Uğur Kaymaz henüz 12 yaşındayken 13 kurşunla öldürülmesinin üzerinde tam 15 yıl geçti. 20 Kasım Dünya çocuk haklarından bir gün sonra katledilmesi ise çok daha dikkat çekici bir duruma işaret ediyordu. Bir diğer husus ise Uğur Kaymaz’ın 13 kurşunla katledilmesi Kürtler açısında ayrı bir mesaj içermekte.
Ülkemizde bırakın çocuk haklarında bahsetmeyi, çocukların yaşama hakkı bile elinde alınmakta ve bir insanın hiç bir hukukun kabul etmeyeceği yönetimlerle karşı kaşıya kalmış durumdalar. Tüm bunlardan dolayı katledilenin Uğur Kaymaz olmadığı ve bunun tüm çocukların karşısında bir tehlike olduğu bilinmelidir.
Uğur gibi yüzlerce masum çocuğun katledilmesine hep birlikte şahit olduk. Ne yazık ki ülkemizin tarihi sorgusuz sualsiz dünyadan bi haber masum ve henüz yeryüzünü görmeyen, annesinin karnındayken kurşunlanan çocukların kara lekeleri dolu.
Unutmadık Uğur’un bedenine giren o kurşunları. Hala gözümüzün önünde yerde başında bir silah ile yatan o küçücük beden! Neden peki? Uğur’un suçu neydi? Aslında bu soruları anlayabilmek için bugüne bakmak gerek.
Ülkemizi saran o sapık zihniyetin ürünüdür bu yaşananlar. Bugün her türlü saldırıya maruz kalan çocukların olduğu herkes tarafından bilinmekte. Okul adı altında kurulan birçok kurumda yüzlerce çocuk cinsel saldırıya maruz kaldı hata tecavüze uğradığı tüm boyutlarıyla olmasa da kısmen ortaya çıkmıştı. Hepimizin bildiği üzere havuz medya bu olayın üstünü örtbas etmek amacıyla yoğun bir çaba gösterdi. En büyük sorun saldırıya maruz kalan çocukların aileleri bile sustuğu bu ülkede yaşayan insanlar açısında son derece utanç verici bir durum. Çocukların tecavüze uğramasına göz yuman bir devlet yönetimi ile karşı karşıya kaldığımız bilinmekte.
Gündem de olduğu için bu sıralar öne çıkan Rabia Naz Vatan’ın ölümü ve sonrasında yaşananları incelemek dahi bize o gün yaşananların nedeni ortaya çıkarıyor. Bakın bugünün atanmış İçişleri Bakanı Süleyman Soylu “Gözaltına alınma şekli tartışılabilir. Polis orantısız güç kullanmış olabilir. Bu noktada sürekli eğitimler veriyoruz, uyarılar yapıyoruz. Ancak terör örgütleri bir gün kadın cinayetleri bir gün Rabia Naz diyerek böyle eylemler yapıp kendilerine legal alan açmaya çalışıyorlar. Bunlara da müsaade etmeyiz.” diyor. İşte bu zihniyetin yarattığı sapkın görüşler çocukları bu duruma getiriyor.
21 Kasım 2004’te Mardin’in Kızıltepe ilçesinde polisler tarafından öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz ve kamyon şoförü olan babası Ahmet Kaymaz’ın ölümlerinin üzerinden 15 yıl geçmesine rağmen . Uğur Kaymaz ile babasını katledenlerin gereken cezaya çarptırılması Hatta aklanmaları için birçok çevrenin yoğun bir çaba göstermesi insanları bir kez daha düşünmeye sevk ediyor.
Fakat İlginç olan şudur ki AKP iktidara anneler ağlamasın şiarıyla yönetime gelmişti. Fakat gelinen aşamada bu ülkenin acılarını kat kat arttırmış başta çocuklar olmak ve kadınlar her türlü saldırıya maruz kalmışlardır.
GAZETECİLERİ TENZİ EDİYORUM
Uğur Kaymaz 13 kurşunla öldürüldüğünde yanına bırakılan Kalaşnikof marka silah ile Eylem hazırlığındaki terörist olarak servis edilen haberlerin gerçek olmadığı daha sonra ortaya çıkmıştı. Yalnız burada trajedi komik olan hususlardan bir ise kendilerine gazeteci adını veren her yönetimi kendisine uygun davranıp haber yapanların tarihte utanç dışında anılmayacaklarını iyi bilmeliler. bugün ülkemizde sadece bu olayda değil buna benzer bir çok yaşanan insanlık dışı olayda gereken tutum sergilenmedi.
Ülkede gazeteciler sorgusuz infaz edildi. Sözüm ona kendisine gazeteci diyenler faili meçhul cinayetlere kurban giden meslektaşlarım haberini doğru bir temelde yapmayanlar mevcut yönetimin kalemşörlüğünü yapmaktan öteye geçemediler.
