26. yılında Sivas Katliamı

Sivas. Tarihin ilk dönemlerinden itibaren var olan yerleşim birimi ve şehir merkezi. En eski dünya medeniyetlerinden beri kurulmuş, sonraları Medler, Persler, Hititler, Asurlar, Romalılar, Selçuklular, Osmanlılar’ın hüküm sürdüğü coğrafya.

Bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış, çeşitli devlet ve imparatorluğun önemli merkezlerinden olmuş, kervanların, ticari ve askeri yolların önemli bir kavşağı ve geçiş güzergahı konumunda bulunmuş bir şehir.

Tarih boyunca farklı kültürlerin, dillerin ve inançların buluşup kaynaştığı, bir arada yaşadığı, devlet adamları, din adamları ve ozanlar yetiştiren bir medeniyet beşiği.

Ancak günümüzde, 20. yüzyılı bitirip 21. yüzyıla girerken tüm dünyanın gözü önünde aydınları, sanatçıları ve Alevileri yakan, katleden bir coğrafyanın ve halkın adı, bir katliamın adresi olan bir kent.

Sivas’ta, tarihler 2 Temmuz 1993’ü gösterdiğinde, haftalar öncesinden hazırlıkları başlayan, cumhuriyet tarihinin en önemli katliamlarından birinin planı devreye sokularak uygulandı. Yıllardan beri Pir Sultan Abdal’ın doğduğu Banaz köyünde düzenlenen Pir Sultan Abdal Anma Etkinlikleri, Sivas Valisi Ahmet Karabilgin’in davetiyle o yıl şehir merkezine alınmıştı.

1990’lı yıllar Türkiye tarihi açısından önemli ve devletin içinde yer aldığı ya da bizzat düzenlediği “faili meçhul” eylemler bakımından karanlık yıllardı. Kürt Özgürlük hareketine karşı Olağanüstü Hal uygulaması ve Jitem, Hizbul Kontra vb askeri ve dini katil şebekeleriyle halk üzerinde bir korku ve tedhiş atmosferi yaratılıyordu.

1993 yılı olaylarına bakılıdığında bile yaşanan karanlık tablo hakkında fikir sahibi olmak mümkündü. 93’ün Ocak ayında gazeteci yazar Uğur Mumcu arabasına konulan bir bombayla suikaste kurban gitti. Aynı yılın Nisan ayında Cumhurbaşkanı Turgut Özal “şüpheli bir kalp kriziyle” öldü ve yerine Mayıs ayında Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı seçildi. Süleyman Demirel’den boşalan Doğru Yol Partisi (DYP) Genel Başkanlığı koltuğuna ise sonraki yıllarda adı devletin derin yapılanmasıyla girdiği aleni ilişkiyle ve faili meçhul cinayetleri savunmakla anılan Tansu Çiller oturdu ve Haziran ayında Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) Genel Başkanı Erdal İnönü ile birlikte koalisyon hükümeti kurarak, yeni Başbakan oldu.

Doğu’da her gün köy yakma ve boşaltmaların, aydınlatılamayan karanlık cinayetlerin haberlerinin geldiği bir siyasi atmosferde düzenlenen etkinliklerin onur konuğu olarak, yazar Aziz Nesin davet edilmişti. Aziz Nesin, aynı yılın Mayıs ayında Salman Rüşdi’nin yazdığı ve İslam dünyasında peygambere ve İslam’a hakaret ettiği gerekçesiyle yasaklanan “Şeytan Ayetleri” isimli kitabı, düşünce özgürlüğü adına Aydınlık Gazetesi’nde yayınlamaya başlamıştı. Bu durum yurt genelinde radikal İslami çevreler tarafından yoğun şekilde protesto ediliyordu.

Şenliklerin başladığı gün olan 1 Temmuz’daki panele baş konuk olarak katılan Nesin, Vali Karabilgin’in de bulunduğu panelde uzun bir konuşma yaptı. Şenliklerin başlaması öncesinde ve konuşma esnasında Sivas sokaklarında radikal dinciler tarafından “Müslüman Kamuoyuna” başlıklı bir bildiri dağıtılmaya başlanmıştı ve bildiride “Gün, küfürlerin hesabının sorulma günüdür” ifadeleri yer alıyor, halk cihada çağırılıyordu.

