Örgütlü kurumlar çerçevesinde biraraya gelen Aleviler, kendilerini aktif siyasetten hep uzak tutuyorlar. Bazı kurum yöneticileri ve ihtiyar heyeti konumundakiler, siyasi tartışmaları bir çatışma öznesi olarak algılıyorlar! Öyleki bazı bölgelerde kurdukları dernek duvarlarına, “Burada siyaset yapılmaz! Lütfen siyaset konuşmayalım! Burası bir inanç kurumudur, siyasetin yeri değil!” benzeri özdeyişler türetip astılar ve bu görüşü hala dillendiriyorlar. Oysaki bu derneklerde M. Kemal’in portreleri, Türk bayrakları ve benzeri İslami figürleri andıran birçok siyasi içerikli malzeme göze çarpmakta! Bazı Alevi kurumlarında, çaktırmadan devreye konan o “İslami mahalle baskısı”, gençleri siyasetten izole ediyor. Devrimci mücadelede katledilen gençlerin cenazeleri bile Cemevlerinde kabul görmüyor. Tıpkı bazı Camiilerin imamlarının, Alevi cenazelerini kabul etmedikleri gibi, gayri insani bir duruşun aynısı, bu cephede de uygulamaya konuyor. Bu nasıl bir aymazlık! Nereden, nerelere savrulmuşuz böyle! “Sevgi dini, hümaniter bir inanç, evrensel bir felsefe” ve benzeri slogansal söylemlerin içi bağnaz “yol düşkünlüğü”nün türlü gerekçeleriyle dolduruluyor! Çok yazık!
Peki Alevi kurumlarında, yolu bilmeyen sözde yöneticiler tarafından yasaklanan siyaset nedir? Günümüzde neye işaret etmektedir? “Siyaset” tanımı, Arapça bir terim olup, en yalın haliyle “Seyis” yani “at bakıcısı, eğiticisi” fiilinden türetilmiştir. Yunan siyasal yaşamında ise “devlet” ve “polis” etkinliğine işaret etmektedir. Siyaseti, bilimsel olarak ele alan ilk düşünür, Yahudi kökenli büyük düşünür Karl Marx (1818-1883)’tır. Siyaset kavramı, aslında en basit haliyle toplumsal sorunları çözmede; “idare etme“ sanatıdır. Devlet işlerini düzenleme, yürütme ustalığıyla yakınen ilgili olan siyaset bilimi, aynı zamanda toplumsal ve bireysel yaşamın da ana eksenini oluşturur. Toplumu ileriye götürmede kullanılan eylem ve yetkinlik aracıdır! Mesela İslam ülkelerinde halkı yönetmede kullanılan söylemdeki dinisel faktörler, oldukça belirgin olup, toplumun çağdaşlaşmamasında sonuç alıcı olmuştur. Bu alanı en iyi çözümleyenlerden birisi de Sokrates’in öğrencisi, Yunan filozofu Kritias (Critias)‘dır. MÖ. 404 yıllarında ölen Kritias; “din ve ahlak kuralları zeki ve kurnaz yöneticiler tarafından toplumun itaat etmesini sağlamak üzere oluşturulmuşlardır!“ derken, tipik bir siyaset ustalığına işaret etmektedir. Öyle anlaşılıyor ki; Alevi örgütlülüğü açısında da bu görüş, maalesef artık kendisini yaşatma yoluna evrilmiştir. Oysaki Alevi kurumlarında yürütülecek düzeyli tartışmalarla, üyeler arasında interaktif bir gelişimin önü açılacaktır.
Konuya Alevilik açısında baktığımız zaman, “Alevilik” kavramının, siyasi tartışmalar sonucunda ortaya çıktığı görülür. Aleviliğin, Antik çağlardan süzülüp geldiği gerçeğini şimdilik bir kenara bırakacak olursak; yine Alevilere siyaseti yasaklayanların sıkça dile getirdikleri gibi Aleviliği, sırf “İslamiyetin başlangıcıyla” ele aldığımızda; “Alevilik İslam içi ayrılıklar (haksızlıklar-tartışmalar!) sonucu, Ali taraftarlığı” manasına gelmiyor muydu? Hani 681 yılında Kerbela’da, Hüseyin’e yapılan haksızlık karşısında Aleviler, mazlum Hüseyin’den yana olmamışlar mıydı? Bütün bunlar bir siyasi duruşu ifade etmiyor mu? Peki madem öyle ise 21.yüzyılda, vücuda getirilen bu Alevi kurumlarında Alevi gençlerine, Alevilere neden siyaset yasaklanıyor? Kurum yöneticileri ya da bu kurumlarda geniş bir aileye, delege çoğunluğuna ve hatta maddi güce sahip olanlar tarafından, öğrenmeye açık Alevilere neden siyaset yapmak, güncel sorunları konuşmak-tartışmak yasaklanıyor? Aleviler kendi sorunlarını, kendilerine ait bu kurumlarda konuşmayacaksa, sorunlarının siyasi analizlerini yapıp, çözüm bulmayacaklarsa, Aleviler adına bu işi kimler ya da hangi partilerin yapması öngörülüyor?