Bugün dünyanın neresinde olursa olsun basın insanlar arasında bir iletişim aracıdır. Fakat bu bizim ülkemizde doğru bir temelde yapılmadı.
Uğur’a 13 kurşun, babasına 8 kurşun isabet etmişti. Uğur Kaymaz evinin önünde ayağında terlikleriyle öldürüldüğünde 12 yaşındaydı. Uğur Kaymaz ve babasının ölümünün üzerinden 15 yıl geçmesine rağmen failleri hâlâ tutuklanmadı.
Uğur Kaymaz biz öldürdük ve bunun içinde hiç kimseye hesap verecek değiliz derecesine bir tutum içerisine girenlere tanık olduk.
Diğer yandan bu yaşananlar bölgede Kürtlere karşı olan politikanın bir ürünü olarak da ortaya çıkıyor. Uğur Kaymaz’ın katledilmesi ile birlikte şöyle bit mesaj verilmek isteniyor da aslında topluma daha önce de AKP başkanı Tayyip Erdoğan da şöyle bir söylemde bulunmuştu: kadın da olsa çocuk da olsa yaşlıda olsa gereğini yapacağız demişti.
Fakat UĞUR Kaymaz ve babasının katledişlerinin sebebini toplumu anlatın bakalım. Sizler dahi Uğur Kaymaz’ın ve babasının da suçsuz olduğuna siz bizden çok çok iyi biliyorsunuz.
Uğur Kaymaz nezdinde Kürtlere Gözdağı verilmek isteniyordu. Çocuklarınızı dahi katlederiz demek istediler bize. Bununla toplum sindirilmek ve zapt u rapt altına almak isteniyordu. Çünkü demokratik bir temelde sorunları çözüm öğretemediklerinden dolayı muhalif olan tüm kesimleri bir şekli ile denetim altında tutmak bir diğer taraftan ise sistemin yürütülmesi için elimden gelen her türlü çabayı göstereceğini ve gerektiğinde ise kimsenin gözünün yaşına bakmayacağını ifade ederek milliyetçi çevreleri desteğini almayı hedefliyorlardı.
Uğur Kaymaz ve babasının ölümünden sonra 4 polis hakkında dava açıldı. Dava boyunca sanık polisler Sanık polisler Mehmet Karaca, Yaşafettin Açıkgöz, Seydi Ahmet Döngel ve Salih Ayaz tutuksuz yargılandı. Sanıkların tutuklu yargılanması talebi her seferinde reddedilmesi lise hukuksuzluğun adaletsizliğin bir ifadesiydi diğer tarafta ise bugün yargının taraflı davranması Uğur Kaymaz’ın ve babasının katledilmesinin olayıdır dolayısıyla da toplumu büyük mü kesimi tarafında inanılması güç olan bu olayım savcılar ve yarışlarda biliyordu Uğur Kaymaz kapıların önünde kat edildiğinde yanına bırakılan kalaşnikof marka silah Uğur Kaymaz’ın boyundan daha uzundu bunu bir çocuğun kullanamayacağını hepimiz iyi biliyoruz fakat bununla bizim aklımızla alay ediyorlardı ve bizim ve toplumda ezilen kesimlerin kendisini ifade edip haklılığını ortaya koymak neredeyse imkansızdı. Bundan dolayı olsa gerek Ki her türlü hukuk dışı hareket etmeyi kendilerine bak görüyorlar
Diğer taraftan ise polislerin ifadeleri bile talimat yoluyla gıyaben alınmasına karar verildi. Sanık polisler İstanbul, Bursa, Kocaeli ve Mersin’e tayin edilerek göreve iade edildi. Mardin’deki dava “güvenlik gerekçesiyle” Eskişehir’e nakledildi. Sanıklar ilk kez Eskişehir’deki duruşmaya katıldı. Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi davanın sonucunda “polislerin meşru müdafaada bulunduğuna” kanaat getirdi ve 18 Eylül 2007’de polisler beraat etti. Mahkemenin kararı temyiz edildi. Ancak Yargıtay 1. Ceza Dairesi yerel mahkemenin kararını oybirliğiyle onadı.
4 polisin beraat etmesi ve iç hukuk yollarının tükenmesi üzerine Kaymaz ailesi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurdu. AİHM davayı kabul etti ve Türkiye’den savunma istedi. Türkiye’nin o dönem verdiği savunma ise şöyle:
“Türkiye savunmasında, ilk ateşi baba ve oğlunun açtığını, Ahmet Kaymaz’ın beş, Uğur Kaymaz’ın sekiz kez ateş ettiğini ileri sürdü.