Ertesi gün, yani 2 Temmuz Cuma günü sabahı, Huruciye Medresesi’nde şenliğe katılan yazar ve çizerlerin imza ve söyleşileriyle program devam ediyordu. Ancak o gün yayınlanan Hakikat Gazetesi başta olmak üzere, yerel gazetelerin tamamında şenlikleri ve Aziz Nesin’i protesto eden ve halkı kışkırtan haber ve ifadelerin yanı sıra, geneli önceki gün dağıtılan bildiriyi aynen yayınlamışlardı.

İmza etkinliği sırasında Aziz Nesin’le röportaj yapmak isteyen İhlas Haber Ajansı muhabiri ve dinlemeye gelen radikal İslamcılar, ortamın gerginliğini artıran söylemlere başvurunca, Aziz Nesin korumaları tarafından gelenlerin konakladıkları Madımak Oteli’ne götürüldü.

Öğle ezanı bu gergin atmosferde başlarken, bu esnada Can Şenliği Oyuncuları davul çalarak oynayacakları sokak gösterisi için duyuruya başladılar. Bunu fırsat bilen provokatörler “Ezan-ı Muhammedi okunurken davul çalınıyor. Ezanın sesi bastırılmaya çalışılıyor” diyerek namaza giden halkı kışkırtıyordu.

Namaz bitiminde Paşa, Meydan ve Ulucami’den dağılan sayısı binin üzerinde kalabalık Hükümet Konağı’na “Sivas Aziz’e mezar olacak…!” sloganlarıyla yürüyüşe geçti. Valiliğin önüne gelen sayısı daha da artan kalabalık, burada doğrudan şenliğe izin veren Vali’yi hedef alarak, “Vali istifa” sloganı atmaya başladı. Polisin barikatı sonucu Valiliğe ulaşamayan güruh, yeni katılımlarla birlikte etkinliklerin sürdüğü Kültür Merkezi’ne hareket etti ve Kültür Merkezi’ni taşlamaya başladı.

Kültür Merkezi’nin önündeki kitap standları dağıtılıp, kitaplar parçalanarak orada bulunanlar darp edilmeye başlandı. İçeride devam etmekte olan Arif Sağ konserinde bulunan kitlenin de dışarıya çıkarak barikat kurması ve kendini savunması sonucu saldırganlar ilk etapta emellerine ulaşamadı.

Bu arada saatler ilerliyordu ve emniyetin yetersizliği ve gelen polislerin de olaylara müdahale etmek yerine izlemekle yetinmesi sonucu, emniyetin ve Vali’nin askere ve İçişleri Bakanlığı’na yaptıkları destek çağrısı da gerekli karşılığı bir türlü bulmadı. Vali ile görüşen dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu, ardından Refah Partili Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu ile de görüşüyor ve Karamollaoğlu’ndan olayların abartıldığı ölçüde olmadığı, masum Müslümanların bağırıp dağılacakları ve paniğe ya da dışardan bir desteğe gerek olmadığı bilgisi alarak rahat davranıyordu.

Polisin genellikle seyirci kaldığı ve engellemeye çalışmadığı saldırganların sayıları üç bini aşınca, sayıları 30 kadar olan bir grup asker geliyor, fakat onlar da uzaktan izlemekle yetiniyordu. Bu esnada saat 15:30’dan sonra şenlikler dolayısıyla yeni dikilen “Ozanlar Anıtı” saldırganlar tarafından saldırıya uğrayıp tahrip edildi. Belediye Başkanı Karamollaoğlu, istek üzerine Kültür Merkezi önündeki kalabalığı bir konuşma yaparak, protestonun amacına ulaştığını, tepkinin gösterildiğini, daha fazla devam etmenin Sivas’a zarar vereceğini ve dağılınması gerektiğini belirtti.

Saat 16:00 gibi dağılma emaresi gösteren kalabalık, birilerinin devreye girip engel olması ve yönlendirmesi sonucu, Madımak Oteli’nin önüne hareket etmeye başladı. Saldırgan kalabalık, kimisi ellerinde benzin bidonlarıyla yol boyunca ve otelin önünde “İslam’a uzanan eller kırılsın…!”, “Şeytan Aziz…!”, “Müslüman Türkiye…!”, “Kahrolsun laiklik…!”, “Şeriat isteriz…!” sloganları attı.

