Alevilikte kadının yeri tartışmaları kuşkusuz anlam önemi olan, hatta Alevilik inancının bugününü ve geleceğini belirleyen başat bir konu olmaya devam ediyor. Alevilik, ReHaq ya da Kızılbaş, hangi adlandırma adı altında olursa olsun inanç olarak kendi tarihsel kökleriyle buluşmak isteyen Alevilik “inançta kadının yeri” tartışmasını daha cesur yapmak durumundadır. Bu anlamda illede “Aleviliğin en temel sorunu nedir?” diye sorarsak buna “Alevilik ve kadın sorunu” demek abartılı olmayacaktır.
Elbette ki Aleviliğin yol ve sürek anlamında yaşadığı tarihsel kırılmalar, soykırım gibi can alıcı süreçleri ve derin problemleri vardır. Ancak soykırım gerçekliğini bile ele aldığımızda yol bizi kadına götürecektir. Dolayısıyla Alevilikte kadının yeri ve sorunları tarihsel ve güncel yönleriyle ele alındıkça Alevilik kendi yolunu daha sağlam ve emin adımlarla bulacaktır. Bu duruma “Alevilik bir kadın inancıdır” ya da “bizde kadın ve erkek zaten eşittir” gibi söylemlere sığınma kolaycılığına girmeden bilimsel ve sosyolojik analizler yaparak ancak hakikatin izini sürebiliriz.
Tarihsel olarak Alevilik araştırmalarında ciddi birikimlere ulaşıldı. Birçok yazar yaptıkları araştırmalar ve yayınladıkları kitaplarla tarihe ışık tutacak önemli verileri açığa çıkardı. Aleviliğin ayrı bir toplumsallık ve farklı bir kültürel sosyalite olduğu tartışmasızdır. Bu farklılığın tarihsel olarak kökenlerini daha derinlikli olarak ortaya çıkarmak ve ete-kemiğe büründürmek gibi sorunlarımız vardır. Dolayısıyla Alevilikle ilgili yapılan tartışmalarda “kadın kimdir” sorusuna daha kapsamlı yanıtlar aramak ve bulmak önemli olmaktadır.
Bu sorumluluk başka hiçbir yerden beklentiye girmeden başta Alevi kadınlara düşmektedir. Burada elbetteki yol, yöntem ve metod sorunu önemlidir. Alevi kadınlar tıpkı dünyada yaşayan bütün kadınların verdiği cins mücadele deneyimleri gibi kendi özgün mücadele deneyimini yaratması kaçınılmazdır. Dünyada yürütülen kadın mücadele deneyimleri bizlere kadının kendi ezilmişliğiyle yüzleşmesi ve kendi mücadele deneyimlerini yaratarak ancak tarihsel özgür kimliğiyle buluşacağını salık vermektedir.
Dolayısıyla Alevi kadınlar sadece inançlarından dolayı değil öncelikli olarak bir cins olarak ezilmişliklerinin farkına vardıkça mücadele zeminlerini güçlendirmiş olacaklar. Hem kadın hem de Alevi oldukları ya da etnik kimliklerinden dolayı çoklu bir ezilmişlik sürecinden geçen kadınlar, bu çoklu kimliklerin özgürleşme sürecinin de iç içe, bir birbirinden bağımsız olmayan bütüncül bir mücadele süreci olduğu bilinciyle yol alabilecekler.
Sorunumuz sadece Alevilik değil, kadın ve etnik kimlik gibi ezişmişlik süreçlerimizin iç içe geçmiş olmasıdır. Ancak burada gözden kaçırmamamız gereken nokta ise bütün bu ötekiler içinde en öteki olanın kadın kimliği oluşudur. En dipteki kimlik bunun bilinciyle yaklaştığı oranda Aleviliğe ve etnik kimlik mücadelesine daha sağlıklı katkı sunmuş olacaktır. Örneğin bir Alevi kadının sadece inançtan yola çıkarak diğer kimliklerini ötelemesi Aleviliğin Yolu’na da hizmet etmeyecektir. “Ben bir Aleviyim, ben bir kadınım, ben bir Kürdüm” dediğimiz an, üçlü bir kimlik mücadelesinden bahs etmiş oluyoruz. Ya da Kürtlük yerine Türklük, Süryanilik, Türkmenlik gibi farklı kimlikleri de koyabiliriz. Sonuçta mevcut kimlikler ezilmişlik veya egemenlik üzerinden tanımlandığı için inkar edilmeseler bile sorunlu kimliklerdir. Kimliği sağlıklı inşa etmek özgürlükle kurulan bağ üzerinden ancak mümkün olabilir. Örneğin Kürdün ezilmesi üzerinden kendi kimlik inşasını yapan bir Türklük de problemli bir kimliktir. Kimliğin özür inşası ancak özgür toplumsallıkla mümkündür.
