- Hasan KAYA
İslam dininin egemen olduğu geniş bir coğrafyadaki üretim biçimleri ve bu üretim biçiminin şekillendirdiği üretim ilişkileri, İslam’da batılı anlamda bir reform hareketine ve demokratik bir siyasal iktidar modeline geçişin yeterli alt yapısı olduğunu henüz bize göstermiyor…
Batıda yaşanan ve reform ile sonuçlanan halk hareketleri ile Anadolu’da yaşanan halk hareketleri, özü itibarı ile aynıdır. Batıda feodal sistemin bir uzantısı ve devamı gibi olan Roma Katolik Kilisesi’ne karşı halk (köylüler), tepkisini farklı inanışlara yönelerek göstermiş ve sınıf mücadelesinin ideolojik alt yapısını oluşturmuştur. Eski yerel inanışların daha çok öne çıktığı ama kendisini yine de Hıristiyanlık içinde tanımlayan bir inanış şekillenmesine tanıklık etmekteyiz. Bu anlayış, kendisini Hıristiyanlığın dışında tanımlamak şöyle dursun, gerçek Hıristiyanlığın kendi savundukları ve uyguladıkları görüşündedir. Birçok köylü ayaklanmasının temelinde bu farklılaşma yatar.
“13. ve 14. yüzyılda, köylü ve yoksul kentli ayaklanmaları dalgası hemen hemen bütün Avrupa’yı kapladı. ‘Küçük çobanlar’ isyanı denen 1251 isyanını; Hollanda’nın Güneyindeki ve Fransa’daki 1320 halk hareketini; 1305 ve 1307 yılları arasında İtalya’yı sarsan ve Dolcino tarafından yönetilen hareketi; Fransa’da 1357 ve 1358’in Etienne Marcel ve Jacgueire ayaklanmasını; İngiltere’de 1381’de Wat Tyler İsyanını; Bohemya’da 15. yüzyılın başında Hussite’ler (hüscüler) devrimci hareketlerini belirtmek gerekir”[1]
Avrupa’da reform hareketlerinin başarısı ile sonuçlanacak süreç, derebeylik sisteminin bir parçası ve ideolojisi konumuna gelen Roma Katolik Kilisesi ile halkın, yani köylülerin sınıfsal anlamda karşı karşıya gelmeleri ile başlar. Bütün Avrupa’yı sarsan köylü ayaklanmaları bu mücadele içinde kendi dini anlayışını, diğer bir söylemle, kendi ideolojisini de oluşturur. “Çağın gereği mevcut üretim biçimi ve üretim ilişkilerinin değişmesi karşısında gösterilen karşı duruşlar niteliğinde olan bu başkaldırmalar, yine çağın gereği sınıfsal niteliği ile değil, dinsel karakteri ile tarihe yansımıştır.”[2]
Dinde reform hareketine kadar gidecek olan bu köylü ayaklanmaları; soyluları, derebeyi ve büyük toprak sahiplerini hedef aldığı gibi ruhban sınıfını da hedef alıyordu. Kiliseye ve kilisenin değerlerine karşı çıkmaktan çekinmiyor ve ağır eleştirilerde bulunuyordu. “Köpeklerin önünden kemiği al, boğuşmayı bırakacaklardır; kilisenin malını elinden al, kiliseden yana olan bir tek papaz bulamayacaksın” gibi ağır eleştirilere de rastlamak olanaklı.[3]
ANADOLU’DA KÖYLÜ AYAKLANMALARI
Yine aynı dönemde doğuda da birçok köylü ayaklanması yaşandığını görüyoruz. Bu köylü ayaklanmaları da dinsel bir söylem ve örtü altında olur. 8. ve 9. yüzyıllardan başlayarak yönetim ile halkın inanç anlayışı farklılaşır. bBu farklılaşmalar sürekli bir çatışmaya dönüşür ve art arda bir dizi ayaklanma yaşanır. 1090 Hasan Sabah hareketi, 1240 Babailer isyanı, 18 Aralık 1416 Şeyh Bedrettin ayaklanması, 1511 Şahkulu ayaklanması, 1512 Nur Ali Halife ayaklanması, Celali Ayaklanmaları 1518-1519 ve 1527 Kalender Çelebi ayaklanması bunlardan bazılarıdır.
