Serhad Eyalet Lordu’nun açığa çıkardığı “Ölürüm Türkiyem” müziğinin çalındığı “Dayê daye” eserinin sahibi şair Gernas Koçer, hem sözleri hem müziğin tarihini anlattı. “Yüzde 100 çalıntı” diyen Koçer, eseri Koma Niştimanperwer ile birlikte Batman’da bir evde korsan bir şekilde kasete aldıklarını söyledi.
Sosyal medya fenomeni Serhad Eyalet Lordu’nun Mustafa Yıldızdoğan’ın “Ölürüm Türkiyem” şarkısının müziğinin çalıntı olduğunu ifşa etmesi ardından başlayan tartışmalar devam ediyor. Müziğinin çalındığı belirtilen “Dayê daye” stranını 1990 yılında Batman’da korsan bir şekilde kasete kaydettiklerini söyleyen ve stranın sözlerini yazdığını belirten şair-yazar Gernas Koçer (Reşid Yılmaz) İsviçre’de yaşıyor. Serhad Eyalet Lordu’na talan edilen müziğin ifşası için teşekkür eden Koçer, arşivlerde yanlış yer almasını istemediği için bir şeyi düzeltmek istediğini söylüyor ve ekliyor: “Medyada Koma Dengê Qamişlo’nun 1986’da seslendirdiği şeklinde yazıyordu. Ancak bu eserin şiirini 1990’da Cudi’de şehit düşen arkadaşlar üzerine yazdım ve melodisini oluşturup Koma Niştimanperwer ile birlikte 1990 yılında Batman’da bir evde korsan bir şekilde doldurduk.” Gernas Koçer, kayda aldıkları kaset, talan edilen kültür ve çalışmaları hakkında dihaber’e konuştu.
* Reşit Yılmaz yani Gernas Koçer kimdir?
Botan bölgesinin büyük aşiretlerinden olan Didêran aşiretindenim. Önceleri ailem Botan’dan Van, Bahçesaray ve Çatak yaylalarına giderdi. 1973 yılında koçerliği bıraktık ve Batman’a yerleştik. Ben hem okul okuyordum hem de Arapça öğrenmek için medreseye gidiyordum. Bir süre sonra okulu bırakıp sadece medreseye yoğunlaştım. Okumak için o dönem meşhur medreseleri bulunan Cizre’ye gittim. 7-8 sene burada tanınan tarihçi Mele Evdirehmanê Xendekî ve güzel sesli, şair, büyük alim olan Mele Evdilayê Dêrşewî’den dersler aldım. Cizre’de Melayê Cizîrî, Feqiyê Teyran, Ehmedê Xanî gibi zatların feyzini, Kürt ulusal ruhunu bu seydalarımızın sayesinde tanıdık.
* Cizre’de okuduğunuz yıllar aynı zamanda Kürt hareketinin yeni yeni yayılmaya başladığı dönemlere denk geliyor…
12 Eylül Askeri Darbe döneminde öğrenciydim. Medresede Arap edebiyatını okuyordum. Darbeden sonra da Cizre’deydim. Yine Cizre Serhildanı’nda (Cizre Direnişi) ilçede bulunuyordum. Bu nedenle Cizre Direnişi’ne tanıklık ettim. Tanıklığımı ‘Berxwedana Cizîrê’ ismiyle şiire döktüm. O şiirdeki her söz gördüklerim ve yaşadıklarımdır. 1988-1989 yılına kadar medreselerde Arap dili ve edebiyatı, Kürt edebiyatı eğitimi aldım. Tabi medresede sadece din eğitimi almıyorduk. Yanı sıra felsefe ve tarih dersi de alıyorduk. İlk defa Mem û Zîn destanını Mele Evdilayê Dêrşewî’nin verdiği dersle tanıdım. Mem û Zîn’in ne olduğunu, Ehmedê Xanî’nin duygularını öğrendikçe, Kürt edebiyat ve sanatına ilgim arttı. O dönem tabi Ehmedê Xanî gibi şahsiyetlerden hiç söz etmeyen medreseler de vardı. Bunlar Kürt dili ve edebiyatından hiç söz etmezlerdi. Ancak ben şanslıydım, bu 2 seydanın yanında okuduğum için. Onların sayesinde bu bilgelerin takipçisi olmam gerektiğini öğrendim.
