Günün yorgunluğu üzerinizde, akşam işten çıkmış eve gitmek için tıklım tıklım bir otobüstesiniz. Otobüs yine mahallenizin girişinde bırakıyor sizi. Şoför ‘buraya kadar, aşağı inmiyoruz’ diyor. Önünüzde eve varmak için sizi bekleyen uzun bir yol var ve bir akşam daha tabana kuvvet diyerek ve lanet okuyarak mahallenin durumuna yola koyuluyorsunuz.
Bu insanları televizyonlardan sürekli devlete karşı gelen isyancı, şiddet uygulayan insanlar olarak görüyoruz ve kimdir, nedir dertleri anlayamıyoruz çoğu zaman. Peki, siz işten evinize varmak için onlarınki kadar çok engeli aşmaya kaç gün boyunca sabırla katlanabilirsiniz? Rahat, huzurlu bir ortamda isyan etme şımarıklığı mı bu izlediklerimiz yoksa doğrular yamuk, gerçekler örtülü mü acaba!?
Burası Küçükamutlu…
Son günlerde ölümlerle gündeme geldi… Yıkımlarla, kentsel dönüşümle…. Önce evinde polis tarafından öldürülen Dilek Doğan ardından da, henüz çok yeni, evinin sokağında vurulan Yılmaz Öztürk… Burası Küçükarmutlu, yıllarca kentsel dönüşüme karşı mücadele etmiş, barınmanın bir hak olduğunu dile getirmiş bir mahalle.
2000’li yıllarda başlayan ölüm oruçlarıyla onlarca kayıp vermiş, devletin her türlü baskısına maruz kalmış bir semt burası…
Hikayesi uzun, yaşamları ağır… 18 Ekim 2015’de Küçükarmutlu’ya yapılan eş zamanlı operasyonda Dilek Doğan’ın evine giren özel harekat polisleri Doğan’ı vurmuştu. Anında yalan yanlış haberler yayıldı, “polisle girdiği çatışmada öldü,” “elinde silah vardı”, “abisi vurdu…” daha akla hayale gelmeyecek onlarca yalan bir anda sıralandı! Ana akımın servis ettiği haberlere inanlar oldu, kolayca “terörist” damgasını yedi Dilek Doğan!
Günler sonra gerçekler ortaya çıktı; ama Dilek Doğan hayatını kaybetmişti. Küçükarmutlu gencecik Dilek için ağlıyordu, Armutlu tüm gerçekleri biliyordu, kendilerini defalarca anlattılar ama olmadı!
Yine olmadı! Çünkü bu kez de Armutlu sokaklarında 20 yaşındaki Yılmaz Öztürk 20 Şubat’ta polis tarafından boynundan vuruldu. Ertesi gün aynı haberlere uyandık; “karakola bomba attı,” “polisle çatışmaya girdi..” ve daha niceleri…
Dilek Doğan da Yılmaz Öztürk de komşularım! Küçükarmutlu’da yaşayan bir gazeteci olarak tüm bunları yazmak zor geliyor ama hem içeriden hem de dışarıdan bakmak için yazıyorum…
Yılmaz Öztürk’ün vurulduğu saatten yarım saat evvel aynı sokaktan geçip karakolun önünden evime gittim. Ne bir çatışma, ne de karakolda herhangi bir şey vardı. Evime vardığımda yarım saat sonra telefon geldi, “hemen durağa gel bir genci vurdu polis” diye, o mahallede gazeteci olmanın avantajı mı dezavantajı mıydı bilmiyorum, önce inanmadım, az evvel geldim hiçbir şey yoktu dedim inatla… Karşımdaki de inatla “burası çok kötü hemen gel” dedi… Evime kısa mesafede olan otobüs durağına vardığımda gözlerime inanamadım; onlarca toma, akrep…
Yılmaz Öztürk vurulmuştu ve yarım saat sokakta bekletilmiş, ardından hastaneye kaldırılmıştı.
Öztürk’ün vurulduğu sokakta bulunan evlere sordum, şaşkındılar, tanık olan H.M “tek başına yürüyordu sokakta, birden arkadan ateş edildi ve yere yığıldı” dedi. Ardından da ekledi “hiçbir şeyle ilgisi yoktu, anlamadım, herhangi bir çatışma da yoktu, durup dururken nasıl oldu anlamadım” diyordu şaşkın ifadelerle…
20 yaşındaydı Yılmaz, işten gelmiş, akşam saatlerinde arkadaşlarıyla buluşmuş sonrasında da evine doğru gidiyordu hepsi bu! Yere yığıldığında tek bir şey söyleyebildi polislere “beni niye vurdun abi, işimden geliyordum…”
O sokaktan geçen Yılmaz da olmayabilirdi, herhangi biri de olabilirdi ve ben de olabilirdim… Ölen Yılmaz oldu, ailesi Yılmaz’ı askere yollamamıştı, ertelemişlerdi ortam karışık diye… Ama Yılmaz kendi sokağının ortasında boynundan vuruldu…
Armutlu henüz yasını bile tutamadan bu kez de yıkım geldi kapılarına… onlarca TOMA ve akrepler eşliğinde… Hem orada yaşayan biri olarak hem de gazeteci olarak yıkımı fotoğraflamak istedim. Ve bu olağanüstü hali anlamadım. Yıkım gerekçesi bile yoktu! Geldiler ve iki dernek binasını yıktılar… İşte o sırada sadece fotoğraf çektiğim için gözaltına alındım, gözaltına alınırken özel hareket polisleri halkın üzerine plastik mermi sıkıyordu; devletin acizliğine şaşkın şaşkın bakıyordum sadece! Ve Armutlu karakolunda beni görmek isteyen avukat Özgür Yılmaz onlarca polisin ayakları altında tekmeler yiyordu! O dayak yerken beni de apar topar Vatan’a götürdüler…
Armutlu’da neler oluyordu gerçekten! Polisin halka dönüp “hepinizi tek tek öldüreceğiz” diye bağırması neyin tezahürü! “Doğuda ne yaşanıyorsa burada da onu yaşayacaksın” demesi sıradan bir korkutmama yoksa Sur’un ayak sesleri Armutlu’da mı?
Evet, tek tek öldürüyor, sırt çantalı her genci takip ediyor şüphelenince arkadan ateş ediyor! Evet, tek tek öldürüyor; Armutlu halkı ise kendi gerçekleriyle çaresiz…
Peki bu kara topraklar bu ölümlerle birlikte gerçekleri daha ne kadar gömecek, hepimizi ‘terörist’ ilan eden bir anlayışa mı inanacağız yoksa bu mahallelere biraz kulak verip bir bir ölümlere ses mi çıkartacağız! Yoksa gerçekler örtülü doğrular yamuk mu kalacak?