Dolayısıyla sadece “ben bir Aleviyim” deyip cins kimliğini görmeyen ya da kimliğinin farkında olmayan bir kadın Yol’un kendisine de ters düşmektedir. Ya da etnik kimliğin sorunlu taraflarını görmeden sadece inanç kimliğine sığınmak da yol’u parçalı kılacaktır. Bu anlamda kimlik mücadelesi bütüncüldür ve en dipteki özgürleştikçe diğer kimlikler de azade olcaktır.
Biz kadınların üzerinde tartışmamız gereken diğer bir konuda Alevilikteki can felsefesidir. Alevi inancı kendi toplumsallığını “Can” üzerinden oturtur ve “can” diye hitap eder. Böylece Alevi toplumu toplumsal eşitlilik temelinde can cana olarak, “hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için” mantığı içinde paylaşımcı yani komün bir tarzda yaşamayı esas alır. Dolayısıyla Alevilik “eşikten geçildiği andan itibaren herkes can’dır” der. Yani Can felsefesinde cins kimlikleri önemsizleşir, insan kimliği öne çıkar. Burada “önemsizleşir” derken anlamsızlaşır anlamında değil, kadın erkek eşitliğine, insan da “Bir olma” ilkesine dikkatimizi çeker. Özü itibariyle özgülükçü, eşitlikçidir. Aleviliğin en anlamlı hakikatlerinden biri kuşkusuz Can olma yaşayışıdır. Ancak
pratik karşılığı veya güncel yaşanan sorunlar Can olma haline uymamaktadır. Alevi toplumsallığı kendi tarihsel kökleriyle buluşma mücadelesi verirken aynı zamanda yeniden “can” olmak içinde mücadele vermektedir. Reel durum Aleviliğe bulaştırılan cinsiyetçiliğin veya ataerkil kültürün daha baskın olma gerçekliğidir. Bu anlamda her Alevi kadını ve erkeği ne kadar can olma ilkesine göre yaşamaktadır sorusu can alıcılığını korumaktadır.
Alevilikte toplumsal cinsiyet tartışmaları mevcut durumuyla oldukça sorunludur ve geridir. Bu durum sadece erkekler açısından değil, kadınlar açısından da böyledir. Handikap Alevi kadınların büyük oranda özgürlükle kurduğu bağın sorunlu olmasından kaynaklanmaktadır. Kendini büyük oranda özgür ve gelişmiş gören kadın gelişmeyi durduran kadındır. “Ben iyiyim, şuna buna göre daha ileriyim, özgürüm, rahatım” diyen kadın özgürlükten vazgeçmiş kadındır. Bu anlamda Alevi kadınlarında yaşanan bu özgürlük yanılsaması Alevilikte ki ataerkil yönlerin sorgulanmasını da engellemekte, yolun kadın yüzünü zayıf ve görünmez kılmaktadır. Ya da bu durum salt söylemde kalmaktadır. Alevilik ve ataerkillik ya da toplumsal cinsiyetçilik tartışmalarında daha cesur ve radikal yüzleşmemizi bekleyen güncel, tarihsel derin sorunlarımız bulunmaktadır. Bu anlamda yapılacak tartışmalar “alevilik özünde bir kadın inancıdır” söylemlerinin de altını dolduracaktır. Aksisi oldukça yüzeysel bir yaklaşımı açığa çıkaracaktır, ki mevcut durumda yaşanan bu yaklaşımdır. Alevilik cins olarak kadına dair iddialı özgürlükçü söylemlerini pratikte de altını doldurarak tarihsel geleneği yeniden güncellemiş de olacaktır.
