Dağların arasında bir köyde başladı çocukluğum. Biraz büyüdüğümde babam, bana para verir yağ, şeker, tuz gibi ihtiyaçları almam için bir akrabamızın yanında şehre gönderirken tembih ederdi “Oğlum şu dükkan da Hacı Yusuf amcan var, selamımı söyle şekeri, tuzu ondan al” bir başka dükkan tarif eder orada da “Hacı Mehmet amcan var ondan da yağ, un al, onlar güvenilir insanlar” derdi. Çocukluğumda duyduğum bu sözlerin etkisinden olmalı “Hacılara” bir güvenle büyüdüm.
Konuşmalarında bir sevecenlik, bir olgunluk yaşatırlardı. Atlarla, eşeklerle aylar öncesinden yola çıkarak giderlermiş Hac’ca. Yine aylar süren bir yolculuktan sonra dönerlermiş evlerine. Hac’dan döndükten sonra daha bir olgunlaşırlar, bir gönül dervişine dönerlermiş.
Kırkağaç’lı Arap Apo emmi ile tanımıştım bir gün. Gerçek adı Abdullah Uçsuz imiş. Kayadibi mahallesine oturan herkesin sevdiği tam bir sevgi dolu insan. O anlatmıştı bana. Kırkağaçlı birisi aylar süren Hac yolundan dönerken, Arabistan da bir köyden yolu geçer. Bu köyde çocuklar, gelip geçenlere satılırmış. Apdullah’ın dedesi Hasan’ı bu köyden satın alarak Kırkağaç’a getirmiş Kırkağaç’lı birisi.
Hasan biraz büyüyünce Kırkağaçlıları bir kaygı almış, Hasan Arap, siyah bir çocuk, kimse beyaz kızını bu Araba vermez diye. Tartışma sürerken, bir başka Kırkağaçlı da Hac’a gitmiş. Dönerken o da yolda satılan çocuklara denk gelince aklına çözülemeyen Kırağaç’ın büyük sorunu, Hasan’ın evlenmesi gelmiş ve bir kız çocuğunu alarak evine getirmiş. Daha sonra iki hacı evlatlıklarını güzel bir düğünle evlendirmişler. Abdullah’ın hayat hikayesi böyleydi ve bu hikayeden sonra Hacılara daha çok güvenmeye başlamıştım.
Önce dürüst Hacıları yok ettiler
Ülkemizdeki Sünni dindarlık 1970’lerden sonra Milli Nizam Partisi’nin kurulmasıyla hızla değişti. Din sermayesi olmayan bir kandırma aracına dönmeye başladı devlet katında. Ama aynı süreç bir toplumsal bilinçlenmenin de hızla geliştiği bir süreçti. Dindar çevre Devlet İstatistik Enstitüsü, Adalet Bakanlığı, Polis, Askeriye gibi yerlere yerleştiriliyor, sendika eylemlerinde sivil güç olarak kullanılır oldu.. Bunların işini daha kolaylaştırmak, toplumsal gelişmenin önünü kesmek için 12 Eylül cuntası gerçekleştirildi ardından.
İşte bu tarihten sonra o kendi kazandıkları ile hac’a giden güvenli hacıların yerini, çalıp, çırparak ceplerine doldurdukları paralarla hacı olanlar aldı. Lüks arabalarla havaalanlarına gidiyorlar, lüks otellerde kalıyorlar, lüks lokantalarda yiyorlar ve dönüyorlar. Sahtekarlıklarının üzerini “Hacı” ismi ile süsleyerek daha çok soygun, daha çok talan dönemiydi artık ülkemizde.
Daha sonra Türkiye’de iktidarı da ele geçirdiler ve dünyaya meydan okuyan mahallenin şımarık çocuklarına benzeyen, yalancı, üçkağıtçı, çıkarcı, talancı. kravatlı hacılar geleceğimizi belirlemeye başladı. Daha düne kadar yapmadığı kirli iş kalmayanlar bu gün hacı olarak konuşuyorlar her yerde. Akılları ceplerinde oldukları için her konuşmaları çıkar üzerine kurulu. Konuşmalarının topluma nasıl yansıyacağını, kullandıkları mevkinin bir ülkeyi temsil ettiğini, ağızlarından çıkacak her sözün seksen milyon insan adına olduğunu dahi hiçe sayan bir ölçüsüzlük örneği.
