İstanbul Sözleşmesi tartışmaları ülkede demokrasinin ve eşitliğin ne denli geri kaldığının bir kanıtı niteliğinde. Öyle bir dönem düşünün ki Ayasofya Camii ibatede açıldı, kimi çevreler hilafet çağrıları yaptı, polisler devlet olduğunu söyleyerek önüne gelen insanı (Baro başkanı dâhil) gözaltına aldı. Nefret dili her yerde. Belediyelere kayyım atanıyor, Kürtler baskı altında bırakılıyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminin sonucu olarak tek ADAMLIK büyüdükçe büyüyor. Tam demokrasinin ve özgürlüklerin ayaklar altına alındığı, her gün en yakınları tarafından katledilen kadınların olduğu bu dönemde İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tartışmaları açığa çıktı. Özelikle kendini muhafazakâr olarak tanımlayan İslamcı çevrelerin karşı olduğu İstanbul Sözleşmesi kadınlar ve kadın hareketi tarafından sahiplendi ve günümüzün en anlamlı mücadelesi haline getirildi.
Kadınlar erkek egemenliği karşısında tarih boyunca fırsat eşitliği ve yaşam hakkı için verdikleri mücadelede büyük bedeller ödemiştir. Vermiş oldukları mücadele sonucu nispi de olsa elde edilen kazanımlar kimi ülke ve iktidarlarca kabul görülerek daha da geliştirilirmiştir. Fakat bunun yanı sıra kimi ülke iktidar hazmedip içselleştirememiş, tam tersi imzaladıkları taahhütte bulundukları bu kazanımları her gün bir tarafını cımbızlayarak yok etmek çabası içerisinde olmuşlardır. İşte İstanbul Sözleşmesi Türkiye’de tam da böyle bir duruma getirilmek isteniyor.
Kadına karşı şiddeti önleme sözleşmesi İstanbul’da imzalandığı için bu adı alarak, özet olarak kadına karşı şiddet ve aile içi şiddet konularında devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen bir uluslararası insan hakları sözleşmesidir.
Dünyada ve ülkemizde bunlar tartışılırken insan oturup düşünmeden edemiyor. Halen kadın kimliğinin kabul görmedi bir dünyada yaşıyoruz. Kadının erkek egemen zihniyetin de korumak için özel yasalar çıkarıldığı bir dünyada bahsediyoruz. İşte düşünülmesi gereken en hassas noktalardan biri de bu. Neden özel bir yasa çıkarılarak kadınlar korunmak zorunda?
Dolayısıyla da bu durum sadece bizim ülkemizde değil tüm dünya genelinde demokrasinin ne kadar geliştiğinin de bir göstergesidir. Bugün dünyaya hükmeden erkek egemen zihniyeti bir türlü durdurulamıyor. Bu zihniyet dünyada tüm savaşların tüm hukuksuzlukların tüm adaletsizliklerin ortaya çıkmasının neden olmuştur.
Bir diğer tarafta ise devletin bizzat imzaladığı bir sözleşmenin uygulanması için çağrıda bulunan kadınlara karşı her türlü şiddeti uygulayan meydanlarda coplayarak yerlerde sürükleyerek, gözaltına alınıyor.
Peki, bunların hepsini yapan akıl almaz devletin bu yapısıyla kadına karşı şiddeti önlemek üzere imzaladığı sözleşmenin gereklerini yerine getirebilir mi?
Kendisi bizzat her gün kadınlara şiddet uyguluyor. Ve bu uygulanan şiddet televizyonlarda cayır cayır yayınlanmaktadır. Bu da toplumdaki şiddeti adeta körüklüyor.
Kadınların bu isyanı sadece iktidara, devlete değil asıl da erkek egemen yapının öznesi olan tüm erkeklere. Erkek zaten kendisine doğuştan verilmiş bir hakmış gibi kadını dövüyor, taciz ediyor tecavüzde bulunuyor işkence yapıyor dahası da öldürüyor.
Aslında Kadın cinayetleri demek bu vahşete az geliyor. Neredeyse bir cins kırımı yaşanıyor diyebiliriz artık.
Ülkemizde kadın cinayetleri her geçen gün artış göstermektedir. 2018 yılında 440, 2019 yılında 474 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Devlet bir türlü bu cinayetlerin önüne geçemiyor.
Son bir ayın temmuz verilerine göre: 22 kadın cinayeti işlenmiş diğer tarafta ise birçok kadının şüpheli ölümleri de yaşanmakta bunlarda,23 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulunmuştur.
Öldürülen 27 kadından 11’inin neden öldürüldüğü tespit edilemedi, bazıları ekonomik bahaneyle öldürüldü 14 de boşanmak istemek, barışmayı reddetmek, ilişkiyi reddetmek gibi kendi hayatına dair karar almak isterken öldürüldü.
Kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin görünmez kılınmasının bir sonucu olarak değerlendiriliyor. Kadınların kim tarafından, neden öldürüldüğü tespit edilmedikçe adil yargılama yapılmayıp şüpheli sanık ve katiller caydırıcı cezalar almadıkça, önleyici tedbirler uygulanmadıkça şiddet boyut değiştirerek sürmeye devam edecektir
Ne diyor hak arayan kadınlar: artık üzerimize uygulanmış olduğunuz baskıya yeter diyoruz ve bundan sonra şiddet görmek istemiyoruz. Taciz ve tecavüze uğramak istemiyoruz. Kadın kıyımına artık yeter diyor bunu istemek acaba bir suç mudur?
Katledilen kadınlar için ‘Kadınlar artık öldürülmesin’ diyen kadınları polis darp ederek gözaltına alıyor. Sen misin şiddete karşı çıkan sen misin hak arayan, Her gün devlet eliyle şiddet.
En acı görüntü de kadın polisler, kadın cinayetleri için toplanan kadınları yerlerde sürükleyerek gözaltına alıyor olmasıdır.
Kadınlar imzaladığınız sözleşmenin gereğini yapın diyor. Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadele amacıyla, Avrupa Konseyi tarafından 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılan sözleşmedir.
Sözleşmenin Türkiye de yürürlüğe girmesinin üzerinden tam beş yıl geçti.
Ancak sözleşmenin uygulanması önündeki sorunlar aşılabilmiş değil. Üstelik Türkiye, toplumsal cinsiyet temelli şiddeti ortadan kaldırmayı hedefleyen bu sözleşmenin ilk imzacıları arasında yer alıyordu.
Kadınlar, iktidarın kadın kazanımlarını yok etmek için tüm mekanizmalarını devreye koyduğunun farkındalar.
Sözleşmenin etkin biçimde uygulanmasını istiyorlar. Bunun için de geri adım atmıyorlar. Var güçleriyle haykırıyorlar: İstanbul Sözleşmesi’ne dokunmayı aklınızdan bile geçirmeyin diyorlar. Burada sözlerime son verirken hiç kimse özel yasalarla koruma altına alınmamalıdır.
Çünkü yaşam hakkı evrensel bir haktır. Hiç kimsenin de buna müdahale etme hakkına sahip değildir.
Saygılarımla…