Demekki Alevi kurumlarında siyaseti yasaklamak, tıpkı Kritias’ın 2400 yıl önce dediği gibi, bu kurumlarda da bir gerici süreç hedeflenmek isteniyor. Yani Aleviler gibi çağdaş bir toplumda; gerici, ümmete dayalı suskun bir toplum yaratılmak isteniyor! Dahası Alevi toplumunda, haksızlıklara karşı sessiz kalınması, suya-sabuna dokunmadan sadece Kerbela kültü etrafında, İmam Hüseyin’e ağlanılması ve ruhen deşarj olunması yeterli görülüyor! Dikkat! Alevi toplumu pasifise ediliyor! Haksızlıklar karşısında kayıtsız-şartsız bir konumda tutulmak isteniyor! Dahası bozuk düzenin gizli bekçileri sıfatıyla yerlerinde oturmaları öngörülüyor. Bu yanlış gidişat, kesinilikle durdurulmalıdır!
Aleviler, siyasette aktif yer almalıdırlar. Bugün Alevilerin soykırımcı-katliamlardan geçirilmelerinin nedeni, günümüz koşullarında kendilerine özgü bir siyasi geleneklerinin olmayışındandır. Yazılı tarihte de yer alan ve Alevi Pirlerinin, büyüklerinin sürekli hayıflanarak anlattıkları erken dönem müslümanları arasında önemli bir olay var. Hakem olayı!
657 yılında Suriye’de, Fırat boyundaki bugünkü Rakka kentinin doğusunda yer alan Sıffin’de Halife Ali ordusuyla, Şam valisi Muaviye ordusu karşı karşıya gelir. Muaviye ordusu, mızraklarının ucuna Kuran sayfaları taktığı için, İmam Ali taraftarları; Kuran sayfalarına kılıç çekmeyerek, savaştan çekilirler. Yapılan müzakereler sonucunda iki taraftan da seçilecek hakemler tarafından, hilafet sorununun çözülmesi istenir. İmam Ali; daha önce valilik görevinden aldığı Ebu Musa el-eş’ari kendisine hakem tayin eder! Muaviye’nin hakemi ise siyaset erbabı Amr İbn-ül as olur. Hakemler, orduların karşılaştığı alanın ortasında buluşurlar. İmam Ali’nin hakemi; parmağındaki yüzüğü çıkararak, “bu yüzüğü parmağımdan çıkardığım gibi Halife Ali’yi, halifelikten çıkarıyorum“ demesiyle birlikte, Muaviye‘nin hakemi ise çıkarılan o yüzüğü alıp kendi parmağına takarak; “senin, Ali’yi halifelikten çıkardığın gibi parmağından çıkardığın şu yüzüğü, ben de parmağıma takarak Muaviye’yi halife tayin ettim!“ diyor. Dolayısıyla Halife Ali’nin halifeliği düşüyor ve Şam valisi Muaviye’nin halifeliği bu iki hakem tarafından, ordular-taraftarlar huzurunda böylece tescilleniyor.
“Sıffin savaşı“ ve akabindeki “Hakem olayı“, tarihsel süreçi içinde İslam coğrafyasında İmam Ali ve çocuklarını ve hatta taraftarlarını büyük bir kıyımla karşı karşıya getiriyor. Kim ne derse desin, bu olayda İmam Ali‘nin, siyaset biliminden anlamadığı, kendisini başat bir şekilde açığa çıkarıyor. Son bir hatırlatma daha; Siyaset teriminin kökü olan Siya; “kürekleri tersine kullanarak, deniz ortasındaki sandalı tersine yürütme“ anlamına geliyor. Alevi canlar, “Siya“ yöntemini değil, “siyaset bilimini“ iyi kullanmalıdırlar!