İran Devrim Muhafızılaro Kudüs gücü komutanı ve Strateji uzamanı Kasım Süleymani suikastı ile sarsıldı. Bu sarsıntının Orta Doğu coğrafyasında yaratığı depremin şiddeti bütün dünya için büyük bir kaygıya dönüşmüş durumda.
Her ne kadar olaylar, Haşdi Şabi’nin ABD askeri karargah ve üslerine yaptığı saldırılarla başladıysa da bunu sadece olayın görünen küçücük bir parçasıydı. Burada esas dikkate alınması gereken husus ise olayın gizli kalan arka planıdır. Çünkü bu suikastın sonrası Orta Doğu’daki küresel güçler ve bölgesel güçler arasındaki dengelerin yeniden gözden geçirilecek bir sürecinde başlangıcı olacak.
Çünkü ABD’nin buna yanıt olarak Irak ve Suriye sınırında Haşdi Şabi karargahlarına saldırıp 25 kişiyi öldürerek İran’a bir yanıt vermişti aslında. Fakat bu olayın ardından ABD Bağdat elçiliğinin işgali ve işgalcilerin “liderimiz Kasım Süleymani” yazarak işgalin arkasındaki adresi adeta Amerikalıları gösterilmesi da Kasım Süleyman’a yönelik bir teşhirde mi söz konusu diye akılara bir soru işareti olarak kaldı.
Dolaysıyla yukarıda saydığım tüm olaylar zincirinin son halkası olan 3 Ocak sabahı Kasım Süleymani ile birlikte 7 kişinin Irak’ın başkenti Bağdat’ta uluslararası havaalanında öldürülmesiyle daha da netleşmiş oldu.
Olayın iç yüzene geçmeden önce Kasım Süleymani kim sorusunu sormak gerekiyor?
Süleymani 1979 yılındaki İran İslam Devrimi’nin ardından kurulan İran Devrim Muhafızları Ordusu’na katıldı. Askerî alanda etraflıca eğitim almamasına rağmen ordu içinde kısa bir süre içinde yükselmeye başladı. Muhafızlığının ilk zamanlarında, İran’ın kuzeybatısında ve Batı Azerbaycan Eyaleti’nde bir Kürt direnişinin bastırılmasında görev aldı. İlk önemli görevlerinden biri, İran-Irak Savaşı başladıktan sonra Kirman’daki erkekleri bir araya toplaması ve askerî eğitim vermesidir. Özellikle Şiiler arasında cesur bir asker olarak bilinen Süleymani, 23 yaşındayken 41. Sarallah Tümen Komutanı olarak vazifelendirildi.Savaş sona erdikten sonra, 1990’lı senelerde, Kirman Eyaleti Devrim Muhafızları komutanı oldu.1998 yılında Ahmed Vahidi’den sonra, İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı olarak vazifelendirildi.
Kudüs Gücü, 1979’daki İslam Devrimi’nin ardından kuruldu ve bugün İran’ın ülke dışındaki faaliyetlerini yürütüyor. Bu nedenle, bu birimin komutanlığını yürütenler, sıradan bir askeri lider olmanın ötesinde siyasi ve uluslararası güce sahip kişiler haline geliyor. İran’ın ülke sınırları dışındaki nüfuzu hiçte azımsanmayacak kadar güçlü. Bu gücün alt yapısını oluşturan Kudüs Gücü daha çok mezhepsel güdüler üzerinden insanları kendi bünyesine katıyor ve savaştırıyor. Bugün Orta Doğu’da savaşan güçlerin arkasında da bu birlik vardır. En önemlisi bu birliğin stratejilerini önemli ölçüde de belirleyen Kasım Süleymani’ydi. Süleymani’nin ABD tarafından bir suikast ile öldürülmesinin sebebi bir yönüyle buydu.
Fakat olayın diğer boyutu ise ABD’nin uluslararası bir havalimanında. İran’ın “efsanevi” komutanların da Kasım Süleymani ve Haşdi Şabi’nin Komutanı M. el-Mühendis’in öldürülmesi aynı zamanda uluslararası hukuk açısından da bazı tartışmalara yol açacaktır. Önümüzdeki süreçte uluslararası hukukun bu olayla ilgili söyleyecekleri son derece önemli. ABD’nin Süleymani öldürmesinin ardından İran’ın peşpeşe intikam çağrıları istikrarsız olan Orta Doğu’yu daha da içinden çıkılmaz bir duruma sokuyor.
Şunu unutmamak gerekiyor ABD’nin Orta Doğu’ya olan müdahalesi birçok ülkeyi ekonomik siyasal ve askeri olarak zayıflatma sonucu İran’ı da Ortadoğu’da bir güç haline gelmesini neden oldu.