Saat 17 civarında saldırganların sayısı 5 bini bulmuştu ve oteli tamamen kuşatıp, taşlamaya başladılar. İçeride mahsur kalanlar taşlardan ve olası saldırılardan korunmak maksadıyla içerilere ve merdiven boşluklarına sığınarak, bir yandan da Ankara’da yetkililerle telefon trafiği yaşıyorlardı. Aziz Nesin Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ile görüşerek durumu anlatıyor ve yardım istiyordu. Aynı saatlerde Vali Ahmet Karabilgin de Başbakan Tansu Çiller ile görüşerek yardım ve kurtarılma sözü alıyordu.

Bu arada dışarıdaki kalabalık saat 18:00 itibariyle sayıca 15 bini geçmiş, az sayıdaki jandarma ve polis iyice yetersiz kalmıştı. Vali’nin isteği üzerine Karamollaoğlu ve Büyük Birlik Partisi yetkilileri bir konuşma daha yaptılar. Ancak kimi tanıkların ifadesine göre Karamollaoğlu burada yaptığı konuşmaya “Müslüman kardeşlerim, gazanız mübarek olsun” diye başlamış ve bu konuşma yatıştırıcı olmak yerine daha da ateşleyici olmuştu. Karamollaoğlu ayrıca şenliklerin iptal edildiğini, heykelin kaldırılacağını, gelenlerin geri gönderileceğini söylüyor ve kalabalık daha da coşuyordu.

Ardından “Ozanlar Anıtı” ismi verilen heykel yerinden sökülüp meydana sürüklenerek parçalandı. Saat 19:00’da otelin girişine giren ve ilk kata tırmanan saldırganlar eşyaları yağmalayıp aşağıya atmaya başladı. Bu esnada 30-40 kişilik bir jandarma grubu meydana girerek otelin önüne hareket etmeye çalıştı. Ancak kalabalık “Asker Bosna’ya…!” sloganıyla önlerini keserek, “Allahsıza asker siper olamaz…!” sloganı atarak gitmelerine engel olunca, bir albay göstericilerle bir kaç dakika görüştü ve ardından geri çekildi.

Askerlerin geri çekildiği esnada slogan “En büyük asker bizim asker…!” oldu ve otelin önündeki araçlar ateşe verildi. Bu arada kameralardan bütün dünyaya “Yak lan, yak yak..!”, “Bu senin ateşin Allahım! İçeriye gönder…!”, “Cehennem ateşi işte…!” bağırışları eşliğinde görüntü yayını yapılırken, fonda “Müslüman Türkiye…!” sloganı yankılanıyordu.

Saatler 20:00’yi gösterdiğinde yangın otelin iç taraflarına iyice sirayet ederek hızla yayıldı. 10 dakikada her şey olup bitti ve içeriden gelen çığlıklar 3-5 dakika içinde kesildi. Aynı dakikalarda, emniyet ve askeri birimler gibi gönülsüz davranan itfaiyenin bir aracı yangına müdahale için gelirken, kalabalık tarafından engellenerek hortumları kesiliyordu.

İçeride mahsur kalıp henüz hayatta olanlar yukarılara tırmanıp, buldukları bir camdan yandaki binaya açılan hava boşluğuna atladılar. Ancak atladıkları boşluktan gitmeye çalıştıkları yer, Büyük Birlik Partisi’nin İlçe Merkezi’ydi ve gelenler partililer tarafından ağır hakaretlere maruz kalarak, sopalarla darp edilip geri dönmeye zorlanıyorlardı. Bir süre sonra İlçe Başkan Yardımcısı olduğu belirtilen yaşça daha büyük bir kişi partilileri sakinleştirerek, gelenleri bina içine alıp kurtulmalarını sağladı.

Aziz Nesin ve yazar Lütfi Kaleli ise henüz içeride mahsurlardı ve duman ve ısıdan bitap halde, can havliyle buldukları bir camdan aşağıya “imdat” çığlıkları atarak seslerini duyurmayı başardılar. Onlara yönelen bir itfaiye merdiveni ile inerken, kendilerine doğru gelen itfaiye erleri ve Refah Partili Belediye Meclis Üyesi Cafer Erçakmak Aziz Nesin’i tanıdı. Cafer Erçakmak’ın “Kurtarmayın. Esas öldürülecek hayvan burada!” demesi üzerine Aziz Nesin bir itfaiye eri tarafından aşağıya atıldı ve linç girişimine maruz kaldı.

