” İnsanları utandırarak yapılıyor. Regl olan kadınların pedine kadar açılıyor, çocukların bezlerine varana kadar açılıyor, 4-5 yaşında ki çocukların pantolonlarının içini karıştırarak yapılıyor. Evet bütün bunlar utanç verici uygulamalar. Ve bu yapılanların bir çoğuda söylenemiyor, söyleyemiyorlar. Söyleyemiyorlar çünkü utanıyor insanlar.”
ALEVİNET – Feyzullah Tunç
Katliamları, hukuksuzlukları ile tanınan uluslararası arena da hak ihlalleri, hukuksuzluklar sıralamasında en sonlarda olan bir ülke Türkiye ve hak ihlallerinin en yoğun yaşandığı yerlerden biri olan hapishaneler gerçeği koca bir duvar gibi duruyor karşımızda.
70’li, 80’li, 90’lı ve hatta 2000’li yıllar da özellikle devrimcilere uygulanan sistematik işkenceler ile ve hapishanelerde yaşanan açlık grevleri, ölüm oruçları ile gerek Türkiye gündeminde gerek Dünya kamuoyunda genişçe yer buldu Türkiye ve cezaevlerinde başta devrimciler olmak üzere herkese yaşatılan bu hak ihlalleri uygulamaları.
Türkiye de özellikle 80’lerden sonra gelişme gösteren “polis devleti” günümüzde artık pik noktasına ulaşmış durumdadır. Gözaltılar da karakollarda uygulanan sistematik işkenceler, gözaltında ki kişinin hapishanelere gönderilmesi ile de devam etmektedir. Hukuksal olarak karşılığı dahi olmayan uygulamalar, hak ihlalleri kılıfına uydurularak cezaevlerine girişten itibaren kendini göstermeye başlamaktadır.
Kaba dayaktan tutunda, insan onurunu kırmaya yönelik çıplak aramalara kadar her türlü uygulama ilk gözaltı merkezlerinde başlasa da sonrasında hapishaneye giriş anından itibaren devam etmektedir. Ve bu uygulama kadın, çocuk, erkek ayrımı yapılmadan yapılıyor. Bununla ilgili olarak 1978 yapımı Alan Parker’ın yönettiği “Gece yarısı Ekspresi” filminin yanına, yine cezaevlerinde tacizi, tecavüzü sistematik işkenceyi konu alan Yılmaz Güney’in yönettiği 1983 yapımı “Duvar” filmini de ekleyebiliriz. Türkiye cezaevlerinin durumunu en yalın dille anlatan bu iki film dahi, oralarda insanların yaşadıklarına küçük birer örnek teşkil etmektedir.
Birçok konuda oluşturulan ülke sıralamaların da son sıralarda kendine yer bulan Türkiye, sistematik işkence konusunda ve işkence de ırk, cins, yaş, cinsiyet ayırt etmiyor. Herkese eşit muamele ediyor.
HDP Kocaeli milletvekili ve meclis insan hakları inceleme komisyonu üyesi sayın Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun uzun bir zamandır meclise ve adalet bakanlığına verdiği soru önergeleri ile Türkiye cezaevlerinde ki, gözaltı merkezlerinde ki sistematik işkence olayları, çıplak arama sorunlarının üstüne gitmeye çalışıyor.
Ülkenin yarısının “terörist” ilan edildiği günümüzde toplumu koruması gerekenlerin, toplum aleyhine karakollarda, cezaevlerinde ve hatta sokak ortasında dahi çok rahat işkence ve tacizde bulunduklarını basından, televizyonlardan görebiliyoruz.
Tüm bu yaşananları ve daha fazlasını HDP Kocaeli milletvekili ve meclis insan hakları inceleme komisyonu üyesi sayın Ömer Faruk Gergerlioğlu ile konuştuk.
Sayın Gergerlioğlu uzun yıllardır Türkiye ve Kürt illerinde karakollarda, hapishanelerde uygulanan sistematik işkencelerle ve genel olarak insan hakları ihlalleriyle ilgili çalışmalarınız ve bu konularda meclise verdiğiniz soru önergeleri var. Bu süreci Türkiye ve Kürt illerinde yaşanan insan hakları ihlallerini ve cezaevlerinde ve karakollarda yaşanan işkenceleri ve sizin bunlara karşı sürdürdüğünüz çalışmaları biraz daha ayrıntılı olarak anlatabilir misiniz?