* Kürt medreselerinden söz edilince genellikle ulusal bilincin gelişkin olduğu ve yayıldığı mekanlar olarak da not düşülüyor…
Evet öyleydi. O medreselerde 3 temel eğitim verilirdi. Din eğitimi, şeriat, hadis gibi eğitimler alıyorduk. Ancak bunun yanı sıra Kürt şair ve yazarların eserlerini, Kürt edebiyatı ve dilini de öğreniyorduk. Melayê Cizîrî, Mem û Zîn, Feqiyê Teyran’a mazhar oluyorduk böylece. Bu da doğal olarak bir ulusal bilincin gelişmesini beraberinde getiriyordu. Yani Kürt ulusal ruhunun edebiyatla yeşerdiği mekanlardı medreseler.
* Sizi şiir yazmaya sevk eden de bu anlattıklarınız mıydı?
İlk şiirimi Cizre’de 85-86 senesiydi sanırım yazdım. Cudi Dağı’nın eteğinde Şax diye bir köy vardı ve bir ihbar sonucu bir arkadaş bulunduğu evde öldürüldü. Cenazesi ilçeye getirildi ve bizler de dini vecibeler için hazır bulunmak istedik. Cenaze için Kuran okumak istedik. Ancak devlet izin vermedi ve bu beni etkiledi, öfkeye neden oldu. Aynı gece bir şiir yazdım ve o arkadaşın mezarına giderek, başucundaki mezar taşına bağladım. Yazıya döktüğüm ilk şiirimdi.
* Şiirinizin ismi ve içeriği neydi?
Şiirin ismi Nevîno idi. Arkadaşımızın öldürülmesine neden olan ihanetçiyi anlatıyordu. İhanetin hesabının sorulacağı işleniyordu. 5 sene sonra da şiirde yazdığım gibi oldu.
* Daha sonra şiirler yazmayı sürdürdünüz tabi…
Kimi eserlerim yayınlandı ama çoğunu da yayınlayamadım. 1991-1992 yıllarıydı sanırım yine özgürlük mücadelesinde yaşamını yitirenler için bir şiir yazdım. Bu şiir uzun süre cenaze törenlerinde okunuyordu. Yine Hasankeyf’in sular altında kalacağı tartışmaları yoğunlaşınca ‘Hesenkêfa min’ diye bir şiir yazdım. Bu durum beni çok üzüyordu. Çocukluğumun tarihi mekanı, çokça dolaştığım gezdiğim Hasankeyf’in sular altında bırakılacağına tepkimi ancak bir şiirle gösterebildim. Yine Dengê Kurdistan radyosu için 20 bölümden oluşan şiir diliyle Şerê Kundan û Qijikan (Karga ve Baykuşların Savaşı) ismiyle fabl olarak yazılmış bir eser hazırladım ve radyoda yayınlandı. Yine çocuklara hitap edebilmesi için şiirsel olarak Destana Kawayê Hesinkar’ı (Demirci Kawa Destanı) radyo için hazırlayıp okudum.
* Söz ettiğiniz bu 2 eseriniz daha sonra kitap olarak da yayınlandı…
Destana Şerê Kundan û Qijikan Nubihar yayınlarından, Destana Kawayê Hesinkar çalışmam ise Aram Yayınları tarafından kitaplaştırıldı. Yine çocuk ve gençler için bir divan yazdım ve Kulîlk ismiyle Nubihar Yayınları tarafından neşredildi.
