıklarını da görünüz! Ortadoğu barışı için semavi dinlerdeki “Asrısaadet” dönemi ve Üç Peygamberin mirası elbette ki değerlidir. Eyvallah! Lakin söz konusu Türkiye’nin toplumsal barışı ise bu barışın dili Yunus Emre, Hünkar Hacıbektaş, Şeyh Bedrettin, Şah Kalender Çelebi, Pir Sultan Abdal, Pir Seyit Rıza, Baba Taher Üryan… Gibi erenler, evliyalar, ulular, veliler ve Hak Aşıklarının dilidir! Evet “Alevisiz barış olmaz!” Çünkü Aleviler Laik, Demokratik Türkiye ve eşit yurttaşlık mücadelesinin öznesidir. Alevilerin “Kaygısı” şudur; “Barış süreci” Laik, Demokratik Türkiye ve eşit yurttaşlığı getirecek mi? Tarihteki yaşanmışlıklar, trajedi, travma psikolojisi ve Türkiye’nin mevcut haleti ruhiyesi içinde anlaşılır bir durum değil mi? Yaşam bir deryadır, yürek de gemi/ Bata çıka bulur aşkı erdemi…