Xacê Zînke dört katlı devlet dairesini gösterip şöyle dedi: “Senin çektiğini bu bina çekseydi yıkılırdı.”
Doğru söylüyordu. O, Maraş’ta Merdivan Altı ve Ring‘te aylarca işkence gördü.
Elektrik verdiler, çarmıha gerdiler, filistin askısı ve falakaya yatırdılar. Amaçları teslim almak ve konuşturmaktı.
Falakaya yatırdıklarında sopa ve jopla ayak tabanlarına bazen 30, bazen 40 defa vuruyorlardı. Ayak derisi açılıyor ve morarıyordu. Sonra onu kaldırıp tuzlu suda yürütüyorlardı. Ayakları tuzla buluşunca pişiyor gibi oluyordu. “Konuş” diyorlardı. Konuşmayınca tekrar tuzla suda yürütüyorlardı. Acı dayanılacak gibi değildi.
Bazen de ellerini duvara vererek onu bir-iki gün ayakta bekletiyorlar, yerinden kımıldamasın diye başında eli sopalılar duruyordu.
Bir defasında Bekçi Mehmet onun göğsünde sigara söndürdü. Devrimcilerden intikam almak ve vücudunda iz bırakmak istiyordu.
Sonra onu boş olan başka bir binanın bodrum katına götürdüler. Orada bir lağım çukuru vardı. 1.5 ay bu çukurda beklettiler. Gözleri bağlıydı. „Sen Maraş bölgesinde insanların yerini biliyorsun. Yerini söyleyeceksin. Yoksa bu çukurdan seni çıkarmayacağız“ diyorlardı.
Lağım çukurunda kollarını havada bağladılar. Boyu ayarladılar. Pis su çene bölgesine kadar geliyor ve başka bir yere akıyordu. Bazen sadece kafası açıkta kalıyordu.
Lağım çukurunda ayakta duruyordu. Su boğazına kadar yükseldiğinde uykusu gelip boynu düşünce ağzına kaçıyordu.
Bazen rahat nefes almak için, “Tamam konuşacağım” diyordu. Onu çıkarıyorlar. Elini yüzünü yıkıyor, rahat bir nefes alıyor, “Vazgeçtim” deyince dayak yedikten sonra tekrar onu lağımla dolu çukura koyuyorlardı.
Bazen de kendileri çıkarıp sorguya götürüyorlardı.
Onu lağım çukurunda 1.5 ay beklettiler. Özellikle karın bölgesi, karnın sağ ve sol tarafı siyahlaştı. Pis suyun içindeki bakteriler onun derisini yiyordu. Karın bölgesi iltihap kaptı, yara oldu ve deri soyulmaya başladı.
O tüm işkencelere rağmen konuşmadı.
Daha sonra 6 yıl zindanda kaldı ve çıktı. Xacê Zînke Antep’te onu ziyaret etti. Evden otobüs garajına kadar beraber yürüdüler. Yol üzerinde büyük bir devlet dairesi vardı. “Bu bina senin yaşadıklarını yaşasa yıkılırdı” sözünü işte o zaman söyledi.
Anlattığımız kişi Robin (Mustafa) Bünül. Zurık Dada‘nın oğlu Mıstafi Zurke‘nin ismini taşıyan Bünül, Paris’te yaşayan Elbistan ve Pazarcık toplumu için son yıllarda önemli çalışmalara imza attı.
O, zindanda ve dışarıda çeşitli defalar ölümle burun buruna geldi ve halen sağlığına her zaman maksimum düzeyde dikkat etmek zorunda. Tüm olumsuzluklara rağmen hayata sıkı sıkı sarılan, en kötü sağlık koşullarına rağmen gösterdiği çaba ile topluma örnek olan Bünül’ü selamlıyoruz.
Foto: Robin Bünül göğsündeki sigara izini gösteriyor. Bünül‘ün kollarında da filistin askısının izi var. Ayrıca lağım çukurunda yara olan Bünül‘ün karnı halen siyah noktalarla kaplı. Bünül, “Bu izler benim madalyalarım. Biz özgür bir yaşam için direndik” diyor.
Foto: Robin Bünül amatör bir ressam. Çevresi tarafından bu yönü fazla bilinmiyor ama yüzü aşkın tablo çizdi. O, daha çok yağlı boya ile doğa ve kara kalem ile portre çiziyor.
Foto: Annesi bir gün Robin Bünül’ü ziyarete gelir. Askerlerin şiddettine maruz kalır. Bunun üzerine Robin Bünül şu şiiri yazar.