Sevgili Asım Bezirci’nin yanına çıktım. Yanına oturttu, sımsıkı sarılmamı istedi. Sarıldım, yanaklarından öptüm. ‘Bu taşlamaların recm nedeniyle seni çok etkilediğini biliyorum. Bakalım şiirine nasıl yansıyacak?’ diye konuştu ve ‘Söz ver’ dedi. ‘Yazacaksın’…ivas Madımak’ta 2 Temmuz 1993 tarihinde Pir Sultan Abdal Anma Etkinlikleri için birçok aydın ve sanatçı bir araya gelmişti. Aziz Nesin’in konuşmalarını bahane gösteren dinci-gerici gruplar ise, aydın ve sanatçıların kaldığı Madımak Oteli’nin önünde toplanmış, oteli tekbir getirerek taşlamış ve yakmışlardı. Sivas Madımak’ta 33 kişi katledilmişti. Otel görevlisi 2 kişi de katliamda yaşamını yitirmişti. Sivas Katliamı’nın 24’üncü yıl dönümünde ise, Madımak Oteli’nden sağ kurtulan Zerrin Taşpınar, Sivas’ta yaşadıklarını gazetemize anlattı.
2 Temmuz’da Madımak Oteli’nde yaşadıklarınızı ve o anki duygularınızı anlatır mısınız?
O an diye bir şey yok. Otel öncesi var. Otelde geçen saatler, yangın dakikaları… Yaşayana bir ömür gibi gelen saatler… Olaylar başladığında öğle yemeğindeydik. Cumadan çıkanların “Aziz’e ölüm!”, “Kahrolsun Aziz” sloganlarıyla koşar adım lokantanın önünden geçtiklerini, kaldırıma çıkarak izledim. Sabah, Buruciye Medresesi’nde, kapıların altından atılan bildirileri, üç gazetenin manşetten duyurduğu yalanları okumuş, “Onlar Aziz Nesin’ in konuşmasını dinlememişler. Yazılanlar yalan ve halkı tahrik etmek üzere düzenlenmiş” demiştik hepimiz. Günler öncesinden hazırlanan bir tezgâhın varlığını sezmiş, kendimizi ‘Toplumun ayağına giden sanatçılar’ olarak tanımlayan bizler ilk şaşkınlığımızı o anlarda yaşamıştık. Lokantadan ayrılıp Kültür Merkezi’ne gidiyorduk ki, polis yolumuzu kesti ve bizi otelde daha rahat koruyabilecekleri gerekçesiyle yönlendirdi. Bekleyiş böyle başladı. Bir süre sonra, tedbir olarak Cahit Külebi ve Sami Karaören’i karayolları tesislerine götürmek üzere otelden ayrıldım. Zeki Büyüktanır da bize katıldı. Kalabalığın sesleri, sloganları yaklaşırken, üçünü bir taksiye bindirdim ve “Ben otele dönüyorum. Ölürsem de kalırsam da arkadaşlarımla olmak istiyorum” cümlesiyle onlarla vedalaştım. Bir süre valilik önündeki şeriat isteyen yığınları izledim ve otele döndüm. Yolda bir grup beni tanıdı, “Bu da onlardan” dedi. Nefesleri ensemde… Hiç bana dokunmadan… Otele kadar gittik…
Taşlanmalar başladığında hepimiz kesinlikle devletin güvenlik güçlerinin kalabalığı dağıtacağından, bizi kurtaracağından emindik. Heyecanlanan, ürken gençler ve hepimiz için Asaf, mızıka çaldı. Atılan taşlardan kırılan camlardan korunmak üzere, mevzilendiğimiz koridorlarda sohbetler ettik. Aklımız evde kalan çocuklarımızda. Bir ara, Alevi kültüründen geldiği için, bu güruhun neler yapabileceğini hepimizden önce kavrayan Lütfü Kaleli bana, “Bunlar kan dökmeden durmaz. Oteldeki herkesin adını, memleketini yazın lütfen” dedi. Ben onu karamsar bulsam da içten içe, listeyi hazırladım. Sanırım iki kopya yaptım. İki ayrı yere sakladık. İçeri girer hepimizi öldürürlerse, olay sonrası aramada tam liste bulunsun umuduyla.
En yoğun duygum; bu insanlıktan çıkmış adamlarla aynı havayı bile solumanın ağır geldiğiydi. Kötüler utanmaz ya. Onların yerine duyduğum utanç çok baskındı.
Katliamdan sonra fiziksel ve psikolojik olarak neler yaşadınız?
Katliam sonrası insan “Ben neden sağ kaldım?” sorusunu soruyor kendine durmadan. 40’lı yaşların başındaydım. Gençlerin ölümünden suçluluk duydum. Kurtulma anlarını yeniden canlandırarak, benim yerime gençlerden birinin şansı var mıydı sorgulamasını hiç bitiremedim. Çocuğunu yitiren ailelerin desteği olmasa ne yapardım bilemiyorum. Onlar çok sahip çıktı. “Sen canlı tanıksın. Yaşayacak ve adaleti sağlayacaksın” dediler bana. Dışarı çıktığım ve sokakları gördüğüm için, önemli bir tanıktım. Bu önemi şimdi AKP’li okul müdürleri vurguluyor. Beni okullarına sokmayarak ve yasaklı olmamın sıralamasında ilk yeri ‘Sivas’tan sağ kurtulmuş’ tanımına vererek…
Ama ilk aylar, oteli yakanlardan biri bana dokunabilir ve bilemem tiksintisiyle, Ankara’da otobüslere binemedim. İki oğlum beni arasına alıp ve kimse dokunamaz hale getirince bindim. 3 yıl sinemaya gidemedim. O alacakaranlık zamanını yaşamak istemedim…
Otel önünde toplanan kitleyi gördüğünüzde ne düşündünüz?
