Daha Allah ile cihan yok iken
Biz anı varedip ilan eyledik
Hakka hiç bir layık mekan yok iken
Hanemize aldık mihman eyledik (Edip Harabi)
AKP kendi tarihini ‘tarihin sonu’sonu olarak ilan ederek, her iktidarın başvurduğu bir hileyeyi tekrarlamaya çalışmaktadır. Fakat gerçek 90 yıllık Kemalist Cumhuriyet tarihinin tüm rezevrlerini tüketmiş olup ağır ağır çatırmakta, sürekli krizlerle boğuşarak sonuna yaklaşmaktadır. Toplumla bağını yitirmiş, öz itibariyle anlamsızlaşmıştır. Devlet tam bir yol ayrımıyla karşı karşıya gelmiş: Türkiye’nin kuruluş aşamasında oluşturulan anti-Kürt, Alevi, Komünist ayrışımı büyük bir çıkmazın içinde bulunmaktadır. Zaten cumhuriyetinin son otuz yılı bu çıkmaz içinde debelenmekle geçmistir. Yaşanan sadece ‘Savaş’ değil, aynı zamanda Toplumsal değerlerin ayrışması ve yozlaşmasıydı. Geleneksel olarak Anadolu ve Mezopotamya bütünlüğü bilinçli olarak, inkâr ve karşıtlık temelinde parçalanmıştır. Cumhuriyetin kuruluşunun ilk yıllarında dikkate alınan bu bütünlük, ne yazıkki sonraki yıllarda kendisini kötü bir sürece bırakmıştır. Bu 90 yıllık süreci devam ettirmek isteyen AKP hükümeti bunu ancak 10 yıl sürdürebilmiştir. Bu anlamıyla AKP, mevcut durumda sürdürülen, statükocu, CHP ve kemalist elitin öngördüğü devlet politikasıyla yürüyememektedir.
AKP’nin kendi dönemi demokrasiyi kendine kılıf yapan çoğu hükümetler gibi, süreci isteyerek başlattığına, bu demokratik dönüşüm sürecine öncülük yaptığına aldanmamak gerekiyor. Bu gelişmeyiAK Parti hükümetinin içinde bulunduğu bir devlet yaklaşımı olarak ele almak lazım. Barış süreciolarak adlandırılan sürecin gündeme girmesi bundandır. Soru şu; Kriz dönemlerinde devletin nasıl bir dönüşüm gerçekleştireceğidir. Bu konuda en büyük sorumluk demokrasi güçlerine düşmektedir. Bu süreçte belirleyici olan, demokrasi güçlerininpolitik taleplerini bir bütünlük etrafında kendi farkını ortaya koyabilmesidir. Süreci, yanlız bir kimliği ilgilendiren ve konuşulduğu bir süreç olarak algılamamak gerekir. Dikkat edilirse 1. Mayıs İşçi Bayramında devlet sosyalistlerin bu sürece katılmasını engelleyebilmiştir. Bu oyunları Aleviler üzerinde de yürütecektir. Devletin en büyük korkusu Demokratik bir Anayasa isteyenlerin bir araya gelerek “Demokratik bir Güç Birliği”ne varmasıdır. CHP’nin süreç karşıtlığını öyle anlamak lazım. Sürece katılması beklenen CHP, bundan birkaç ay önce mecliste talep ettiği komisyon ve önergelerle sürece hazır olduğu bir görüntü vermişti. Ancak Kürtlerin, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve demokratik çözüm için hamle yapınca tavrı da değişti. Anlaşılıyor ki çözüm ihtimali ortaya çıkınca belirli odaklar (Baykal ve Ergenekon)tarafından sert ve ırkçı bir politikaya yönlendirildi. Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanlığını sürdürmesi için böyle sert politika izlemek zorunda kalmıştır. Kuşkusuz kendisinin zihniyeti de Kürt sorununun çözümüne yatkın değildir. Ancak bugün sekter, sert ve Kürt sorununun çözümü konusunda en makul taleplere bile ihanet demesi bazı güçler tarafından rehin alındığını gösteriyor. ‘Tek bir yurtsever kalmayıncaya kadar bu ülkeyi böldürmeyiz’ demesi başka bir anlam ifade etmiyor. Bu söylemin CHP’nin en ulusalcı kesimlerinin yaklaşımı olduğu açıktır. Artık Kılıçdaroğlu, Deniz Baykal’ın, Onur Öymen’in, Birgül Ayman Güler’in Kılıçdaroğlu maskesi takmış halidir.