* Talan edilen Kürt müziği ve kültürüne gelirsek. Serhad Eyalet Lordu’nu biliyorsunuz sosyal medya üzerinden şimdiye kadar çok sayıda Kürtçe müziğin çalındığını ifşa etti. “Ölürüm Türkiyem” parçasının müziğinin de çalıntı olduğunu söyledi ve bunun üzerine kendisiyle bir röportaj yaptık. Ardından Amed Polat aracılığıyla yayınlanan, çalındığı belirtilen “Dayê daye” müziğinin sizin yayınladığınız kasete ait olduğu belirtildi. Siz bundan ne zaman haberdar oldunuz?
Mustafa Yıldızdoğan’ın yıllarca pantürkizm ve faşizmi yaygınlaştırmak için parçada kullandığı söz konusu müziğinin yüzde yüz çalıntı olduğunu gördüm. Kendim daha önce söz konusu parçayı doğru düzgün dinlemiş değildim. Evet, kulağıma çalınmıştı ancak dikkatlice dinlememiştim. Hatta bir arkadaşım bir ara ‘Parçalarınız çalınıyor değiştiriliyor’ diye yakınmıştı ve kendisine ‘Sahipsizdir de ondan. Hatta kimse bu parçaların kime ait olduğunu bile bilmiyor. Birileri de çıkıp kendisine mal ederse şaşmam’ demiştim. Ancak Serhad Eyalet Lordu ile yapılan röportajı görünce parçayı yeniden ve dikkatlice dinledim. İlk kaydımıza baktım defalarca dinledim. Ve gerçekten de apaçık bir hırsızlık olduğunu gördüm. Sizin aracılığınızla da Serhad Eyalet Lordu’na yaptığı bu duyarlı iş için teşekkür ediyorum.
* Bize biraz “Dayê daye” şiiriniz ve bu şiirin strana dönüştürülme hikayesini anlatabilir misiniz?
Bu stranın sözlerini 1990 yılında şiir olarak yazdım. Şiirde Cudi Dağı’nda Kürt özgürlük mücadelesinde yaşamını yitiren kimi arkadaşlar anlatılıyor. Daha sonra Mihemed Eliyê Koçer ve Bawer arkadaşlar bu şiirimi kasete almak için benden istediler. Çünkü o zamanlar Berxwedana Cizîrê şiirim de strana dönüştürülmüş onun hazırlıkları yapılıyordu. 1990 yılının kışında bu kaset dolduruldu ve ‘Dayê dayê’ parçası da böylece o kasette yer aldı. Mustafa Yıldızdoğan da 24 sene önce o parçayı çıkardığını söylüyor. Yani bizden 3 sene sonra.
* Cudi’de yaşamını yitiren gençler üzerine yazdığınız bir parçanın melodisini niye milliyetçilik ve ırkçılığı yaymak için çıkarılan bir parçada kullansınlar ki?
Bu parça ve kasetteki diğer parçalar Cizre’de, Botan bölgesinde çok seviliyordu. Neredeyse herkes bu parçanın melodisini biliyordu. Hatta bunun için arkadaşlar beni kutladılar. Kasetin Botan’daki her eve bir bildiri niyetine girmesi gerektiğini söylediler. Korsan bir kasetti. Tabi kısa sürede yayılınca devlet bunu fark etti. Muhtemelen nasıl olsa korsan bir kasetin bandrolü olmaz, sahipleneni de olmaz. Varsa da sahibi ya öldürülmüştür ya da tutuklanmıştır diye düşündüler. Korsan radikal bir kasete kimsenin sahip çıkamayacağını da düşünerek müziğini çaldılar. Yani ‘madem siz bu stranlar ile mücadeleyi yayıyorsunuz biz de melodinizle faşizmi yükselteceğiz’ mesajı vermeye çalışmışlar.
* Tekrar kayda aldığınız kasete dönersek. Sözünü ettiğiniz Mihemed Elî Koçer ve Bawer bu kaseti ne ve kimin adına çoğalttı?
