“Ülkeyi terörize ederek gönlündeki ömür boyu sürecek başkanlık ve tek adamlık hayalini gerçekleştirmek için, bu darbe girişimiyleTayyip Erdoğan’a altın tepside bir fırsat sunulduğunu düşünüyorum.”
Türkiye 15 Temmuz 2016 Cuma gecesi tertiplenen ve günlerdir ilgiyle izlediğimiz bir darbe parodisine sahne oldu. Parodi diyorum çünkü bir askeri darbede (eğer başarıya ulaşılması isteniyorsa) olmaması gereken her türlü acemilik yapıldı. Ancak devam etmeden, burada hemen belirtilmesi gereken, koşullar ne olursa olsun bir askeri darbenin savunulamayacağı gerçeğinin altını çizmektir. Bu hatırlatmayı sürekli yapmakta yarar var çünkü maalesef demokrasi kültürünün özümsenip içselleştirilemediği bu ülkede, “demokrat, aydın, sol görüşlü” olduğunu iddia edip, hala postaldan demokrasi ve kurtuluş uman aklı evvel dostlarımız mevcut. Ve sanırım bu durum, yaşanan bunca tecrübeden gerekli dersleri çıkaramayan bu toplumun, genetik kodlarındaki düzelmez bir arızaya delalet…
Her neyse, bu tartışmalarla çok da zaman yitirmeden konumuza dönmekte fayda var. Evet, sergilenen durumun bir parodi ya da tiyatro olduğunu düşünüyorum. Bunu derken naçizane bir darbe ya da politika uzmanı, bilirkişisi ya da son yıllarda pıtırak gibi çoğalan satratejistlerden bir olduğum iddiasında değilim. Ayrıca görünen tabloda çok aşikar ki ordunun kendi içinde bu darbe parodisinde gerçekten ve gönüllü rol alan, hakikaten bir darbe gerçekleştirmek arzusuyla canla başla çalışan bir kesim var. Ancak yine hepimizin en azından cumhuriyet tarihinden bildiği üzere, siyasi ve bürokratik hayatımızın bu kadar göbeğinde yer almaya alışmış bir orduda bu damar her zaman canlı olarak mevcut. Söz konusu edilebilecek tek fark, bu damarı o günün koşullarında hangi iç ya da dış gücün güdümleyip harekete geçirdiği veya geçireceğidir sanırım.
Yine de ordu içindeki darbe heveslilerinin varlığı ve yapılmaya çalışılanın bir darbe olması gerçeği bile bunun bir parodi olduğu düşüncemi değiştirmiyor. Her şeyden önce bu kadar geçmiş darbe pratiği ve geleneği olan, bölgesinin ve dünyanın en güçlü orduları arasında gösterilen, Kürtler başta olmak üzere kendi vatandaşlarına yönelik uzun yıllara dayalı savaş ve kontrgerilla pratiği bulunan bir ordunun kelimenin tam anlamıyla bu kadar trajikomik bir darbeyi uygulamaya sokacağını düşünmek bence fazlasıyla saflık olur. Burada harekete geçilen zamanlama, başta medya, hükümet ve devlet aygıtına yönelik peşpeşe yapılan strajik taktik hatalar, emir komuta kademesi ve kendi içindeki koordinasyonda yaşanan beceriksizlik gibi faktörleri alt alta koyduğunuzda ne demek istediğim anlaşılır sanırım. Biraz mübalağa olacak belki ama söz gelimi bir ilkokul çocuğuna bile sorsanız, bir askeri darbenin medyacı deyimiyle “prime time” denen, herkesin evinde ve ekranların karşısında olduğu bir vakitte uygulamaya sokulmayacağını bilir. Bunun yanı sıra enerji, haberleşme, iletişim, propaganda araçları, koordinasyon, lojistik ve benzeri onlarca stratejik konuda yeterince bir plan üzerinde çalışılmadığı çok aşikar.