ABD’nin Kasım Süleyman’a yönelik olan suikast girişimi İran’ın Ortadoğu’daki prestijini zedelemeye yönelik bir girişim olduğu da bilinmelidir.
Diğer husus ise daha önceki bir yazımda da dile getirmiştim ABD Suriye’de çekiliyoruz söylemenin taktiksel bir hamle olduğunu aksine Orta Doğu’da daha da kalıcı bir hal alacağını söylemiştin.
Hepimizin hatırlayacağı üzere Trump, bir önceki seçimlerde Afganistan’dan, Irak’tan ve Suriye’den bütün askerleri çekeceğine dair söz vermiş olduğu sözün tersine geçtiğimiz günlerde 3500 kadar askeri yerinden Orta Doğu’ya göndermesi ABD’nin bölgede yeni stratejiler peşinde olduğu ve çekilmek yerine daha da kalıcılaşmak için yoğun bir çaba içine girdiği net bir şekilde görülüyor.
ABD’nin Ortadoğu’da çekilmesi durumunda yıllarca ambargo uygulayarak diz çöktürmek istediği İran’a alan açmış olacak ki bu da ABD’nin başta Ortadoğu’da olmak üzere tüm coğrafyadaki çıkarlarını ters düşen bir durum.
Merak edilen bir başka konu ise ABD yönetiminin bu suikastı yapma cüretini gösterme nedenleri. İlk akla gelen, Trump’ın azil süreci içinde sarsılan prestijini yeniden toparlama ve 2020 Kasım ayında gerçekleşecek başkanlık seçimleri için elini daha da güçlendirmek olduğu yönünde.
Bu taktik sebep, hiç kuşkusuz doğru fakat stratejik anlamda geri tepme riski taşıyor. Büyük bir İran karşı saldırısı ya da İran yanlısı gruplar tarafından gerçekleştirilecek intikam saldırıları ABD’nin bölgedeki varlığını ve çıkarlarını tehlikeye atarak İran’ın itibarını yükseltme sonucunu doğurabilir. Öte yandan General Kasım’ın öldürülüşü IŞİD karşıtı mücadeleye darbe vurmuş oluyor ve onun yokluğunda IŞİD yeniden güçlenerek ABD hedeflerine saldırabilir.
Taktik kazançlar karşısında göz önüne alınması gereken bu risklerin Pentagon ve Beyaz Saray tarafından bilinmediği düşünülemez. O halde Süleymani suikastının sembolik anlamı ve stratejik önemi, oldukça ağır olmalı. Kudüs Ordusu komutanı Kasım Süleymani’nin, Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de artan İran etkisini tanımlayan “Şii hilali” konseptinin mimarı ve başlıca uygulayıcısı olduğu biliniyor. Irak’ta ABD işgali sonrası oluşan Şii ağırlıklı yönetim içinde etkili olduğu, özellikle IŞİD’in ilerleyişi karşısında kurduğu Haşdi Şabi birliklerinin belirleyici rol oynadığı ortada.
Ama bu ölümcül arıza, özellikle Irak’ta ABD varlığına karşı duruşu güçlendirmek yanında, Şii-Sünni ekseninde yeni bir iç çatışma, şiddet ve istikrarsızlık sürecinin de tetikleyicisi olma potansiyeli taşıyor. ABD sözcülerinin iddia ettiği üzere dünya Süleymani’den sonra daha güvenlikli bir gezegen haline gelmiş olmuyor. ABD, bölgeye 3500 kişilik yeni asker sevkiyatı yaparken, bütün yurttaşlarına Irak’ı terk etme uyarısı yapıyor. Bunlar, pek de güvenli bir ortam yaratılmış olmadığını gösteriyor. Ve yakın geçmiş bize gösterdi ki Irak’ta başlayan orada kalmıyor; Orta Doğu coğrafyasına yayılıyor.
Süleymani suikastı, dış ve iç basında İran’ın 11 Eylül’ü olarak değerlendiriliyor. ABD’nin İran’a açık savaş ilanı olduğu yorumu yapılıyor. Ayrıca bu suikastın Rusya ve hatta Çin’i de İran yanında çatışmaya çekme anlamında bir Üçüncü Dünya Savaşı’nın başlangıcı olduğu söyleniyor.