Tarihe “Alevi ayaklanmaları” olarak da geçen bu ayaklanmalara katılan köylülerin inançları ile yönetimin inançlarının farklılaştığını görürüz. Ancak bu ayaklanmalar batıda olduğu gibi bir reform hareketine kadar gitmez. Farklı inançlarını, sürekli baskılar altında yaşayarak günümüze kadar korumuş olsalar da, batıdaki gibi kurumsallaşmış bir yapıya ulaşamadılar.
Avrupa’daki köylü ayaklanmaları döneminde ortaya çıkan birçok tarikat, geçmişin yerel inançları ile de şekillendirilen eşitlikçi ve yardımlaşmayı öne alan bir Hıristiyanlık anlayışını, Roma Katolik Kilisesine karşı Hıristiyanlığın özü olarak savunmaktaydı. Bu söylem bize hiç de yabancı gelen bir söylem değil. Çünkü Anadolu’daki köylü ayaklanmaları döneminde de eşitlikçi ve yardımlaşmayı öne çıkaran söylemin sıklıkla dile geldiğini biliyoruz.
Batıda, 16. yüzyıla gelindiğinde ağırlaşan sömürü ve yaşam koşularına dayanamayan köylülerin isyanı giderek daha da keskinleşmeye başladı. Tam da bu dönemde gelişen kapitalist üretim ilişkileri, feodal üretim ilişkilerini alt yapıda tasfiye ederek hâkim üretim tarzı haline geliyor, gelişmesinin önünde engel oluşturan, devlet yönetimi ve dini kurumların değişimini zorunlu kılıyordu.
Alt yapıda kıyasıya süren bu mücadelede Katolik Kilisesi bu savaşın dışında kalmadı. Çünkü hedeflenen soylular ve büyük toprak sahipleri gibi kilise de sahip olduğu topraklarla en büyük feodal egemenlerden birisiydi.
Köylü ayaklanmalarının temelini oluşturan sınıf mücadelesi sürecinde oluşan halkın dini inanç anlayışına sahip çıkan burjuvazi, kendi sınıfsal çıkarlarını daha iyi yansıtan Protestanlığa yöneldi.
Bu dönem, başını Almanya’da Luther’in, Fransa’da Calvin’in çektiği, kısa bir süre sonra da Avrupa ve İngiltere’yi saran reform hareketlerinin yaşandığı dönem oldu. Burjuvazi feodal toplumun ideolojik dayanağı olarak varlığını sürdürmeye çalışan Katolikliğe karşı mücadelesinde, Protestanlığı kendi ideolojik dayanağı yaparak, köylüleri ve emekçi yığınları da arkasına alıp mücadelesini sürdürdü. Bu hareket Almanya’da yenildi, Fransa’da ise başarıyla sonuçlandı. İngiltere’de burjuvazinin üstünlük elde ettiği bir uzlaşmayla son buldu.
Ama bir süre sonra Calvincilik de Fransa’da yenilgiye uğratıldı. Ne var ki alt yapıdaki kapitalist üretim biçimin zaferi ile sonuçlanan mücadele, er ya da geç üst yapıdaki zaferle sonuçlanacaktı. Bu anlamda reform hareketlerinin önü durdurulamazdı artık. “Endüstri döneminin ideolojileri, dinlerin siyasal egemenliğini azaltarak ama onları tümüyle inkâr etmeden, milliyetçilik üzerine kurulmuştur.”[4]
Bu reform hareketinin başını çekenler de bizzat Roma Katolik Kilisesi içinden gelen bazı din görevlileridir. Doğal olarak 13. ve 14 yüzyılda halkın daha çok yerel dinler ve inanışlardan oluşan tepkisel inanışları, giderek daha çok “kitabi Hıristiyanlıkla” yakınlaşır. Eski inanışlar ve inanışların bazı uygulamaları terk edilir. Burjuvazinin başlangıçta dine ve Katolik Kilisesine karşı olan tavrı sınıfsal çıkarlardan dolayı değişir. Muhalefette olan bir sınıfın tepkisel radikal çıkışları iktidara aday bir sınıfın daha olgun tepkisine dönüşür.
İSLAM VE İSLAM ÜLKELERİNDE REFORM
İslam ülkelerinde yukarıda da belirttiğimiz gibi bir dizi köylü ayaklanmalarının oluşmasına neden olan sınıfsal farklılık ve inançsal farklılık şekillenmiş ancak bu o aşamada kalmıştır. Anadolu’daki ayaklanmalar bize, geniş halk yığınları ile yönetici sınıfların dinsel inanışlarında farklılıkların oluşmasını ve birbirinden kopuşu göstermektedir. Anadolu’da üreten kesimler daha çok Alevi inancına sahip iken yönetim hep Sünni olmuştur.