Tabi kasette benim de okuduğum bir şiir var. Grubun ismi Koma Niştimanperwer idi. Elî ve Bawer stranları okuyordu. Yine Bawer bağlama çalıyordu. O dönem kayıt yapan teyp bulma sorunu da vardı. Biz de bir teyp temin ettik. Kaseti doldurduğumuz gün başka kişiler de odada vardı. Yanılmıyorsam Berxwedana Cizîrê parçası okunduğunda odadakiler de eşlik ediyor. Ancak kasette parçaları esas seslendirenler Eli ve Bawer’dir.
* Sözünü ettiğiniz kasette kaç stran vardı?
Hatırladığım kadarıyla ilk parça Berxwedana Cizîrê idi. İkincisi müziği çalınan ‘Dayê li Cudî tifing li singê min ketî’ ile ‘ARGK artêşa me ye li cîhanê daye deng’, ‘Meyne noş im, Xanê Dimdim’, ‘Cergê min Sotî ji pêtê evîna te’… Yani iki-üç parça daha vardı. Yanılmıyorsam 8-9 parçadan oluşan bir kasetti.
* Koma Niştimanperwer’in bu ilk kasetinin bir ismi var mıydı?
Kaset korsan olarak kaydedildiği için herhangi bir isim de kasetin üzerinde yoktu. Bu kaset yayıldıktan sonra, birilerinin bunu kimilerinin adına Antep’te çoğalttığı ve ticaretini yaptığı duyumları aldık. Ama ben görmedim bunu tabi. Kasetlerin tamamı bir kasetten çoğaltıldı. Hatta kaseti doldurduğumuz gün gittiğimiz bir evde, arkadaşın biri kendisine bir kaset doldurmak istedi. Oynatma düğmesine basacağı yerde kayıt düğmesine bastı ve ilk parça olan Berxwedana Cizîrê’nin birkaç saniyesi silindi. Yeniden kaset doldurma imkanımız ve zamanımız olmadığı için kaset öyle yayıldı.
* Sözünü ettiğiniz bu kaseti nerede kayda aldınız?
Batman’da Koçerler (Bağlar) mahallesinde tek katlı kerpiç bir evde kayda aldık. Günlerce, aylarca yapılan hazırlığın ardından toplandık. Çocukların tamamını evden çıkardık ve kayda başladık. Kasette Cudi Dağı’na seslenen ‘Çiyayê delal û hêja’ diye bir şiirim var. O parçayı şiir olarak ben okuyorum nakaratını da Elî ve Bawer okuyor. O şiirde Cudi’ye hazırlan misafirlerin sana doğru geliyor diyorum. Büyük zorluklarla o kaseti doldurduk.
* Koma Niştimanperwer daha sonra da yeni kasetler çıkardı mı?
Bu kaset çok çoğaltıldı. Daha sonra Hizbul-kontra denilen Hizbullahçılar piyasaya çıktı. Ben o zaman bir şiir yazdım ‘Ey nezanên paşverû hûn dibên em sofî ne / lê belê em dizanin neyaran hûn kirî ne’ (Ey gerici cahiller, kendinize sofî diyorsunuz ancak bizler sizin düşman tarafından satın alındığınızı biliyoruz) diye. Ben bunu kalabalık bir ortamda okudum. Mihemed Elî ve Bawer bu şiirimi benden istediler. Ben de bunu okumalarının tehlikeli olabileceğini söyledim ama ‘biz okuruz’ dediler. Yeni bir kaset çıkarma kararı aldıklarında ben de başka birkaç şiir daha verdim. Gruba bir kadın da dahil oldu ve ikinci kaseti çıkardılar. Kasetin ismini de kendilerine verdiğim ‘Zulm û Zor’ parçasından aldılar. Bu kaseti de Batman’da 1991 yılının son günlerinde bir başka mahallede kayda aldık.
* Daha sonra ne oldu?
