Darbenin el değiştirerek devam ettiğini biliyoruz. Darbenin inisiyatifini eline almış olan RTE ve cuntası, bir yanda yeni müttefikleriyle ilişkilerini düzenler ve onları geriletmeye çalışırken, diğer yandan da ülkede ve bölgede, kuralsız zorbalığa dayalı bir düzeni ve bu düzeni koruyacak bir devlet yapılanmasını, “sıfırdan kurmaya” çalışmaktadır. RTE ve çetesi, hem bu nedenle hem de yaşanan sorunların çözüm yolu olarak içerde ve dışarda kuralsız ve tırmandırmayı esas aldığı bir savaşa başvurmuş bulunmaktadır.
Şu an yaşananların, belirtilen çerçevede tanımlanması önemlidir. Türkiye`de ve Kürdistan`da olan bitenleri sadece anti- demokratik uygulamalar olarak izah etmeye çalışmak doğru değildir. Bu tarz bir değerlendirme, hem eksik ve yanlış, hem de yanıltıcı ve sonuçları itibarıyla zararlı olur.
Olanların adını koymak, olguyu adıyla tanımlamak, isin abc`sidir. Bu anlamda olanların RTE`nin inisiyatifiyle, içerde ve dışarda yürütülen bir savaş olduğunu, hiçbir kuşkuya yer bırakmadan belirtmek zorundayız.
RTE ve cuntası, bir koalisyon tarafında yapılmak istenen darbeyi fırsata çevirmek ve darbe koşullarından yararlanmak aşamasını geride bırakmış durumdadır. Artık RTE ve cuntası, darbenin, FETO kliğini tasfiye ederek onun yerine geçmiş ve giderek darbenin hâkim cuntası durumuna gelmiştir. Ve RTE, bundan önce başkan olmaya çalışarak yapmak istediği her şeyi, şimdi yapmaya yönelmiş durumdadır. Bu amaçla devleti yeniden kurgulamakta, halifesi- padişahı olacağı kendi devletini kurmaktadır.
Bunun için içerde açıktan, çok yönlü ve son derece keyfi bir Kürt savaşı sürdürmektedir. Bu gün Kürt Hareketine karşı sürdürülen savaşın, bundan önceki yıllarda olduğu gibi, düşük yoğunluklu savaştan çok farklıdır. Zaten devlette bugün yapılanlara dair hiç bir eski argümanı dillendirmeye gerek duymamaktadır. Eskiden olduğu gibi sözde “teröre” karşı mücadele gibi, kimseyi ikna etmeyen yalanlara ihtiyaç duymamaktadır. Bugün yaşananların bundan önce yapılanlardan farklı olarak, Kürt halkına yönelik açık ve topyekûn bir savaş olduğu çok bellidir. Bunun anlaşılması için hiçbir özel açıklamaya, bu amaçla her hangi bir zihinsel çabaya gerek olmadığı ortadadır. Şehirlerin toptan ortadan kaldırılmak istenmesi, her gün yapılan operasyonların yoğunluğu ve dehşet verici sayılarda ölümlü sonuçlara karşı sürekli savaş naralarının atılması, her türlü savaş araç, teknik ve yöntemlerinin sınırsızca kullanılması, bu gerçeğin görülmesi için yeterlidir. Ayni savaş politikalarının devamı olarak, basta HDP, DBP olmak üzere tüm legal demokratik kurumlara ve faaliyetlere karşı korkunç bir saldırganlık, her boyutta devam etmektedir. Bu uygulamaların sürdürülen savaş politikasının uzantısı olduğu açıktır.
Sayın Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a beş yıldır uygulanan tecrit, 6 milyon seçmenin seçmiş olduğu HDP vekillerine yönelik baskılar, DBP`li belediye başkanlarının yerine kayyum atanması girişimleri, her türlü sonucu göze alınmış bir savaş ilanından başka türlü değerlendirilemez.
Ayni şekilde Alevilere karşı daha kapsamlı bir saldırganlığın her türlü ipuçları görülüyor, yaşanıyor. Özellikle Kürt Alevi coğrafyasına kurulan mülteci kamplarıyla, Alevi mahallelerine ve Alevi kurumlarına yapılan saldırı ve tacizlerle, bu savaş, Alevileri de kapsamaktadır.
İçerdi bunlar yaşanırken dışarıda Cerablus`un işgal edilmesi, devamında işgalin sürdürülmek istendiğine dair iştahlı açıklamaların yapılması, RTE`nin hâkim olduğu cuntanın gerçek niyetinin Kürtlere ve Alevilere karşı, “büyük ve son” bir savaşa niyetlendiğini ortaya koymaktadır. Yeni içişleri bakanının ayağının tozuyla, “ha herro ya merro” demesi ne dil sürçmesi, nede kontrol edilememiş bir öfkenin sonucudur. Tam tersine çıplak gerçeğin açıkça ifade edilmesidir.