CHP içinde durum böyle gelişince, bunun Alevi harekâtına yansımaması mümkün değildi. Alevi harekâtının önemli bir kesimininCHP’nin etkisinde olduğunu düşününce bunu beklemek gerekiyordu. Alevi harekatı süreci anlamaya çalışsada bu boşluktan yararlanmak isteyenler tabi Alevi hareketinin bu bekleyişini suistimal edecektir.
CHP’ninde özel görüşmeler üzerinde bu sürece müdahale etmek için boş durmayacaklar, özel tetikçiler görevlendireceklerdi. Öyle de oldu; Demokratik zihniyetleri olmadığı için bu süreci de yine Demokrasi güçlerinin aleyhine anlatmaya başladılar. Kürterin, Alevilerin ve Emek cephesinin sorunu çözülmeyecek, hak elde etmeyecek, Kürtler İslami bir birliğe evet diyecek gibi, CHP’nin siyasal alanda tetikçiliğine soyundular. Şimdiye kadar Mücadele edenlerin teslim alındığını, tek direnenin gücün CHP olduğunu heryerde anlatmaya başladılar. Bunların başını son dönem Necdet Saraç çekiyor. Herkes süreci yanlış anlıyor, tek kendisinin doğru anladığını yazıyor ve söylüyor. Necdet Saraç’ın bu keskin fikirleri yeni değildir aslında. Avrupa Alevi Örgütlenmesine girdiği günden bu yana durmadan yer değiştirmesi ve hep demokrasi güçlerini suçlaması ahlakının ölçüsüdür. Bir örnek verelim; 1995 yılında Türkiye Barış Partisi gündeme geldiğinde, Barış Partisi’in kılıçdarlığına soyunmuş, kendisini uyaran tüm arkadaşlarını derneklere “bölücüler” diye suçlamış, Türkiye’ye Barış Partisi’nin Toplantısında elindeki mikrofonla Ali Haydar Veziroğlu’na övgüler düzerken, bir gün sonra Barış Partisi düşmanı olmuş, HADEP’i desteklediğini gazetelere söyleyebilmiştir. Necdet Saraç’ın bu yazdıklarına kargalar gülüyor mu bilemiyoruz ama Alevilerin çoğunun güldüğünü biliyoruz. Şunu çok net anlaması lazım.Demokrasi mücadelesini bugüne kadar, büyük bedeller ödeyerek getirenler hiçbir haklarından vazgeçmezler ama CHP’den bir Türkiye demokrasi perpektivi çıkmayacağını da bilirler.Bir parti toplantısına katılarak Milletvekili olacağına inanıyorsa, demokrasi güçlerine bu nedenle saldırıyorsa, büyük yanılgı içinde olduğunu kendisine hatırlatalım. Her seçim öncesi CHP’nin herkese gül dağıttığı bilinmeyen şey değildir.
Birde, Alevilerin eski Aleviler olmadığını bilmesini isterim. Aleviler Korkutarak, piskolojik oyunlara getirilemeyecek kadar olgunlaşmıştır. Alevi Toplumu adeta suya hasret topraklar gibi hakikata susamıştır. Bu hasret giderildikçe, toprağın yeşermesi gibi Alevi toplumuyla bütünleşilir, Alevilerle tanışmış olur. Bunu yapmadıkça evdeki hesap çarşıya uymaz. Bizden söylenmesi
Aşk ile