Köylü hareketleri genellikle düzenin değişiminden söz etmekle birlikte, bu gerçek anlamda bir düzen değişikliği değildir. Bu daha çok geçmişe dönüş, bir zamanlar yaşandığı ve her şeyin daha iyi olduğuna inanılan “altın çağa” duyulan özlemidir. Oysa bu mitsel altın çağ hiç ulaşılmayacak bir hayalden başka bir şey değildir…
İslam ülkelerinde köylü hareketlerinin başarıya ulaşamaması ve bir reform hareketine dönüşmemesinin nedeni; ulusal burjuvazinin bu ülkelerde çok cılız veya hiç olmamasından kaynaklanır. Oysa batıda burjuvazi, feodalizme karşı kendi pazarına sahip olmak amacıyla verdiği savaşımda köylülüğü ve şehirlerin emekçi kesimlerini arkasına alarak dinde reforma neden olurken, milli devletlerin kurulmasının da öncülük eder. Bu süreç aynı zamanda halkın yerel inanışlardan oluşan inançlarının toparlanması ve resmi dine yakınlaşması demek olmakta.
Bütün bu tarihsel gerçeklerin ışığında, toplumsal dönüşümler veya yenilenme (reform) hareketleri ancak maddi bir temeli varsa başarıya ulaşabilirler, diyebiliriz. Bir gurup din adamının veya aydının, din veya bir başka konuda yapacağı yeni yorumların, o konuda insanlığın bilgi birikiminin zenginleşmesine katkısı olmasından başka, akademik bir çalışma olma değeri mutlaka vardır. Ancak bununla İslam’ı bir gurup din adamının veya aydının yeniden yorumlamasının İslam’da bir yenilenmeye (reforma) neden olabileceğine inanmak zordur.
Dinde reform veya siyasal iktidarın demokratik yeniden şekillenmesi, genel anlamda bir reform hareketinin başarısı ve demokratikleşme, bu değişimi zorunlu kılan ekonomik ve siyasal yapısal değişikliklerin, en sonu toplumsal bir değişim ve dönüşümün olmasıyla mümkündür. Ya da en azından bir devrimci gücün başarısı ile olanaklıdır. Buna en güzel örnek Kemalist Devrimdir.
Kemalist Devrim sonrası yapılan bir dizi reform, aslında bütün gücünü Devrimin kendisinden alıyordu. Öyle olmasaydı halkın benimsemediği şapka, hilafetin kaldırılması gibi radikal kararlar uygulanamaz, yeni alfabeye geçiş mümkün olamazdı.
Sonuç olarak; Türkiye’yi kısmen dışında tutarak söyleyecek olursak, İslam dininin egemen olduğu geniş bir coğrafyadaki üretim biçimleri ve bu üretim biçiminin şekillendirdiği üretim ilişkileri, İslam’da batılı anlamda bir reform hareketine ve demokratik bir siyasal iktidar modeline geçişin yeterli alt yapısı olduğunu henüz bize göstermiyor…
Bu maddi alt yapıdaki eksikliği görmezden gelerek ve Batıdaki reform hareketlerini örnek alarak yola çıkmak bir çıkmaz sokağa girmekten farklı değildir. 13. ve 14 yüzyılda başlayan ve uzun bir tarihsel süreç içinde Halk Hıristiyanlığının, kitabi diğer yorumlara (Ortodoksluk ve Katoliklik) yakınlaşması ile sonuçlanan ve Protestanlıkta ifadesini bulan süreci örnek alarak Aleviliği olduğundan farklı göstermeye çalışmak ve onu iradi olarak yeniden inşa etmek ne bilimseldir ne de ahlakidir.
[1] İlkel, Köleci ve Feodal Toplum / Zubristki-Mitropolski-Kerov Syf.185-186)
[2] (Bir Başka Gözle Alevilik Kızılbaşlık, Hasan Kaya Syf. 65.
[3] İlkel, köleci ve Feodal Toplum, syf 188-189)
[4] 17.08.2001 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi, Aydınlanma Tahip Erdoğan’a Sosyoloji Dersleri, Emre Kongar
*************
kaynak: gazeteduvar
**********
* Bu metinde yer alan fikirler yazarına aittir. alevinet’in yayın politikasıyla uyumlu olmak zorunda değildir.