Şimdi de İnsanlarımızı bölüyorlar
Yıllarca Yugoslav arkadaşlarımla birlikte çalıştım. Her ay sonu birimizin evinde toplanır, yerel yemeklerimizi yer, sabahlara kadar sohbetler ederdik. İçlerinde çok güzel bağlama çalanlar da vardı. Slovenyalı Hüsso Hoziç’in sazını dinlemeye doyamazdık.
Bir gün geldi ve her şey bir anda başladı. Yıllardır birlikte yaşayan, çalışan Yugoslav arkadaşlarım birbiri ile konuşmaz oldular. Hatta çalıştıkları vardiyaları dahi ayırmaya başladılar. Sonra yedi parçaya bölünmüş bir Yugoslavya ve binlerce mezar, binlerce kayıp insan adı kaldı geriye. 20 yıl öncesinin hayatta kalabilen akrabaları, arkadaşları anılarıyla yaşıyorlar şimdi.
Daha üç yıl öncesine kadar bir arada yaşayan, birbirlerinin evlerin de çay içen, yemeklerini yiyen Avrupa’da yaşayan Türkiyeliler aynı durumda şimdi. İşyerlerinde, Alman ve Avrupalı düşmanlığı her gün yükseliyor. Dün sokağa çıktığımda, her gün daha karşıdan gelirken dostça selam veren yan komşumun sessiz, selamsız geçmesi korkunçtu.
Alevi Sünni ayırımı görülmemiş boyutlarda. Cami çevreleri Türkiye’den gönderilen Diyanet hocalarının propagandası sonucu iktidarın her yaptığını göklere çıkarırlarken, kendileri gibi düşünmeyenlere kindar gözlerle bakmayı öneriyorlar. “Alevidir, nasıl olsa iktidara karşıdır” anlayışı yerleşmiş durumda. Gençler oldukça gergin.
AKP’li olmayanların ardından düşmanca bakışlar, seviyesiz, çirkef kelimeler konuşulmaya başlandı. Türkiye Cumhurbaşkanı ‘nın ağzından çıkan insan karalamalar, buralarda bir başka havaya bürünüyor, herkes, bölücü, yıkıcı, katil diye suçlanıyor artık. Refrandum da “Hayır” diyeceğini söyleyenler Terörist, Darbeci, Fethullahçı, Ermeni, İslam düşmanı olarak ilan ediliyor, yetmiyor; Konsolosluklara ihbar ediliyorlar.
Tüm bu olanlar Alman Kamuoyu önünde yapılırken, Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli insanlarımızı iyi günlerin beklemediğini söylemiş olayım. AKP’nin yasaklanan propaganda konuşmalarını buradan okumakta fayda var…
Yargıda temizlik, üniversitelerde temizlik, orduda temizlik, devlette temizlik. adı altında kravatlı hacıların devletin her köşesini ele geçirdiğini, aydın, yazar, politikacı dolu hapishaneleri, baskıdan, hapisten kaçmak için kendilerini yurt dışına, sürgüne atanları, hukuk devletinin sonunu, özgürlüğün katledilmesini, muhalif basının susturulmasını, televizyonların kapatılmasını sanki Avrupalı hiç görmüyor sanıyorlar.
Bundan öteye Afrika’dan başka gidecek kapıları kalmayacağını bir anlayabilseler badem bıyıklı hacılar, kendi zalimliklerini görürseler. Hacı olmanın bir başka şey olduğunu anlatsa birileri onlara.
Kırkağaç’tan aylarca yol giden ve öleceğinden korktukları Arap çocukları evlerine getirerek bağrına basan, Soma’da güvencemiz olan Hacıları bir kez daha saygıyla anıyorum.
06.03. 2017 Oelde