Kaseti dolduranlar dağıldı. Yine kimileri o kasette çalınan parçaları alıp sözlerini değiştirerek kendi adlarına yayınladılar. Bu işin ticaretini yaptılar. Sofîkleri de (Hizbullahçı) çok rahatsız etti bu kaset. Kontralar bu kasetin yasaklanması için baskı uygulamaya başladılar. Batman’da çok değerli bir arkadaş vardı bu kaseti satan. Hizbullahçılar birkaç defa onu bu kaseti satmaması için tehdit ediyorlar. O da ‘günde 50 kişi bana uğruyorsa bunun 49’u bu kaseti satın alıyor. Ben rızkımı bu kasetlerden kazanıyorum’ diyor. Ve bu baskılara boyun eğmediği için kontralar tarafından öldürüldü. İsmi Reşit’ti Mamedi Koçerlerindendi. Tek suçu o kaseti satmaktı. Kontralar onu mücadelenin bir temsilcisi olarak görüyorlardı ki öldürdüler. Tabi kendilerinin de o dönem Zennûnları vardı. Her köşe başında müzikleri çalınırdı. Kürt melodilerini onlar da çalıp üzerine dini sözler yazıp adına da ilahi deyip satıyorlardı. Bu şekilde kendilerini hissettiriyorlardı. Kendim de o dönem aranıyordum.
‘Zulm û Zor’ şiirinin müziğine de Mihemed Eliyê Koçer yaptı. Şiirde ‘rojekê ev zulm û zor wê rabe ji Kurdistanê / Herkes wê bê warê xwe rizgar bibe / Êdî nayê xwar û çep dewr û çerxên felekê / Her ji bo na me rast e dewlet li serê PKK’ê.’ (Bir gün Kürdistan’da bu zulüm ve zorbalık son bulacak, herkes topraklarına geri dönecek. Feleğin çarkı artık eğri büğrü dönmeyecek bu da PKK sayesinde olacak). Tabi daha sonra o grup dağıldıktan sonra grubun üyesi olan kadın aynı şiiri aldı kendi adına yeni bir kaset çıkardı ve sözlerini değiştirdi. Bir röportajında da benim şiirim için ‘hayal ettim’ yazdım dedi. Muhtemelen sahibinin hayatta olmadığını düşündü. Olsun dedim. Bir şeyler üretsinler de gerisi önemli değil deyip peşine düşmedim.
* Mihemed Elî ve Bawer’in akıbeti ne oldu?
M. Elî’nin hala ülkede olduğunu ve normal bir yaşam sürdüğünü biliyorum. Bawer de Rojava’da. Bazen görüştüğümüz oluyor. Hatta geçenlerde bu hırsızlık meseleleri çıkınca bir diyalogumuz oldu. Bana ‘Değerlerimiz ayaklar altına alınmış tarumar ediliyor niye sahip çıkmıyorsunuz. Sizin bizden daha fazla imkanlarınız var’ dedi. Ben de haklı olduğunu ve sahip çıkmaya çalışacağımızı söyledim.
* Değiştirildiğinden haberinizin olduğu başka parçalarınız var mı?
Son yıllarda Berxwedana Cizîrê parçası yeniden kayda alınıp piyasaya çıktı. Mem û Zîn grubundan değerli bir arkadaşımız Rezan Batû okumuş klibini çekmişler. Okudular ancak hala kime ait olduğunu belli ki bilmiyorlar, hikayesini nasıl kasede alındığını bilmiyorlar. Tam istediğimiz gibi olmasa da uğraşmış. Çalınan kültürümüz konusunda bizler birbirimizin derdini anlayabiliriz. Toleranslı davranabiliriz ancak düşmana aynı müsamahayı gösteremeyiz. 5 bine yakın stranımız çalınmış. Düşünsenize pantürkizmi, faşizmi zirveye çıkarmak için kullandıkları ‘Ölürüm Türkiyem’ parçasının müziğini dahi özgürlük mücadelesinin bir ürünü olan parçadan çalıyorlar. Bunu kabul etmiyoruz. Yüzlerine haykıracağız. Utanmayabilirler burunları yanmayabilir ancak ürünlerimizi emeğimizi çalıyorsunuz diyeceğiz. Hiç olmazsa bir gün bir konserde bu parçayı okuduklarında birileri ‘siz bunu çaldınız’ diyebilecek. Ve bu kamburla yaşayacaklar.