Lobide beklerken ilk taş atıldı ve bize odalarımıza çıkmamız söylendi. Odam yoktu benim. Lütfiye Aydın ve eşinin odasına çıktım. Üst katlarda bir oda. Pencereden baktım bir an, kalabalık var. Birkaç dakika sonra yine baktım, iki katı olmuş. Lütfiye’ye dedim ki: “Kuşlar filmini hatırlıyor musun? Kalabalık işte öyle artıyor.” Bir ara sesler kesildi, baktım sarıklı, cübbeli üç adam. Sesleri duyulmuyor ama önce dinledi yığın, sonra coştu. Sivas’a indiğimiz gece, otele girilen caddenin köşesinde yığılı taşları görünce, “Kentin hiçbir yerinde kaldırım çalışması yok. Burayı özellikle bitirmemişler. Şairler, yazarlar takılıp düşsün diye. Belediye başkanı Erbakancı ya” demiş ve fesatlık düşündüğüm için utanmıştım. Meğer o taşlar bizim için hazırlanmış orada. Siz bir kentte, 8 saat bir binayı taşlayacak kadar taşı topluca bulabilir misiniz?
Otel içerisinde geçen konuşmalar ne oldu o sırada?
İlk saatler… Koridorlarda iki kadın. Ellerinde birer çatal. “İçeri girerlerse, bununla kendimizi koruyamayız ama katilimin yüzünde iz bırakırım” dedi biri. Hayran kaldım ikisine de. Merdivende üç şair fotoğrafı var ya. İşte o anlarda ben de parmaklıktan sarkıp konuştum onlarla. Birimize bir şey olursa sorusuna Metin, “Kalanlar ölen için şiirler yazar” dedi. “O halde ben öleyim” deyiverdim. Behçet, bir kahkaha attı ve dedi ki: “Kadın şair ve gericiler. Sen ölürsen, biz senin heykelini dikeriz Ankara’nın ortasına” Sözümde duramadım. Sivas sonrası en çok buna ağladım. Sevgili Asım Bezirci’nin yanına çıktım. Yanına oturttu beni. Sımsıkı sarılmamı istedi. Sarıldım, yanaklarından öptüm. “Bu taşlamaların recm nedeniyle seni çok etkilediğini biliyorum. Bakalım şiirine nasıl yansıyacak?” Hepimiz yazacağız gibi bir şeyler gevelerken, “Söz ver, dedi. Yazacaksın” Vermek zorunda kaldım. Sonra kucakladı beni ve arkadaşlarımın yanına gitmemi istedi. Sonra anladım veda ettiğini. Ona yardım etmeye çalışırım, bana da bir şey olur diye de uzaklaştırmıştı. Sözcükler, sanat, insanlığın birikimleri… Bu üç anıdan daha özel, daha insani, daha sanatsal ne var ki dünyada?
Sivas’ta yaşanan katliamın ardından siyasetçilerin söylemlerini ve gazete manşetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hepsi sınıfta kaldı. Sivas olayları planlı, programlı, bu ülkedeki gerici potansiyelini sergilemek, toplumu bu acımasız kitleye karşı korkuyla doldurmak, yıldırmak üzere hazırlanmıştı. O potansiyel, AKP’yi iktidara taşıdı gücünü görerek. Toplum korkuyla, baskıyla, yalanlarla yönetiliyor yıllardır.
Sivas’ta önlem alınmaması, yargıdan karar çıkmaması sonrasında yaşanan saldırıları nasıl etkiledi?
Dinci-gerici kesim, cumhuriyetin ilk yıllarını bir yana bırakırsak, iktidarlar üzerinde hep etkilidir. Dünya tarihinin en kanlı, acımasız savaşları, en canice cinayetleri hep din kavgaları, inanç kışkırtmaları nedeniyle yaşanmıştır. Gerici ayaklanmalar, günümüzde İslam ülkelerini avucunun içine aldı çoktan… En iğrenç fotoğrafları servis ederek dünyaya, bir korku atmosferi yaratmak istediler, yarattılar. Kadın öldürümleri, çocuk tecavüzleri bu gerici kesimin güç kazanmasıyla nasıl yaygınlaştı değil mi? Bu kesime göre, Müslüman ve yetişkin erkeksen her şeyi yapabilirsin. Yeter ki camiye git.
Kimsenin elinin kanı, kiri camide aklanmaz. Sivas’ta binlerce kişi vardı taş atan, oteli kuşatan, sokaklarda şeriat isteyen… Yargılanmadılar. Akıllarınca dindar ve kindar bir iktidarın geçit törenini başlattılar. Sivas olaylarına katılan binleri tek tek bulsam da sorsam onlara, “Nasıl bir çıkar elde ettiniz? Mutlu musunuz elinizdeki isten, kandan? Çocuklarınıza 2 Temmuz’u nasıl anlatıyorsunuz? Gülüşerek yangını izlediniz ya. Elbet bir kıvılcım sıçramış ve düşmüştür hiç değilse düşlerinize? Nasıl bir duygu yanmak?”
Eda Narin/İstanbul