ESRA ÇİFTÇİ
Uzun bir aradan sonra yeniden Dersim’e gitmek için yola çıkıyorum.
İnsanın köklerinin olduğu yere duyduğu özlem, sevgi şüphesiz anlatılamaz yaşanır. Her Dersim’e gittiğimde yaşadığım heyecan değişmiyor.
Elazığ havalimanından inip Dersim’e giden minibüse biniyorum. Yolcuların çoğu yurtdışından ve Türkiye’nin batısından gelen Dersimliler. Hepsinin yüzünde hüzün, mutluluk, geçmişe duyulan özlem ifadesi var.
Yol boyu olağanüstü hareketlilik bizi karşılıyor. Askeri araç konvoyu, yol kenarlarında bekleyen zırhlı araçlar 90’lı yılları aratmıyor. 135 kilometrelik yolu bir buçuk saatte alıyoruz.
Dersim merkeze ulaştığımızda iki yıl önceki kalabalık Dersim’de yok. Yine de kent canlı ve hareketli. Kent merkezinde askeri araçlar gidip geliyor ve helikopter hareketliliğine kimse şaşırmıyor. Kiminle konuşursanız konuşun, herkesin gündeminde darbe girişimi ve Erdoğan’ın OHAL uygulaması var. Dersim OHAL’in ne demek olduğunu çok iyi bilen bir kent. Dolayısıyla OHAL kelimesi bile ürkütücü geliyor.
16. Munzur Kültür ve Doğa Festivali için Dersim’deyiz. 1999 yılında ilki yapılan festivalin 16’ncısı bu yıl ne yazık ki savaşın gölgesinde düzenleniyor. “Birliğimiz dirliğimizdir dirliğimiz barışımızdır, doğama kültürüme ve irademe dokunma!” şiarıyla Dersim bölgesinden gelen ana ve pirlerin çıra uyandırması ve gulbanglarıyla başladı.
Dersimliler için kutsal olan Jara Gole Çetu’da gerçekleşen açılışa, Belediye Eşbaşkanları başta olmak üzere yüzlerce Dersimli katıldı.
Bir süredir Munzur Kültür ve Doğa Festivali’nin amacına uygun yapılmadığı için eleştiriler yapılıyordu. ‘Kültür festivalinden çok konser festivali’ yapılıyor deniliyordu. Yine Kirmançkînin az kullanılması bir başka haklı eleştiri konusuydu. Bu defa Dersim’in kimlik, inanç, doğa ve kültürüne uygun içeriği dolu dolu bir festival gördük.
Festival süresinde çok sayıda panel yapıldı. Benim de moderatör olarak katıldığım panelin konusu ‘Savaş ve Kadın’dı. Konu savaş ve kadın olunca konuşacak, anlatacak çok şey var. Kürdistan ve Dersim coğrafyasında yıllardır yaşanan savaşta ve savaşa karşı direnişte kadın en önde yerini aldı. Dersim gibi kadın mücadelesinin öncülerinin çıktığı kentte ise haklı bir gurur var. Bunların başında Zarife, Besê, Sakine Cansız, Gülnaz Karataş, Azime Demirtaş gibi isimler geliyor.
Bu nedenle olsa gerek kente gelen herkes istisnasız Sakine Cansız’ın mezarını ziyaret ediyor ve çiçekler bırakıyor.
Dün de 3 Ağustos Êzîdî Katliamının 2. yıldönümü idi. Dersim kadınları Şengalli kadınları unutmadı. Alevi inancında yeri ve önemi büyük olan “kadın dağı” olarak bilinen Zel Dağı’nın eteklerinde mum yakıp, niyaz dağıttılar. Zel Dağı aynı zamanda Düzgün Baba’nın kardeşi olduğu da rivayet edilir.
Zel Dağı etekleri Özel Güvenlik Bölgesi ilan edildiğinden yasaklı bölge ama buna rağmen kadınlar yasaklı bölgeye girdiler.
Özellikle yaşlı kadınların ağıtları, gözyaşları Şengal ve Dersim’in gözyaşları gibiydi.
Onlar hem Şengalli kadınlar için, hem de 37-38’de katledilen kadınlar için ağıt yakıyorlardı.
Dağların Alevi kadınlar için büyük bir anlamı var. ‘37-38’de kadınlar Türk askerlerinin tecavüzüne uğramamak için o dağlardan kendilerini bıraktılar. Bununla ilgili pek çok yaşanmış gerçek öykü olduğunu da biliyoruz. En bilineni ise kırk Dersimli gelinin Türk askerlerinin eline geçmemek için kendini kayalıktan Munzur’a attıkları gerçeğidir. Gülnaz Karataş’ta böyle bir gelenekten geldiği için 1992 yılında Peşmerge ve Türk askerinin eline geçmemek için kendisini kayalıktan atarak yaşamına son verdi. Aynı geleneğin birçok örneğini Êzîdî kadınlarında da gördük.
Halen DAİŞ çetelerinin elinde 5000 Êzîdî kadını rehin tutuluyor. Êzîdî katliamını en iyi Dersimliler anlar. Musul ovasında Êzîdî (Şengal) dağına insanların göçü Dersim 1937-38 soykırımına benzetildi. Bize düşen bu kardeşlerimizin kurtarılması için mücadeleyi yükseltmektir.