Çocukluğu köyde geçmiş biri olarak ziyaret, oruç gibi inançsal ritüelleri kendi mekânında, ana dilinde, ev ve köy ahalisinin (kadınlar başta olmak üzere) pratiklerini gözleyip, içine karışarak öğrenme şansını elde eden şanslı kişilerdenim.
Kendimi şanslı bulmam, Alevilik inancının öğrenilmesinin/aktarılmasının ancak kendi doğal ortamı içinde gözleyerek ve içinde yer alarak olabileceğine dair inancımla alakalı.
Okuyarak, duyarak, izleyerek de öğrenilebilir, zaten en çok böyle öğreniliyor artık. Ancak bu mekânız, dışarıdan, yabancılaşarak nesneleştirilmiş bir bilgiye sahip olarak öğrenme oluyor. Oysa bir şeyi kendi doğal ortamında, doğal akışı içinde, onun özneleri ile birlikte eyleyerek öğrenmek, hayat orada öyle olduğu için, kendi doğal atmosferinde ve mekânında, hayatın akışına karışarak, sıradanlaşmış rutinle öğrenmek çok daha farklı bir şey.
O atmosferin renkleri var. Kokusu var. Hafifliği ve ağırlığı var. Dili, gözü var. Yanındakini tutan elleri var. Kendi tınısı ve sözcükleri var. Kalabalığı, sessizliği var.
Suskunluğunun içine sakladığı çığlığı var.
Bir ağaca, ırmağa, taşa fısıldadığı umutları, yetişecek diye beklediği Xızır’ı var.
Tarihi, geleceği var.
Şifreleri, kodları var. Hüznü, heyecanı, coşkusu ve sebepleri var.
Bir şeyi öğrenebilirsiniz, onun hakkındaki bilgiye sahip olabilirisiniz. Ama bildiğiniz için onun ruhuna dokunamazsınız. Gövdesine çocuğun pamuk elinin ve ihtiyarın katılaşmış elinin birlikte dokunduğu ziyaret çam ağacının kokusu o an burnunuzun direğini sızlatmamışsa bir şeyler biraz eksik kalmış demektir. O eksik onu fark edemeyenlerce zaten hiç bilinmemiş olacaktır.
Yanınızdaki rehber kadını gözünüzün ucuyla izleyerek çaktırmadan taklit edenlerdenseniz, şanslısınız. Çünkü bir inancı gerçek kaynağından öğrenensiniz.
Alevilik bugüne dek baskın olarak erkekler tarafından anlatıldı, topluma öyle algılatıldı, cinsiyetçi değilmiş gibi anlatılırken bile cinsiyetçileştirildi. Kadınlar yok sayıldı. İnanç olarak, bilgi ve birikim olarak Alevilik tek cinsleştirildi ve erkeklik bilgisi olarak sunuldu. Dışarıdan gelen asimilasyona, yok edilmeye karşı direnen Alevilik, içeride erkeklerin baskısına ve hükmüne teslim oldu. Bu baskı ve hüküm hem Alevi inancı pratikleriyle hem de Alevilik bilgisine erkeklerce el konulup değiştirilmesi, “kendisinden uzaklaştırması” ile yapıldı. Alevilik tarihindeki kadınların Aleviliğe yaptığı katkılar, Aleviliğin bugünlere taşınmasındaki rolleri ve önemi, Alevilikteki yerleri, Alevi erkeklerce değersizleştirilerek, unutulmaya ve yok sayılmaya çalışıldı. Üzeri sessizce örtüldü.