* Hukuki anlamda bir arayışın içine girecek misiniz?
Bu konulara hakim uzman avukatlar bulup takipçisi olabilmeleri için vekalet vereceğiz. Bu kasetleri bizler o zaman kariyer için, ticaret için çıkarmıyorduk. Gizli çıkarıp çoğaltıyorduk. Üzerinde herhangi bir isim yoktu. Bu stranlar Kürt edebiyatının ruhuyla mücadele temelleri doğrultusunda üretiliyordu. Size gönderdiğim ilk kayıt örneğinden de uzmanlar isterse daha eski olduğunu görebilirler. Bizim 90’da çıkardığımız kasetteki müziği Mustafa Yıldızdoğan 93’te kasetine koymuş. Bizler o parçayı nasıl şehitlerimizin ruhlarını yad etmek için ürettiysek, onlar da intikam alırcasına melodisini çalarak şovenist bir parçaya uyarladılar. Bunun içerisinde başka hesaplar da var. Bu sıradan bir hırsızlık vakası değil.
* Bazıları Botan nere İstanbul nere diyebilir. Size göre bu müzik Yıldızdoğan’a nasıl ulaşmış olabilir?
Bu kaset Botan bölgesinde çok dinlenen bir kasetti. Rahmetli Dilgeş’in Muxtaro kaseti en fazla dinlenen ve beğenilen kasetti. Hemen sonrasında bizim kaset geliyordu. Halk çok teveccüh ediyordu. Bizlerin radikal bir esere sahip çıkamayacağını düşündüler. Kontra ve yerel işbirlikçileri sayesinde bu parçanın müziğini çalıp kullandılar. Bu çok kolay bir yöntemdir. Zaten kendi sanatçıları da Kürt bölgelerinde binlerce yıllık melodiler bulunduğunu bunları derleyip toplayıp müziklerine uyarladıklarını yani çaldıklarını itiraf ediyorlar.
* Sadece stranlar ve melodileri mi sahipsiz…
Sahipsiz bir halkın sahipsiz melodileri. Sadece müziklerimiz çalınmadı; folklorumuz, şiirlerimiz, hatta şair ve yazarlarımız bile çalındı. Divanları ürünleri hala arşivlerinde ve paylaşmıyorlar. Örneğin Ebûl-iz El Cezerî kimdir. Onlara sorarsanız Türk’tür. Kimse bunu Cizîra Botanlı olduğunu söylemez. Bir filozof, fizik ilmi ile uğraşan bir bilim insanı. Kürt’tür ve Cizrelidir. Yine Ebû Muslimê Xoresanî İslamiyeti ayakta tutan bir kişilik ancak Kürtlerle alakası yok diyorlar. Aslında tarihimizi, değerlerimizi tarumar etmişler. Bir melodiyi çalmak deryada bir damla gibidir. En kolayıdır.
* Bunu önlemenin bir yolu yok mu?
Eğer bir akademimiz olsaydı Kürdün eserlerini kayıt altına alan bir kurumumuz olsaydı bu kadar kolay çalamazlardı tabi ki. Eserler sahiplerine göre mühürlenseydi arşivlenseydi değerlerimizi tarumar da edemezlerdi. Ne yazık ki bu sahipsizlikten dolayı başımıza bunlar geliyor.
* Talan edilen müzikten söz ettik ancak bir de tarih yerle bir ediliyor. Elodino Kalesi yok oluyor, yine Hasankeyf’in dinamitlerle yerle bir edildiğine tanıklık ediyoruz. Sizin tarihi anlatan şiirleriniz de var, tıpkı “Hesenkêfa min” gibi. O görüntüleri gördüğünüzde neler hissediyorsunuz?
