AHMET İNSEL
Alevi dernekleri aileleri, zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi yanında, birçok okulda “zorunlu seçmeli” konumunda olan Hz. Muhammed’in Hayatı başlıklı dersi de boykot etmeye başlamaya çağırıyorlar. Bu bir sivil itaatsizlik hareketidir ve meşrudur.
2004 yılında bir aile kızının zorunlu din dersinden muaf tutulması talebinin Türkiye’de ret edilmesini AİHM’e götürmüştü. 2008 yılında AİHM Türkiye’deki zorunlu ders uygulamasının müfredat itibarıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. maddesini ihlal ettiğine karar vermişti. Sonuç, ilkokul dördüncü sınıftan lise son sınıfa kadar zorunlu olan bu dersin müfredatına, tam anlamıyla mostralık birkaç paragraf, birkaç başlık ilave edilmesi oldu. Amaç, kitaplarda Alevilik de var, Hıristiyanlık da diyebilmekti. Sünni öğretisini nüfusunda İslam yazan tüm çocuklara zorunlu olarak ve yıllar boyunca öğretmeye, dayatmaya devam etmekti. Derslerin müfredatına, bu derslerde yapılan sınavlarda sorulan sorulara bakıldığında, bunun katıksız bir Sünni öğretisi merkezli bir din dersi olduğu son derece açık.
AİHM kararını uygulamamak için Türkiye biri geleneksel, diğeri konjonktürel iki riyakar gerekçe kullandı. Birinci gerekçe, bunların din dersi olmadığı idi. Halen yürürlükte olan askeri darbe anayasasının 24. maddesi din kültürü ve ahlak öğretiminin ilk ve orta eğitim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer almasını emrediyor. O zaman 12 Eylül yönetiminin bu zorunlu dersi koymaktaki amacı, gençlerin milli ve manevi değerlere sahip olarak yetiştirilmeleri, terör ve anarşiye eğilim göstermelerini önlemekti. Bugün cumhurbaşkanı Erdoğan, buna uyuşturucudan da koruma amacını ilave ederek, 12 Eylül rejiminin gerekçelerini zenginleştirmekten başka bir şey yapmıyor.
İkinci riyakar savunma gerekçesi ise, AİHM’nin 2008 kararından sonra geliştirildi. Mahkemenin kararının 2005 öncesindeki müfredata dayandığını, o günden beri müfredatın değiştiğini ileri sürerek, yürürlükteki uygulamanın AİHM kararına aykırı olmadığı iddia edildi. Bu gerekçeye dayanarak hükümet kılını kıpırdatmadı. Birçok idare mahkemesi ve en sonunda Danıştay da, bu zorunlu derslerden muaf tutulma taleplerini reddetti. Bilgimiz dahilinde bunun yegane istisnası, Samsun 1. İdare Mahkemesi’nin bir Alevi ailenin açtığı davada çocuğun zorunlu din dersinden muaf tutulmasına karar vermesi oldu. Dava 2001’de açılmıştı, mahkeme kararını 2013’de verdi. Ama bu mahkeme kararı da uygulanmadı. Gerekçe hep müfredatın bu arada değişmiş olmasıydı.
Son olarak, 2005’de 14 kişinin Türkiye’de başlattığı fiili din dersinin zorunlu olmasına karşı yargı mücadelesi, 2011’de AİHM’e taşındı. Mahkeme 16 Eylül 2014’de, bir önceki kararını tekrarladı. Türkiye’nin ailelerin dini ve felsefi inançlarını açıklamak zorunda bırakılmadıkları bir muafiyet sistemi gibi, sorunun giderilmesi amaçlı imkanları ortaya koymak zorunda olduğuna hakimler oybirliğiyle karar verdiler. Türkiye AİHM’in üst merciine yukarıdaki iki riyakar savunma gerekçesine sarılıp itiraz edecek. Herhalde bu resmi sahtekarlığın sonsuza kadar devam edeceğine inanıyor hükümet ve devlet yönetimi.
Ama yeni Türkiye’de bazı şeyler de değişiyor. Örneğin, AİHM’e Türkiye’nin sunacağı hukuki savunmadan farklı olarak hem cumhurbaşkanı hem başbakan, artık üçüncü bir gerekçeyi de Türkiye kamuoyuna yönelik olarak dile getirmeye başladılar. Cumhurbaşkanı, bu fiili din dersinin zorunlu olmasının matematik ve fizik derslerinin zorunlu olmasıyla eşdeğer olduğunu ilan etti. Bugüne kadar böyle bir gerekçeyle karşılaşmamıştık. En azından yeni olduğu şüphesiz. Bu yeni gerekçenin ne anlama geldiğini açıklamak Davutoğlu’na düştü. Bu dersin Türkiye için elzem olduğunu ilan etti. Ve bunu doğruluğu bütünüyle kendinden menkul bir iddianın arkasına sığınarak yaptı. “Avrupa’daki uygulamaları göz ardı edip, Türkiye’de bunu dini baskı aracı gibi yansıtma çabalarını kabul etmemiz mümkün değil”, dedi. Açıkça görülüyor ki hükümetin AİHM kararını uygulamaya niyeti yok.
Görünen o ki, AKP hükümeti, aynı %10 barajı gibi, 8 yıl boyunca zorunlu okutulan fiili din derslerini, uygulamayı kendisi başlatmamış olsa da, canla başla savunmaya devam edecek. Sadece Alevilerin değil, nüfusunda İslam yazmakla beraber inancı agnostik, yaradancı, ateist olan ailelerin çocuklarını Sünni din öğretisi ağırlıklı bu derslerden muaf tutma hakkını hükümet “milli irade” adına çiğnemeye devam edecek.
Siyasal iktidarların temel insan haklarını çiğneme konusunda ısrar ettikleri noktada, demokrasi ilkeleri sivil itaatsizliği meşru kabul eder. Bir kuralın yasal olması, onun temel hakları ihlal etmediği anlamına gelmez. Bir yasa şerir de olabilir. Ve şerir, yani kötülüğe yol açan, fesatçı bir yasa karşısında, şiddet yöntemlerine başvurmadan direnmek, sivil itaatsizlik yöntemlerine başvurmak meşrudur.
Alevi dernekleri aileleri, zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi yanında, birçok okulda “zorunlu seçmeli” konumunda olan Hz. Muhammed’in Hayatı başlıklı dersi de boykot etmeye başlamaya çağırıyorlar. Bu bir sivil itaatsizlik hareketidir ve meşrudur çünkü bu dersleri fiilen ya da yasal olarak zorunlu kılan yasa ve uygulamalar demokrasi açısından şerirdir.
Türkiye’de bugün egemen gücün savunduğu ve temel hakları ihlal eden ve toplumsal barışı tehdit eden iki şerir uygulama var. Birincisi zorunlu olan ya da fiili zorunlu kılınan, farklı isimler arkasına gizlenen din dersleri, diğeri ise Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dilinin aynı zamanda bütün Müslüman yurttaşların yegane anadili olduğunu ilan edilmesi ve bunun dışındaki uygulamaların yasaklanmasıdır.
Bu şerir yasa ve uygulamalara karşı sivil itaatsizlik girişimleri başlatmak, sadece Aleviler veya sadece Kürtlerin değil, otoriter cumhuriyet uygulamalarına karşı demokratik laikliği savunan tüm Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının görevidir.
03 10 2014 / Radikal