Savunmaya göre, polisler telefonla gelen bir ihbar üzerine Ahmet Kaymaz’ın evine gitmiş ve Kaymaz’ın terörist faaliyetler içinde olduğunu değerlendirmişti.
Savunmada polislerin arama kararı bulunduğu söyleniyor, polislerin gerekli tedbirleri aldığı sırada Kaymaz’ın evinin önüne silahlı iki kişinin bir kamyon vasıtasıyla geldiğinin tespit edildiği ileri sürülüyordu.
Savunmanın iddiasına göre, gelenlerin ellerinde Kalaşnikof marka silahlar, el bombaları ve dört adet şarjör bulunuyordu.
Polisin ‘Teslim olun’ çağrısına Ahmet ve Uğur Kaymaz’ın ateşle karşılık verdiklerini; polislerin de hızlı davranmak zorunda kaldıklarının anlatıldığı savunmada, bu koşullarda ‘polislerin kendi hayatları tehlikede olduğundan başka türlü davranma şanslarının olmadığı’ öne sürüldü.
Baba-oğlun silah kullandıklarının kanıtı olarak da ellerinde barut izinin bulunması gösterildi.”
AİHM: Türkiye yaşam hakkını ihlal etti!
Türkiye’nin savunmasının ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, şubat 2014’te Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yaşama hakkını düzenleyen 2. maddesini ihlal ettiğine karar verdi. AİHM, Türkiye’yi toplam 70 bin avro maddi, 70 bin avro manevi tazminat ödemeye mahkum etti.
Kararda, Uğur ve Ahmet Kaymaz’ın hayatını kaybettiği operasyonun riskleri minimuma indirecek biçimde planlanmadığı ve öldürücü güç kullanımının gerekli olmadığı belirtildi.
Dava sürecinde sadece şüpheli polislerin beyanlarının dikkate alındığı ifade edildi. AİHM, yerel mahkemenin Makbule Kaymaz’ın ifadelerini dikkate almayarak, yasadışı bir infaz tezini tamamen bertaraf ettiğini söyledi. “Tüm bunların ışığında, AİHM güvenlik güçlerinin can kaybı riskini en alt düzeye indirecek ihtiyatı gösterdiğine ikna olmamıştır” denildi.
Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın yerine getirilmesi dışında hiç kimse kasten öldürülemez.
Öldürme, aşağıdaki durumlardan birinde kuvvete başvurmanın kesin zorunluluk haline gelmesi sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlali suretiyle yapılmış sayılmaz:
- Bir kimsenin yasadışı şiddete karşı korunması için;
- Usulüne uygun olarak yakalamak için veya usulüne uygun olarak tutuklu bulunan bir kişinin kaçmasını önlemek için;
- Ayaklanma veya isyanın, yasaya uygun olarak bastırılması için.
12 yaşında 13 kurşunla öldürülen Uğur Kaymaz ve babasının failleri tutuklanmazken, Kızıltepe Belediyesine bağlı eğitim destek evinde 12 yıl temizlik işçisi olarak çalışan Uğur’un annesi Makbule Kaymaz, oğlu ve eşinin öldürülmesinin yıl dönümünde kanun hükmünde kararname (KHK) ile işinden ihraç edildi. Kaymaz’ın anısına ilçe merkezinde yapılan avuçlarında güvercin bulunan iki çocuk heykeli ise belediyeye atanan Kayyım Ahmet Odabaşı’nın talimatı ile 11 Haziran tarihinde kaldırıldı. Kaldırılan heykelin bulunduğu yere ise saat kulesi dikildi.. Aslında bu yapılanlarla AKP nin Kürtlere karşı olan düşmanlığı bir kez daha açıkça çıkıyordu diğer tarafta ise heykelin kaldırılması Uğur’un bir kez daha katledilmesi anlamına geliyordu dolayısı ile de bu sadece Uğur Kaymaz’ın ailesi tarafında değil Toplumun büyük bir kesimi tarafından böyle kabul edilmektedir Bizler bir kere daha çağrıda bulunuyoruz bu Tekçe anlayışınız de ve farklı düşünce sahip olan üm çevrelere karşı yürütmüş olduğunuz yok etme ima politikalarında vazgeçin Çünkü bu anlayışın bu topraklara ve bu coğrafiye bugüne kadar olmadığı gibi bundan sonra da bir katkısının olmayacağı bilinmelidir bu ülkede özgürlüğün kardeşliğin ve birlikte bir yaşamın olabilmesinin yolu patlamaz geçerse Kürdün Kızılbaşın ve farklı olan tüm kesimlerin kendisini içerisinde bulacağı bir anayasada geçtiği bilinmelidir. Umarım bundan böyle hiçbir annenin gözyaşının akmayacak bir dünyanın olması umuduyla…