Evet, ordu içerisinde rahatsız olan ve anlaşıldığı kadarıyla alt ve orta kademe rütbeli belli bir kliğin, tam da Yüksek Askeri Şura öncesi ihraç tartışmaları gölgesinde gerek komuta kademesi, gerekse de ulusal ve uluslararası bazı odaklara güvenerek yaptığı bir “kalkışma / darbe girişimi” tecrübe ettiğimiz kesin. Ama tam da bu durum dile getirmeye çalıştığım ve trajikomik dediğim şey. Bu ordunun kurmay beyni böylesine plansız programsız yaş tahtaya basacak türden bir harekat kurgulayabilecek kadar acemi olabilir mi? “Hele bir başlayalım gerisi çorap söküğü gibi gelir” mantığıyla darbe mi yapılır? Oldukça eğitimsiz ve acemi erlerden oluşan zavallı gariban askerleri üç beş köprü ya da kavşak tutmaya gönderip, orada kaderleriyle başbaşa bırakmanın adı darbe planı olabilir mi? Kaldı ki kendisine darbe yapmaya kalktığınız kişi ve partisi (Recep Tayyip Erdoğan ve AKP), ülkedeki bütün kurumları dize getirip teslim almış, kendi halkına savaş açmaktan çekinmeyen ve ordudan gelebilecek
bir darbe beklentisine karşı uzun zamandır hazırlık yapan bir kadro. Bütün propaganda aygıtları ve devlet olanakları sonsuz kullanım olanağıyla elinde olan biri üstelik…
Bunlara ek olarak içte ve uluslararası platformlarda sıkışan, itibar kaybeden, yolsuzluk, savaş suçları ve benzeri konularda yargılanma korkusu yaşayan ve bundan ötürü kurtuluş ve istikbalini gerekirse bir iç savaşta görecek kadar pervasızlaşan bir diktatöre bu darbeyle bir can simidi atılmış oldu. Komplo teorisi olmasın ama böyle bir darbe planını siz olsanız uygulamaya sokmak için elinizden geleni yapmaz mısınız? Bütün bu ve benzeri soruları çoğaltmak mümkün, ama bu soruları alt alta sıraladığımızda, sonuçta yapılanların Tayyip Erdoğan ve AKP diktatörlüğüne yaradığını görürüz. Ekonomik, siyasal ve sosyal alanlardaki bütün anti demokratik uygulama ve gündemler unutuldu. Rusya, İsrail ve Suriye ve belki Mısır ile uluslararası alandaki çark politikası unutturuldu. Diploma meselesi ve Cumhurbaşkanlığı yetersizliği meselesi yerini bir demokrasi kahramanı figürüne bıraktı. Gezi olayları süresince zor zaptettiğini söyleyerek halkı tehdit ettiği -ki aralarında IŞİD’çi görünümlü ne idüğü belirsiz silahlı unsurlar bulunan- güruhu sokaklara saldı. Ve belli ki tıpkı Nazi Almanyası’nda Hitler’in sokağa saldığı tedhiş ordusu SA’lar gibi bir süre sokakta tutacak. Şimdiden özlemini duydukları şer’i düzeni hakim kılmak için çalışan bu güruh, başta Aleviler olmak üzere, önüne gelen tüm toplumsal kesimleri tehdit edip tedhişe başvurmaktan çekinmiyor. Devlet, bürokrasi, üniversiteler ve ekonomi dünyası bütün kurumlarıyla tek tek her gün biatlarını sunuyor.