İran’ın bölge coğrafyası içinde yayılması, askeri güçten çok stratejik yeteneğin sonucudur. Süleymani suikastı, ilk elde ülke içinde aylardır sürmekte olan protesto gösterilerinin yerini ABD karşıtı mitinglere bırakması sonucunu getirmiş bulunuyor. Milli birlik ve beka söylemi içinde İran devleti içte güç kazanırken, dışarıda da mazlum retoriği ile bir koz kazanmış olacaktır. Bu nedenle, Süleymani suikastına İran devletinin tepkisi, savaş senaryolarını boşa çıkarabilir. İran, vezirini feda etmiş bir satranç ustası olarak herkesi şaşırtacak hamlelerde bulanabilir. Geçtiğimiz günlerde İran peş peşe ABD’nin Irak’taki üsleri ne yoğun bir saldırıya geçti mi ve bu ilk saldırıda 80 ABD askerinin öldürüldüğünü açıklaması önümüzdeki süreçte çatışmaların daha da yoğunlaşacağını gösteriyor. Fakat İran’ın bu açıklamasına karşına ABD’nin erken uyarı sistemi nedeniyle herhangi bir zayiat vermediğini açıklaması dikkat çekti.
Ortadoğu coğrafyasında yeni yıl ile birlikte kopan bu tüm dünyada barış mesajları yayınladığı bir süreçte ABD’nin yeni yıla bir suikastla karşılık vermesi önümüzdeki süreçte başta Ortadoğu İsrail ve Körfez ülkeleri olmak üzere geniş bir alanda çatışmalı bir yıla girdiğimizi habercisi niteliğindedir. Elbette ki bu suikastın etkileri tüm dünyada olduğu gibi Türkiye açısından tehlike arz ediyor. Bölgesel ya da küresel bir sıcak çatışma içinde taraf olmak zorunda kalınabilir. Türkiye dolayısıyla da Ortadoğu’da savaşlar bitmediği sürece ABD’nin ülkemizde istemleri bitmeyecektir.
Bu suikastın yaratacağı etkiler bakımından Orta Doğu’da ki denge değişiminden Kürtlerinden etkileneceği açık bir gerçektir. İran ve ABD arasında sıkışıp kalan Türkiye devleti sıkı ticari ilişkileri olan İran ile bağlarını koparmak istemeyecektir. Bu durum ise ABD ile arasında şüphesiz bazı açmazlara yol açacaktır. Suriye savaşı ile büyüyen ve ilerleyen statü mücadelesi yürüten Kürtler ise bu açmazların yaratacağı boşluklar sayesinde bazı kazanımlar elde edebilir. Kuşkusuz ki İran’ın Kürtlerin statü kazanma mücadelelerine karşı tutumu ABD’nin politikalarına Kürtler lehine değişikler yapmasına sebep olacaktır.
Yaşanan bu suikast aslında iç karışıklıklar yaşayan İran için bir can simidi oldu. Aynı Türkiye’de yaşanan 15 Temmuz’un sonuçlarının ortaya çıkardığı mezalimlik gibi bir süreç İran’da yaşanacaktır. İran’da Kasım Süleymani’nin ölümüyle birlikte artan Amerikan düşmanlığı, ülkede ki bütün muhalif hareketli ABD bağlantısı iddiasıyla baskı altına alınacaktır. Ama açık olan şudur ki; aynı Türkiye’de olduğu gibi bu süreç İran devleti açısından bir hüsran ile sonuçlanacaktır.
Bir başka değinmek istediğim nokta ise bir çok kişinin göz ardı ettiği İran’ın insanı olmayan İntikam hırsının siviller üzerinde yarattığı etki. Hatırlarsınız Kasım Süleymani’nin düzenlenen cenazesine yüzbinlerce insan katıldı. ABD’ye hergün intikam naraları atan İran yönetimi ise bu cenaze töreninde arbedede ölen onlarca insanı görmezlikten geldi ve hiçbir önlem almadı. İran’ın bu tavrı açıkça insanlık dışı bir tavırdır. Ölen ve uğurlananın devlet tarafından ne kadar önemli olduğu mühim değildir. Cenazeden cenaze çıkartmak, daha kendi halkının güvenliğini sağlayamamak bir zafiyetin ve zalimliğin göstergesidir. Öte yandan İran’ın füze savunma sistemlerinin bir sivil uçağı düşürmesi ise yüzlerce insanın ölmesine sebep oldu. Ancak İran devleti yanlışlıkla yaptık özür dileriz gibi mesnetsiz bir açıklama yaptı. Bu açıklama son derece utanç vericidir. Yaşanan bu olaylar İran’da ki şerri yönetimin zalimliğin kanıtıdır. Bütün dünya yapılan bu zalimliğe karşı tepki göstermektedir.
Sözlerime burada son verirken şöyle bir not düşmek istedim. Ortadoğu’da gerçek anlamda bir kardeşlik inşa edilmediği sürece batılı güçlerin sömürgesi olmaktan asla kurtulamayacaktır.
Saygılarımla