‘Su heval su su…’

Kan durmuyor. Kan durdurulmuyor. Akan kan üzerinden, kiri her tarafa yayılmış siyasetiyle, toplumun demokratik direnişini teslim almak istiyorlar. Muktedirlerin “gücü yenilmez” diyorlar. Halk üzerinde korkuyu yayarak, kendi korkularından kurtulmanın yolunu arıyorlar. Her yer korkunun hâkim olduğu, yaşam güvencesinin olmadığı mekânlara dönüştürülüyor. İktidar hırsıyla gözleri dönmüşlerin korkularına halkı kurban ediyorlar.

Koktukça, saldırganlaşıyor, acımasızlaşıyor, vicdanlarını kaybediyorlar.

Vicdanını kaybedenlerin dünyası, dünyayı kana buluyor.

Kerbela gibi kuşatılıyor insanlık.

Zalim, hain…

Kuşatılmışlar ise, Silopi, Cizre, Sur gibi duruyor.

Şırnak, Nusaybin, Hakkâri, Yüksekova gibi derinde, biliyor, Hüseyin gibi biliyor.

Alevi felsefesinin tüm kodları Kerbela’da gizlidir. Nedenleri, yaşanış biçimi ve sonuçlarıyla, Aleviliği bugüne taşıyan ruhun, tarihin özeti gibidir. Ne olursa olsun, Kerbela’ya atıfta bulunmayan, onda kendisini ifadeye kavuşturmayan bir konu yoktur sanki.

Çaresizliğin en derini yaşanırken, direnişin en görkemlisini örgütlüyor.

İhaneti iliklerine kadar yaşarken, kahramanların resmedildiği bir meydana dönüşüyor.

İktidar hırsına bürünmüşlerin doyumsuzluğunda, iktidarı, serveti, gücü ret ediyor.

“İmam Hüseyin bebeği kucağına alıp düşmana seslendi: Ey topluluk! Ehl-i Beytimizi öldürdünüz, geride sadece bu bebek kaldı. O da susuzluktan dudaklarını emiyor. Ona bir yudum su verin! Bu esnada bir düşman askerinin yayından fırlayan ok, bebeğin boğazına isabet etti.”

Ali Asgar altı aylık bebekken vuruluyor!

“Su diyorum heval su. Su heval su su…” diyor.

Bin dört yüz yıl sonra duyduğumuz çığlık. Fırat’ın acısına, Dicle eşlik ediyor.

Ölümler yan yana diziliyor.

Zaman değişiyor. Değişmeyen katillerin, iktidar hırsına yenilmişlerin yaptıkları oluyor. Yalan, hile üstüne kurulmuş bir zülüm dünyası üretmeye devam ediyorlar.

Gözlerimizin içine bakarak yalan söylüyorlar. Besledikleri gazete, dergi, televizyon, radyolarla yalanlarına kılıf üretiyorlar. Yalanı bile zorluyorlar.

Hayırsever iş adamlarıyla hasbi hal olup, bursla okuyorlar, milyoner çıkıyorlar.

İnsani yardım diye gönderdikleri TIR’larla, silah taşıyorlar. Taşıyanları değil, haberini yapanları tutukluyorlar.

Kürt’e, Alevi’ye düşman, insanlığa düşman IŞİD gibi katilleri besliyorlar. IŞİD vurdukça stadyumlardan tempo tutuyorlar. Utanmadan “keşke yaralanmayıp hepsi ölseydi” diyorlar.

Suriye savaşının göçe zorladığı insanlar üzerinden dünyayı tehdit ediyorlar. Yetmedi Kürdistan’ın etnografik yapısını değiştirmek için planlar yapıyorlar.

İyiden, doğrudan, demokrasiden, insan haklarından, insanlıktan yana ne varsa düşman ilan ediyorlar. Bir mafya babası gibi iktidarda duruyorlar. Dünyaya Yezit gibi bakıyorlar.

Onun içindir ki bizim gençler Kerbela fırtınasının ortasında duruyorlar. Hüseyin oluyorlar. Hüseyin gibi bakıyorlar. Sevdalı, yaralı…

Hüseyin’in zaferine ortak oluyorlar. İnsanlığa kendisini hatırlatan, onuru taşıyorlar.

“Aşk olsun” diyoruz onlara. Aşk olsun Hüseyin’e, zulmün tahtına sarılan lanetli Yezit’ten günümüze bir mezar taşı dahi bırakmadı.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Yazarın diğer makaleleri