İŞİD, 10 Haziran’da Irak’ın 2. büyük, 2 milyon iki yüz beş bin nüfuslu Musul şehrini ele geçirdi. Önemli bir ticaret ve tarihi şehir olan Musul, dini ve azınlıklar bakımından tam bir halklar mozaiği konumundaydı. Kürtler, Araplar ve Türkmenlerin yaşadığı bu kent ne yazık ki halkların birbirine kırdırma politikalarıyla yürütülen mezhep savaşları sonucu adeta bir cehenneme dönüşmüş durumda.
Bu gelişmelerden sonra bölge çok ciddi bir tartışmaya sebep oldu. Neden Ortadoğu? Neler oluyor? Nasıl oldu da IŞİD veya El Kaide bu kadar sürede etkili oldu. İşte bu soruların cevabını vermek için Bölgeyi yakında anlamak lazım.
Yaşanan aslında bir dünya savaşı, bazı yorumlara göre 3. dünya savaşı da demek daha doğru olur. Bu savaş Ortadoğu coğrafyasında cereyan etmekte. Çünkü, Ortadoğu’ya hakim olamayan dünyaya hakim olamıyor . Hegemonyanın merkezi Ortadoğu. Burada dünyanın tüm etkili güçleri bu savaşa dahil olmuş durumda. Ortadoğu’da eski dengeler yıkılmış durumda. Yeni dengeler oluşmak zorunda. Bunun mücadelesi yaşanmakta. Bu süreçte etkili olamayanlar, geleceğe dair beklentilerinden sonuç alamayacak.
Mevcut durumda Ortadoğu’da yaşanan kriz ne kapitalizm krizi ne bölge devletlerin krizi. Kriz 5 bin yıllık “Devlet” krizidir, Toplum krizidir. Ciddi bir Devlet krizi yaşanmakta. Artık toplumlar bu devlet anlayışıyla yaşayamamaktadır. Devletin doğduğu coğrafyada bir devlet ve toplum kriziyle karşı karşıyayız.
Kapitalizm yaşanan bu sorunlara çare olamıyor. Sorunları ağırlaştırmaktan öte bitirici olmakta. Kendisiyle beraber Toplumu bitiriyor. ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik müdahalesi bunun somut örneğidir. En son Iraktaki gelişmeler bu bitişin somut örneği olarak görüle bilinir.
ABD ile başlayan Ortadoğu müdahalesi ve ardında kendisine biçilen role Doğu toplumu isyan ediyor. Toplumu bu kadar bitirmesine isyan ediyor. Onunla uyumlu olmayan toplum mühendisliğine isyan ediyor. Doğu kültürünü küçümsememek gerekiyor. El kaide-IŞİD bile mevcut durumda toplumların bu tepkisi üzerinde kendisini yaşatmakta. Ortadoğu toplumu bu kadar kendisiyle oynanmasına isyan ediyor.
Bölgeyi yakından tanıyanlar bilir. Böylesi güçler her zaman kullanılır ve yönlendirilir. Uluslararası güçler bölgede etkili olmak için ajan İslami gruplar arayışındadırlar. Ülkemiz Türkiye’de son yıllarda İslami gruplara verilen destek açık biçimde gördü ve sonuçlarını ağır biçimde yaşamak zorunda kaldı, kalıyor. AKP Hükümeti de bu istismarı en çok kullanan bir siyasal İslam’ın örgütlemesi olarak rolü oynamaya çalışıyor. Bölge ve Türkiye penceresinden bakıldığında Tarihsel-toplumu gelişimi doğru anlamadan mücadele edilmesi mümkün değil.