Bütün bu politik gelişmeleri konjektürel gelişmeler olarak değerlendirmek doğru değildir.
RTE, dini kuralların ve yaşam tarzının ağırlıklı olarak uygulandığı, Yeni-Osmanlıcılığın gereği olarak bölgeye hâkim olma niyetinin, belirgin bir bicimde, uygulama alanı bulacağı, Türk tipi tek adamlığın, “halife-padişah” olarak yürütüldüğü bir siyasal-sosyal bir yapıyı egemen kılmak istemekte, bunu tasarlamaktadır.
RTE, son surat bu projeyi hayata geçirmeye çalışmaktadır. Bu projenin önündeki engel olarak örgütlü Kürt halkını, Alevileri ve demokratik kamuoyunu görmektedir. Bu nedenle, adi geçen güçleri tasfiye etmek, etkisizleştirmek, RTE`nin temel stratejik hedefi durumundadır. Su an içerde ve dışarıda sürdürülen savaş, dönemsel ve Türkiye Kürdistan’ı ile sınırlı değil, özellikle her parçada Kürtlere ve Alevilere yöneliktir ve uzun vadelidir.
Dış politikada yaşanan gelişmelerin tamamı da RTE`nin bu politikasına göre planlanmakta şekillendirilmektedir. Yapılan bütün uluslararası görüşmelerin ve sürdürülen diplomasinin çok sorunlu olduğu, uzman olmayan herkesin görebileceği kadar açıktır. Türk devletinin, belirtilen Yeni-Osmanlıcı ve Kürt düşmanı savaşçı politikasının yansıdığı en belirgin alan Rojava ve Suriye’dir.
Bu anlamda, öncelikle, bölgenin oyun kurucu güçleriyle Türk devleti arasında fazlaca ortak noktanın olmadığını, dolayısıyla, Türk devletinin sürecin etkin gücü olmayacağını tespit etmeliyiz.
Rusya’nın, ABD`nin ve AB`nin yok etmeyi çok arzu ettiği bir Kürt ve Alevi halkı, işgal etmeyi amaçladığı bir Rojava ve etkisi altına almak istediği bir Ortadoğu sorunu yoktur. Ancak Türk devletinin muhalif toplumsal ve siyasal yapıları yok etmeyi yani en basta Kürtlerin siyasal varlıklarını yok etmeyi amaçlayan, bölgeye yönelik yayılmacılık gibi temel bir sorunu vardır. Ayni şekilde adı geçen devletlerin bir ISID sorunu var, ama Türk devletinin bir İSID sorunu yoktur.
Elbette buna rağmen. Adı gecen devletlerin hiç birisinin Türk devletiyle yıllardır sürdürdüğü ilişkilerinden bir anda vazgeçerek Kürtlerle stratejik bir ilişki içine gireceklerini düşünmek fazla iyi niyetli bir yaklaşım olacaktır. Ancak yine ayni devletlerin Türk devletinin Kürt saplantısının, RTE`nin “Halife- Sultan” olma hesaplarının aleti olacağını sanmakta fazlasıyla saflık olur.
Bütün bunlara rağmen RTE`nin bu projesini başarması mümkün değildir. Özellikle örgütlü Kürt Siyasal Hareketinin gücü ve varlığı bu projenin imkânsızlaşmasını sağlayacak olan en temel toplumsal-demokratik dinamik ve olgudur. Bunu destekleyen diğer önemli bir güç ise örgütlü Kürtlerle birlikte, Aleviler ve diğer demokratik kamuoyunun ortaya koyduğu kararlı direniştir. Belirtilen güç ve dinamiklerin, teslim olmayan, boyun eğmeyen, mücadeleci tutum ve tepkileri, RTE`nin faşizm uygulamalarının devam edemeyeceğinin ve demokrasinin kazanacağının güvencesidir. Ayrıca, basta Kürt ve Alevi halkı olmak üzere demokrasi güçlerinin bu direnişinin sonucu olarak, uluslararası ilişki ve çelişkilerin de etkisiyle, uluslararası güç odaklarının RTE`nin bu fantezilerine fırsat ve imkân vermeyeceği de tali bir unsur olarak hesaba katil malidir.
Bütün bunları bir arada değerlendirdiğimizde, geleceğe umutla bakmak için son derece hâkli gerekçelerimizin olduğu açıktır. Kaldı ki umudu yaratmak, sadece bu değil ayni zamanda umudu büyütmekte yapılması gereken en önemli iştir.