Elbette Aleviliğin artık cinsiyetçilikten muaf olduğunu söyleyemeyiz. Bu topraklardaki kadim inançlardan olan Alevilik uzun ömrünün çeşitli dönemlerinde farklı inançlardan ve dinlerden, ideolojilerden, toplumsal yapılanmalardan etkilenerek şekillendi. Bu etkilenmeler arasında erkek egemenliği de vardı. Bunu bilmek ve eleştirmenin yanı sıra şu tespiti de yapmak durumundayız: Bugün Alevilik adeta Alevi erkeklerce gasp edilmiş durumda. Alevilik kadınlardan ve onların deneyimlerinden soyutlanmış, bu inanç içinde yer alan kadınlar gizlenip yok sayılmış. Böylece Aleviliğin önemli bir damarı olan kadın erkek ayrımcılığından uzak, yan yana, can olma durumu fikren ve fiilen büyük darbe almıştır.
Alevilik inancı ilk olarak evde kadınlardan öğrenilir. Çocuklara ilk önce anneleri ya da kadın akrabaları öğretir Aleviliği. İlerde ana ya da dede olacaklar da ilk olarak Aleviliği kadınlardan öğrenir.
Kadın akrabalardan öğrenilenin üzerine Alevi ritüelleri içine dahil olan çocuklar/gençler ancak bundan sonra analardan, dedelerden, pirlerden, rehberlerden Aleviliği öğrenmeye devam eder ki alevi pirleri, erenleri, rehberleri arasında kadınlar da vardır. Ana zaten kadındır. Böylece Alevi toplumunun yeni üyelerinin ilk bilgisi, pratiği kadınlar aracılığıyla edinilmiş olur. Ve bu hep devam eder.
Kadınlar, Alevilik inancının yatağıdır ve Aleviler o yataktan akan bir nehirdir. Alevi kadınlar Aleviliğin doğal aktarıcıları, yeni kuşakların öğreticileridir.
Ne yazık ki bu devasa bilginin üzeri Alevi erkeklerince suskunlukla örtülmüştür, hala örtülmektedir. Kadınların bu hayati rollerinin Alevi toplumu tarafından görmezlikten gelişi, rolün önemsizliğinden değildir. Değersizleştirme, o rolü taşıyanların kadınlar olmasından kaynaklanıyor. Değersiz olan aktarılan şey değil, onu aktaranlardır. Alevi toplumunun suskunluğu, kadınların kendilerine dair olabilir ama yaptıklarına değil. Erkekler, kadınların Aleviliği aktarmasından memnunlar, görünmesinler yeter.
Aleviliğin yeni kuşaklara kadınlar tarafından aktarılmasının başka bir önemi, topluma doğal kaynağından aktarıldığı için değişmeden, yabancılaşmadan, asimilasyona uğramadan, çeşitliliğini, yöresel özelliklerini, dilini, tarzını kaybetmeden doğrudan, olduğu gibi ulaştırılabilmesinde yatmakta.
Başından itibaren söz, yetki ve karar mekanizmalarında ya sadece ya da ezici bir çoğunlukla erkeklerin olduğu Alevi kurumlarının bu haliyle kadınları ve Alevi toplumunu temsil etmesi düşünülemez. Çünkü Alevi toplumunun yarısı kadın. Ve Aleviliğin var edenleri, temel aktarıcıları kadın. Siyasi bir yapı bu durumu gözetip, gerekli önlemleri alarak kadınların yönetim mekanizmalarında yer almasını başarmak, kadınlar lehine politikalar üretmek zorundadır.
“Aleviler var ama Alevilik yok” meşhur cümlesini bir başka açıdan ele almak gerekirse “Alevi erkekler var ama Alevi kadınlar yok” diyebiliriz. Oysa Aleviliği taşıyıp bugüne dek getirenler kadınlar. Alevilik öğretisinin üreticileri ve yürütücülerini yok ederseniz Aleviliği yok edersiniz.
Bu nedenle Aleviliğin kaynağı ve aktarıcıları olan Alevi kadınlara önemli sorumluluklar düşüyor.
Alevi kadınlar Alevilik inancının kadıncıl olduğunu yeni nesillere aktarmak, yanı sıra Alevi kadınları örgütleyerek kadıncıl Yol’u yeniden kurup büyük annelerinin izinden gidilmesini sağlamalılar.
Kadıncıl aşk ile.