Orada bulunan bir polis memuru kalabalığın elinden Nesin’i alarak polis arabasıyla hastaneye götürdü. Bunun üzerine saldırganlar, Aziz Nesin’i ellerinden kaçırmanın da verdiği öfkeyle Vilayet’e yönelerek Valilik binasını taşlamaya başladı.

İçerde Vali Karabilgin ile birlikte bir kaç personelin bulunduğu binanın camları kırılıp binaya girileceği sırada, saat 20:40 sularında Jandarma Alayı’ndan 18 kişilik bir tim gelerek Valiliğin emniyetini sağladı.

Saat 21:00’den itibaren sokağa çıkma yasağı kondu ve acı tablo ancak o zaman anşılabildi. İkisi saldırgan, ikisi de otel görevlisi olmak üzere toplam 36 ölü, 4’ü ağır 60 yaralı. Yaralılardan şair Metin Altıok’un da sonradan hayatını kaybetmesiyle ölü sayısı 37’ye yükseldi.

Gelen konuk, sanatçı ve aydınlardan ölen 33 kişinin en yaşlısı 66 yaşındaki Asım Bezirci, en genci ise folklor gösterisi için Sivas’a giden 12 yaşındaki Koray Kaya’ydı.

Hollanda vatandaşı Carina Cuanna Thedora Thuys katliamın tek yabancı kurbanıydı.

Sivas Katliamı Davası 1993 Ekim ayında başladı. Yaşananlardan bir gün sonra 35 kişi gözaltına alındı. Daha sonra gözaltına alınanların sayısı 190’a çıktı. Gözaltına alınan 190 kişiden 124’ü hakkında “laik anayasal düzeni değiştirip din devleti kurmaya kalkışma” suçlamasıyla dava açıldı, geri kalanlar serbest bırakıldı.

Kamuoyunda Sivas Davası olarak bilinen davanın ilk duruşması, Ankara 1 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde 21 Ekim 1993 günü yapıldı. Mahkemeye sunulan iddianamede olayların nedeni, “şenliklere katılanlar” olarak gösterildi, Aziz Nesin’in varlığı “eylemin hazırlayıcı sebepleri” arasında sayıldı.26 Aralık 1994’te karara bağlanan dava sonucunda, 22 sanık hakkında 15’er yıl, 3 sanık hakkında 10’ar yıl, 54 sanık hakkında 3’er yıl, 6 sanık hakkında 2’şer yıl hapis cezası, 37 sanık hakkında da beraat kararı verildi.

Müdahil avukatlar, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin kararını “taraflı, hukuka ve adalete aykırı” olarak niteleyerek, ayrıntılı bir savunmayla temyize gittiler. Yargıtay 9. Ceza Dairesi katliamın “Cumhuriyete, laikliğe ve demokrasiye yönelik olduğunu” belirterek Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin kararını esastan bozdu. Ankara 1 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Yargıtay’ın bozma kararına uyarak yargılamayı yeniden başlattı.

28 Kasım 1997’de açıklanan kararda, 33 sanık Türk Ceza Yasası’nın 146/1 maddesine göre idama ve 14 sanık 15 yıla kadar değişen hapis cezasına mahkûm edildi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 24 Aralık 1998’de hapis cezalarını onadı, 33 idam cezasını ise usul noksanlıkları nedeniyle bozdu. Şubat 1999 tarihinde usul eksikliklerinin giderilmesi için başlayan yargılama sonucunda, uzun süren ve defalarca bozulan dava süreci 2001 Temmuz ayında sonuçlandı. Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin onadığı karar uyarınca, Cumhuriyete karşı örgütlü kalkışma girişiminde bulunan sanıklardan 33’ü idam cezası aldı; dördü 20 yıl, biri 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 2002 yılında idam cezasının yürürlükten kaldırılmasıyla, idam cezası hükümlülerinin cezaları müebbet ağır hapis cezasına çevrildi.

Geçen bu zaman zarfı içerisinde sanık sayısı tahliyelerle 33’e düştü. Olayın kilit ismi olarak nitelendirilen, dönemin Sivas Belediye Meclisi üyesi Cafer Erçakmak ve Yargıtay’ın 1997’deki bozma kararından sonra firar eden 8 sanık ise halen yakalanamamıştır. Davanın firari olan 5 sanık ile ilgili kısmı, 13 Mart 2012 tarihinde zaman aşımından düşürüldü.