Ömer Faruk Gergerlioğlu:
İnsan hakları ihlalleri devam ediyor maalesef, yıllardır insan hakları alanında çalışıyoruz ve birçok ihlalle karşı karşıyayız. Neden bitmiyor? Çünkü ihlallerin nedeni devlet ve iktidarlar oluyor. Demokrasiden, hukuktan uzak bir yapı ihlal üretiyor en başta bu. Devletin birtakım kurumları var, insan hakları kurumu, insan hakları ve eşitlik kurumu ombudsmanlık falan, ama bu kurumlarda devlet uygulamalarını meşru göstermeye çalışmaktadırlar. Bu nedenle sivil toplum alanında ki insan hakları savunucuları mücadele veriyorlar. Bu alan da çok önemli mücadelelerimiz var. Ben hem sivil toplum alanında hem siyaset alanında pratikler sergiledim. Şu an da 2,5 yıldır siyaset alanında birçok konuda soru önergesi verdik, şimdiye kadar 3000’e yakın soru önergesi verdim. Bunların yaklaşık 1950 tanesi Adalet Bakanlığına verilen soru önergeleri idi. Meclis’te Adalet bakanlığına haksız adaletsiz uygulamalarla ilgili yargı ve cezaevlerinde ki uygulamalarla ilgili en fazla soru önergesi veren milletvekiliyim. Neler oluyor peki. Gözaltı merkezlerinde kötü muameleler, mahkemelerde adil yargılanma ile ilgili çok önemli sıkıntılar var.
Hakimlerin, savcıların kendilerini devletin memuru olarak görerek, devletin ideolojisinin sahibi olarak görerek bu göre yargılamalar yapması, adaletten uzaklaşması, yargının tamamen iktidarın boyunduruğun da olması çok önemli hak ihlallerine yol açıyor. Bütün bu yargısal ihlallerden sonra, gözaltı merkezleri ve cezaevleri insanla doluyor, Türkiye cezaevleri son yıllarda büyük bir pik yaparak doldu ve şu an cezaevlerinde 300,000’e yakın insan var. İnfaz indirim yasası çıktı, fakat bu yasa da yeterli indirimi sağlamadı. Bu yasadan sonra, şu an 265,000 mahpus var cezaevlerinde ve bu mahpusların siyasi olanlarında adil yargılanma ile ilgili çok önemli sıkıntılar olduğunu görüyoruz. Toplumsal dokunun da artık adaletten uzaklaşmış olmasından dolayı devletin sosyal bir adaleti sağlayamamasından kaynaklı adli suçlarda da bir artış yaşanmaktadır. Çünkü genel olarak yaşanan adaletsizlik ve sosyal refahın sağlanamamasından ve sistemsel bir çıkmazın içinde bulunduklarından hem siyasi hem adli anlamda önemli sıkıntılar var. Ve bunlarda cezaevlerinde önemli hak ihlallerine yol açıyor, çıplak aramadan tutunda, yaşanan darp olayları yine cezaevlerinde ki haklardan mahrum bırakma, sohbet hakkının, kitap hakkının, mektup hakkı gibi birçok hakların kısıtlanması, işkenceye varan uygulamalar, dayaklar, hakaretler vb. maalesef gözaltı merkezleri ve cezaevlerinde yoğun bir şekilde uygulanmaktadır. Bütün bunların üzücü tarafı ise bize bildirilen bu olaylarla ilgili Adalet bakanlığına yaptığımız şikayetler gizleniyor, sümen altı ediliyor.
Adalet bakanlığına verdiğimiz 2000’e yakın soru önergesinde tek bir ihlal kararı çıkmış değil, kolektif bir şekilde yaşanan hak ihlalleri gizleniyor, gizlenmeye çalışılıyor. İnsan Hakları ve İnceleme Komisyonuna yapılan başvurularda görmezden geliniyor. Gözaltı merkezleri ve cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine karşı bir görmezden gelme durumu yaşıyoruz. Yine İçişleri bakanlığının ilgilenmesi gereken bu konular tamamen onların gündeminin dışında şeyler, İçişleri bakanlığı tamamen kendisini bir iktidar organı gören ve hukuk dışı işler yapan bir bakanlık, soru önergelerimize cevap verme lütfunda bile bulunmuyorlar. Hani ben istediğimi yaparım, kimse bana hesap soramaz makamındalar. Bu da açıkçası bir polis devletinde olduğumuzu gösteriyor. Çünkü eğer demokrasi olsa milletvekillerinin sorularına cevap vermeye çalışırlardı, bir polis devleti olduğu için kendi otoriter yapılarını devam ettirmekle meşguller.
Cezaevlerinde dayatılan çıplak aramanın yaygın, yoğun, sürekli ve sistemli olduğu ve iktidarın da bu uygulamaları zımnen kabul etmese de engellemeye yönelik bir çabasının olmadığı da kamuoyu tarafından biliniyor, öte yandan ise bu uygulamaların devam ettiği de ortadadır. Bu duruma ilişkin neler söylemek istersiniz?