Örneğin Alevi derneklerinde ya da Alevi hareketinde kadının ciddi bir emeği olduğu halde görünür olmaması ya da siyasal Alevi hareketinde Alevi kadın temsiliyetinin neredeyse parmakla sayılması, kadınların pratiğe rağmen kaba anlamda “ev kadını” kimliğine haps edilmesi oldukça sorunludur ve Aleviliğin kadına dair radikal söylemlerin inandırıcılığını zedelemektedir. Gerek Türkiye’de gerekse de Avrupa zemininde FEDA dışında neredeyse eşbaşkanlık kurumunun olmaması Aleviliğin Yol’una da, ilkelerine de, felsefesine de aykırıdır. Hatta bir çok Alevi derneğinin eşbaşkanlık dayatmaları karşısında “HDP modelini bize dayatıyorsunuz” deyip konuyu muğlaklaştırıp, red etmenin kurnazca bir zeminini yaratmaları da oldukça düşündürücü ve üzcüdür. Bu tarz bakış açıları Alevilik felsefesine olan yabancılaşmanın da düzeyini ortaya koymaktadır. Can olma ilkesini kurumsal anlamda red eden bir zihniyet açıktır ki ataerkildir, cinsiyetçidir, gericidir.
Dolayısıyla “hak alınmaz kazanılır” ilkesi herkesten daha fazla biz kadınlar için canalıcıdır. Alevilik inancını olduğu gibi korumak yada kabul etmekten ziyade Aleviliğe bulaştırılan ataerkil kültürü göz önünde bulundurarak burada da mücadele etmemiz gerektiği gerçeğini göz önünde bulundurmak zorundayız. Yanlış giden bir şeyler varsa elbetteki bu Aleviliğin de özüne terstir ve mücadele edilerek, Öz’e dönüşü sağlayarak Aleviliğe en büyük katkıyı sunmuş oluruz. İnanın Alevilik dıştan yapılan saldırılarla değil kendi içindeki zaaflı yönlerini aşarak ayakta kalabilir. Kendi içinde zayıf, sorunlu, kendi yoluna ters bir mantaliteyi yaşatan bir inanç zaten her türlü darbeye açıktır. Ancak örgütlü, eşitlikçi, özgür bir Alevilik bütün ideolojik ve soykırım temelli saldırılar karşısında ayakta durabilir ve her seferinde daha da güçlenerek çıkar. Dolayısıyla Yol ancak kadın üzerinden düzeltilebilir. Kültür kadın üzerinden aktarılır. Alevilik eşitlikçi, özgür bir toplumsallık olarak yaşamak istiyorsa kadının aynasından kendine bakmayı yeniden başarmak zorundadır.
Yol eğer kadın da zedelenmişse yeniden kadının hakikatinde inşa etmek bu süreçte yapacağımız en anlamlı özgürlük çalışması olacaktır. Alevi toplumsallığının diğer yarısı olan erkekler ise “biz de ayrım yoktur” söylemine sığınma kolaylığına düşmeden toplumsal cinsiyetçilik ve ataerkillik tartışmalarına daha cesur katılarak özgürlük inşasında daha ilkeli yer alabilmeyi yolun gereği olarak görmelidir. İşte o zaman “can olma” felsefesinde daha rahat ve özgürce buluşabiliriz.
Her türlü kapitalist dejenerasyona ve Ortadoğu dini faşizmine karşı Alevilik ancak tarihsel özünde taşıdığı özgürlük, eşitlik, adalet, bireyciliğe karşı toplumsallık, egemenliğe karşı ortakçılık, komünalite gibi değerlerini yaşatarak aydınlanmacı iddiasını koruyabilir. Tarih bir kez daha Ortadoğu’nun ortaçağında Alevilere tarihin aydınlık yüzü olma misyonu yüklemiştir. Bu da ancak kadının özgür toplumsallığıyla mümkün olacaktır.