Dolaysıyla Ortadoğu’da kendi sosyolojisiyle uyumlu olmayan hareketlerin bölgede ciddi bir varlık göstermesi mümkün değil. Bölgede bu kadar hızda Ajan ve işbirlikçi İslam’ın yükselmesi tesadüf değil. Bunların hepsine ajan örgütleri demek eksik kalır. Kendilerini kullandırmak gibi kendilerini kullananları kullanmak gibi siyasetleri var. El Kaide-IŞİD-Hizbullah bunun somut örnekleri. En son Mısır’da İhvan hareketi tam işbirlikçi pozisyona girmediğinden dolayı çatışma çıkartı. Bunlar uluslararası ve yerel gerici ülkelerin desteğini almadan bu kadar büyümeleri mümkün değildi. Tepkisel olarak gelişen her türlü hareketler kullanılır ve yönlendirilir.
Dolaysıyla Ajan ve tepkisel İslam’la mücadele etmek hem ABD ve Bölge gericilikle mücadele etmektir. Mücadelemiz İslam’la mücadele olamaz. Bilinmelidir ki; siyasal İslam ayrı, kültürel İslam ayrıdır. Kerbela bu iki ucun kırılma noktasıdır. Bir tarafında Hak, Muhammed ve Ali dururken diğer tarafında lanetledikleri Muaviye ve Yezid durmaktadır. İslamiyet’i başından beri iktidarcı, baskıcı, devletçi yorumlamak doğru değil. “İslamiyet kılıç gücüyle oluşmuştur” demek eskitir. Yanlıştır. İslamiyet’in ilk çıkışı farklıdır. İktidardan uzaktır. Haksızlığa karşı çıkıştır. Toplum değerlerine dayanan, adaletsizliğe karşı duruştur. İşte Alevilikte, İslamiyet’in bu yolculuğa çıkışındaki hak, adalet mücadelesini kendi mücadelesi olarak görmüştür. En doğru duruş ve politikamız Alevi ulularımızın yaptığı gibi olmalı, İnançların Toplumla barışık olan yanlarını ön plana çıkararak, hak, adalet, eşitlik mücadelesi üzerinde savunmak ve değer vermek . Köklerini derine salıp, hiç bir dine, ırka düşmanlık yapmadan, insanlığın ortak değerlerini sahip çıkmak görevimiz olmalıdır.
Siyasal İslam’a tepki duymak kadar, Kültürel İslam’ı sahiplenen bir politik çizgide desteklenmeli. Toplumun tüm gücünü açığa çıkarmadan onun tüm demokratik değerleri açığa çıkarmadan mücadele edilemez.
Dolaysıyla Bölgesel gelişmeleri göz önüne alarak düşünüldüğünde Alevilerin demokrasi mücadelesi kendi içine büzülerek çözülecek bir sorun değildir. Kendi içine büzülen, küçülen Alevileri hareketleri Alevileri tehlikeye sokar. Alevicilik Aleviler için yenilgidir. Etrafını demokratikleştirmeden, Aleviler özgürleşemezler. Yalnız gelişmelere tepki duyarak bu bölgede yaşanan süreçten sonra örgütleme yapılamaz. Böyle durduğun noktada kullanılmaya açık ve yönlendirilerek Alevileri tehlikeye atmış oluruz.
Türkiye ve Ortadoğu demokratikleşmeden Aleviler özgürleşemez. Alevilerin güvenliği için Türkiye’nin demokratikleşmesi zorunludur. Alevilerin güvenliği için Suriye’nin demokratikleşmesi zorunludur. Dolaysıyla Aleviler Suriye’deki Alevileri de sahiplenen bir politika gündemlerine alırken, Rojava modelini görmezden gelemezler. Rojava Bölgesinde oluşturulan çok kültürlü modeli tüm Suriye’nin modeli yapmak ve teşvik etmek Alevi örgütlerin temel gündemleri olmalı. Suriye’de demokratikleşme derinleşmeden sonuç alınamaz. Rojava modelini sahiplenmek ve Suriye geneline yaymak temel politikamız olmalı. Aynı politika Türkiye içinde geçerli Alevi sorunun çözümü Türkiye’nin demokratikleşmesinde geçmektedir. Türkiye’nin demokrasi güçleriyle ortak kader birliği yapmak devleti demokrasi duyarlığına çekmek bu Alevilerin güvenliği ve özgürlüğü için temel zorunluluktur.