Süren davalar, temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca devam etti. Sivas Katliamı Davası 20 yılın ardından 13 Mart 2012’de mahkemenin davayı zaman aşımı nedeniyle düşürmesiyle kapandı.

Aralarında katliamda yakınlarını kaybedenlerin aileleri başta olmak üzere, sivil toplum kuruluşları ve partiler “insanlık suçlarında zaman aşımının kaldırılmasını” talep etti ancak talepleri bir karşılık bulmadı.

Mahkeme Başkanı, “İnsanlık suçunda zaman aşımı olmaz ama bu suçu işleyenler kamu görevlisi değil sivil oldukları için davanın düşmesine karar verilmiştir” dedi. Karar üzerine dönemin başbakanı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun.” ifadelerini kullandı.

Katliamın hemen ardından devlet ve hükümet yetkililerinin yaptıkları ve kamuoyunda uzun zaman tartışılan açıklamalar, devletin olaya nasıl baktığının bir göstergesi oldu.

Başbakan Tansu Çiller’in Madımak Oteli’nde yaşananların ardından söylediği “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir.” sözleri uzun süre konuşuldu.

Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel “Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş… Güvenlik kuvvetleri ellerinden geleni yapmışlardır… Karşılıklı gruplar arasında çatışma yoktur. Bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı vardır.”
Demirel “Polisle halkı karşı karşıya getirmeyin” dedi.

Anamuhalefet partisi ANAP lideri Mesut Yılmaz ise, “Abartmaya gerek yok. Bu kadar kişi bir futbol maçında da ölebilirdi.” ifadelerini kullandı.

Dönemin İçişleri Bakanı olup katliam yaşanırken müdahale için bir şey yapmayan Mehmet Gazioğlu da “Otelin, otel sahibi tarafından kundaklandığını” söyleyebilmiştir.

Sanıkların avukatlığını üstlenenler arasında olan Refahyol iktidarının Adalet Bakanı Şevket Kazan, bakanlığı sırasında onları hapishanede ziyaret etti. Saldırganları savunan geniş avukat listesinde çok sayıda Refah Parti üyesi ve yöneticisi olması eleştiri konusu oldu. Bu avukatlar ilerleyen yıllarda AKP ve Saadet Partisi’ne katıldılar ve içlerinden milletvekili, bakan ve üst yönetim görevlerine yükselenler oldu.

Devlet yetkilileri hala aradan geçen 26 yılda gerçeklerle yüzleşmek yerine, anma, yas ve hak arama mücadelesi için kente gelenleri suçlayıcı bir dil kullanarak olayın üstünü örtmeye çalışmaktadırlar. Failleri koruyan devlet, mevcut Sivas Valisi’nin ağzından geçen yıl yapılan anma için kente gelenlere yönelik, “Hükümet aleyhine slogan atılırsa müdahale ederiz!..” diyebilmektedir.

Sivas Katliamı da cumhuriyet tarihi boyunca yaşanan Ortaca, Elbistan, Hekimkhan, Kırıkhan, Malatya, Sivas Ali Baba, Maraş, Çorum ve benzer dramlar gibi, devletin, yöneticilerin olaylar esnasında ve sonrasındaki tutumları ile yargı süreçlerine bakıldığında, en büyük failin devlet ya da devlet içindeki yapılar olduğunu gözler önüne sermektedir.

Olaylar çok önceden planlanıyor ve halkı galeyana getirmek için dini duygular “din elden gidiyor”, “Aleviler / solcular camilere saldırıyor” gibi söylemlerle kışkırtılıyor.

Emniyet güçleri olayları bastırmak yerine taraf olarak saldırganlardan yana tutum alıp onlara yardımcı oluyor. Gerçek failler ya yakalanmıyor, ya da yakalansa bile düzgün yargılanması engelleniyor. Sonuçlar mağdurların üzerine yıkılarak onlar suçlanıyor.

Olaylarda önceden kente çok sayıda yabancı, bilinmedik insan getiriliyor ve bunlar olaylardan sonra ortadan kayboluyor.

Sivas ve benzeri tüm insanlık katliamlarının acısı yüreklerde yanmaya devam ederken, mağdurların ve kurban yakınlarının dediği gibi: Biz bitti demedikçe bu dava bitmez!..

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

EN SON EKLENENLER