Elodino Kalesi, Hasankeyf, Finik Kalesi ve daha yüzlercesi bu halkın onur ve değerleridir. Her bir eserimizin bir hikayesi olduğunu biliyorlar ve aslında yok etmek istedikleri bu bellektir. Elodino Kalesi’nin öyküsü Mezopotamya’nın onur hikayesidir. Mirlerin döneminde halkımızın kutsal ve onurlu gördüğü bir şahsiyetin sembolüdür. Bu eserler taşlardan ibaret değil. Korunması gerekiyor.
Yine Hasankeyf de öyle. Şiirimde ‘Gelek şaristanî li ber hembêza te xemilî ne bi xeml û xêza te. Xwezî kevirên te biaxifiyana li ser dîrokê bigota kanî çi dîtine Gutî û Kardox / ew kîne ka kîne Hurî Med û Sûbarî / ka çikirine li ser vî warî.’ (Keşke taşların konuşsa da Gutî, Kardox, Hûrî, Med ve Subarîler neler yapmışlar da anlatsalar) diyorum. Yani anlatmakla bitmeyen bir geçmişe sahip.
O tarihi eserlerin konuşabilmesi, yaşadıklarını nesilden nesile aktarabilmesi için Hasankeyf’in korunması gerekiyor. Halkımız eğer tarihine hakim olmuş olsaydı akşam yemek sofrasından fırlar gider göğsünü o eserlere siper eder yıkılmasına izin vermezdi. Tıpkı Milletvekilimiz M. Ali Aslan gibi. Ancak nereden bilebilirler ki o Hasankeyf’te neler yaşandığını, Eyyubilerin, Merwanilerin, Bavê Kurê Dostiklerin, derya gibi seyda ve alimlerin ilim hazinesi olan Hasankeyf’te ne olduğunu.
* Son olarak kimi çalışmalarla meşgul olduğunuzu biliyorum. Bize biraz anlatır mısınız?
Şu an bir proje üzerinde çalışıyorum. 9 senedir Diriliş Destanı adıyla bir destanın çalışmasını yürütüyorum. Yaklaşık bin 900 sayfayı tamamladım. Milattan önce 5 bin yılından günümüze kadar destanları konu alıyorum. Kahramanım da Seydayê Xanê’dir. Onunla bir cemaatte sohbet ediyoruz. Şimdiye kadar 29 serhildanı destan olarak yazdım. Bedirxan Beg, Simkoyê Şikakî, Şêx Ubeydullahê Nehrî, Selahedînê Eyyûbi, Astiyages, Harpagos ve oğlunun efsanelerini destan olarak yazdım. Hepsini getirip bu son serhildanla tamamlıyorum. Kürtlerin başına bunların tamamı geldi ve en son hareket ile birlikte çağdaş dirilişin ortaya çıktığını Seydayê Xanî’ye müjdeliyorum. Seydayê Xanî destanda büyük rol oynuyor ve o bir filozof. 4-5 sene içerisinde tamamlayıp yayınlamayı düşünüyorum.
Yine dünyada bilinen tanınan şahsiyetlerin güzel özlü sözlerini, perspektiflerini Ömer Hayyam’ın dörtlükleri gibi rubaiye uyarlıyorum. Şiirsel bir dille yazıyorum. Örneğin; ‘Kesî tu car nedîye / Spî bûye sehê reş / Ji qîfar û kerbeşê / Nayê bêhna gula geş.’ (Nerede görülmüş ki kara köpeğin aklandığını eşek otundan gül kokusu geldiğini) Yaklaşık 400 rubaiyi tamamladım ve yayına hazır vaziyette.
Hala Dengê Kurdistan Radyosu’nda da ‘Welatê Xwe Binase’ (Ülkeni tanı) adıyla haftada bir program yapıyorum.
Abdurrahman Gök – dihaber