Sokakları boşaltması bizzat Tayyip Erdoğan tarafından istenmeyen bu yoz güruh, her gün hızını alamayarak Alevilerin yoğunlukta olduğu mahallelere yönelik, üstelik de polis korumasında saldırı girişiminde bulunuyor. Yarın buralarda bir yeni katliamla karşılaşmayacağımızın garantisini kim verebilir? Sadece Alevilere dönük değil, Kürtlere, Ermenilere, laiklere ve farklı yaşam tarzındaki her topluluğa karşı aynı davranışlar sergileniyor. Bu ortamda yakında baskın bir erken seçimle karşılaşmamız sürpriz olmaz. Zaten uzun süredir özellikle Kürt illerinde uygulanan vahşet ve katliamlar ile Türkiye genelinde yürütülen baskı politikaları bu amaca dönük çalışmalar. Ülkeyi terörize ederek gönlündeki ömür boyu sürecek başkanlık ve tek adamlık hayalini gerçekleştirmek için, bu darbe girişimiyleTayyip Erdoğan’a altın tepside bir fırsat sunulduğunu düşünüyorum. Önümüzdeki günler ya da yıllarda ordu ve askerin bu stratejik sığlığında Erdoğan ve çevresinin yönlendirmesi olduğu bilgisiyle karşılaşırsak şaşırmayalım. Unutmayalım ki uzun zamandan beridir “dinci” unsurların askeriyede kök salması ve güçlenmesini engellemek için uğraş veren Kemalist ordu yapısı, bizzat AKP iktidarı ve Tayyip Erdoğan başbakanlığında adım adım zayıflatıldı. YAŞ kararları ve komuta kademesi terfilerine ilkin şerh koymakla başladı işe. Daha sonraları da Balyoz, Ergenekon, Ayışığı, Fırtına vs isimlerle adlandırılan operasyonlarla ordunun üst kademesini adım adım şekillendirdi. Bu kademelere getirdiği isimlerin, o zaman kolkola ve beraber yürüdükleri Fethullah Gülen’e yakın isimler olduğu, Cemaatin önünün açıldığı o zamanlarda da çokça yazıldı çizildi. Şimdi de bile bile getirdiği bu kadronun kendisine darbe yapmak için bütün bunları göze aldığını ve Erdoğan’ın da bunu bilmediğine inanmamız isteniyor. Ben de diyorum ki bu kadar kolay olmamalı. Her zaman bu tip olaylarda kimin kârlı çıktığına bakmakta da fayda var…
Sonuç olarak, yakın geleceğimiz yeterince karanlık ve zor görünüyordu, şimdi daha da koyu görünüyor. Erdoğan alanlara topladığı ve meydanları terk etmemelerini ısrarla istediği güruha her akşam yaptığı ve biat eden medya marifetiyle de canlı olarak yayınlattığı konuşmalarında şimdiden demokrasi ve hukuk karşıtı bir takım vaatlerin sinyallerini veriyor. Memleketin her tarafındaki camiler birer propaganda, ajitasyon ve hatta provokasyon merkezine çevrilmiş durumda. Ve buralardan yapılan yayınlar bir şeriat ülkesinde dahi uygulanmıyordur sanırım. Günde bilmem kaç kere ezan, sela
ya da kitlelere mesaj verilmesi ancak buraya özgü sanırım. Buralardan çıkan ve “dini duyguları ve hassasiyetleri gaza ve cihad sosuyla iyice parlatılmış” kalabalıkların tehlike sinyali veren icraatlarını her gün izliyor ve yaşıyoruz. Unutmnayalım ki bu topraklardaki, özellikle cumhuriyet tarihinde vuku bulan Alevi ve sol katliamlarının tamamına yakını Cuma namazından ve camilerden çıkanlar tarafından gerçekleitirildi ya da kışkırtıldı.
Son söz olarak ülkede ve Avrupa’da yaşayan bütün muhalif ve öteki kesimlerin, aralarındaki ayrımları bir yana bırakarak hiç olmazsa asgari kıstaslarda güç birliği etmesinin ve örgütlenmesinin zamanı çoktan geldi. Özellikle de başta Kürt siyasi hareketi olmak üzere, düzene karşı kimlik ve demokrasi mücadelesi veren bütün güçlerin ortak bir demokrasi cephesi oluşturması kaçınılmaz görünüyor. Bu, ilk defa gündeme getirilen bir şey değil, bu konuda düşünen herkesin bildiği ve söylediği basit bir gerçek. Ancak her ne hikmetse hiç kimse kendi bulunduğu noktadan ya da siyasi ayrımlarından -en azından bir süreliğine- taviz verme ya da bir adım yaklaşma uzlaşısına varamıyor. Bilhassa Alevi toplumunun bu konuda, kendisine daha çok dışarıdan empoze edilen etnik ayrımcılık, milliyetçilik ve partizanlık batağından kendisini kurtarması gerekiyor. Aksi taktirde böylesine gaddar, zalim ve vahşi bir oluşum ve devlet aygıtı karşısında hiç birimizin yaşama şansı yok maalesef…