Evet çıplak arama ne yazık ki cezaevlerinde yaygın bir uygulama olarak devam etmektedir. Bir boyun eğdirme, baş eğdirme metodu olarak kullanılıyor. Benim dediklerime uyacaksın ve ses çıkarmayacaksın anlamında bir yaptırımı oluyor bunun. Ortadoğu toplumlarında haya duygusu yüksek olduğu için böyle insanları soyarak, çıplak bırakarak onları teslim almak, onların onurları ile oynamak daha kolay geliyor sanırım muktedirlere. O nedenle bu çıplak arama iktidarlar tarafından tercih edilen bir yöntem herhalde. Sadece şimdi değil, on yıllardır devam eden bir uygulama aslında çıplak arama herkese, her yaşa her kesime karşı yapılmış bir uygulama bu maalesef. Ne yazık ki şimdi de yoğun bir şekilde devam ediyor, aslında makul bir şüphe varsa savcılık kararı ile olması gereken bir uygulama bu çıplak arama, ne yazık ki Türkiye de bu böyle işlemiyor, rutin bir uygulamaymış gibi herkese karşı uygulanıyor. Kadın, erkek, genç, yaşlı, çocuk demeden çırılçıplak soyularak yapılıyor. İnsanları utandırarak yapılıyor. Regl olan kadınların pedine kadar açılıyor, çocukların bezlerine varana kadar açılıyor, 4-5 yaşında ki çocukların pantolonlarının içini karıştırarak yapılıyor. Evet bütün bunlar utanç verici uygulamalar. Ve bu yapılanların bir çoğuda söylenemiyor, söyleyemiyorlar.
Söyleyemiyorlar çünkü utanıyor insanlar. Bir mahrem alan, mahrem bir bölge ve yaşanan mahremiyetine zorla girilmiş bir an olduğu için insanlar söyleyemiyorlar, çekiniyorlar. Özellikle son dönem de biz bu yapılanları kamuoyu ile yoğun bir şekilde paylaşmaya çalıştık, gündeme getirmek için çok uğraştık ve bizim bu paylaşımlarımızdan sonra peşi sıra insanlar yaşadıklarını ifşa etmeye başladılar. İktidar partisi ilk dönemler insan hakları ve inceleme komisyonuna görevliler geldiğinde bu yaşananları kabul ediyorlardı. Son zamanlarda kamuoyunda gelişen tepkilerden kaynaklı kabul etmemeye başladılar.
AKP Grup başkan vekili Özlem Zengin bununla ilgili olarak “hayır inanamıyorum, böyle bir şey olabilir mi?” dedi. Aslında bu bizlere iktidar ile millet arasında ki uçurumun ne kadar büyük olduğunun göstergesidir. Sokakta cezaevine ve gözaltı merkezi deneyimi olan bir insana sorduğunuz zaman size anlatır çünkü bu konularda muhakkak ki bir deneyim yaşamıştır ve neyin ne olduğunu eğip bükmeden size anlatacaktır. Ama iktidar bunlarla yüzleşmek yerine, yaşanan bu gerçekleri örtbas etmekle, gizlemekle daha çok ilgili. Kralın çıplaklığını söylemek istemiyorlar. Ama tüm bunlara rağmen herkes anladı ki Türkiye de çıplak arama uygulaması ve diğer hak ihlalleri yaşanmaktadır.
Kelepçeli muayene etmek ve benzeri hak ihlallerinin ve işkencelerin de yoğun ve yaygın olarak uygulandığı da görülmektedir. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Kelepçeli muayene meselesi hem bir insan hakları savunucusu hem de bir doktor olarak benim çok önemli bir şekilde gündemimde. Cezaevlerinden gelen hastaları muayene etmekle görevli bir hastahane de doktor olarak bir müddet çalıştım. Ve bana gelen mahpusların kim olursa olsun, suç grubuna bakmaksızın açtırdım ve o şekilde muayene ettim. Suçuna bakmadan bir insan olarak gördüm, karşımda hasta bir insan vardı ve bizlerde ona herkes gibi davranmak durumundaydık. Hangi suçla cezaevine girdiği beni alakadar etmiyordu, çünkü Hipokrat yenimi etmiş bir doktor olarak karşımda ki insanın sağlığı ile ilgilenmek durumundaydım. Düşmanca bir tavrım olamazdı ve doktorlarında böyle bir tavrı olmamalı diye düşünüyorum. Fakat böyle durumlarda kelepçeyi açma talebinin doktorlar tarafından iletilmesi gerekmektedir. Doktor kelepçenin açılmasını istemezse kelepçeler açılmıyor yani muayene kelepçeli olarak yapılıyor. Bu uygulamanın doğru olmadığını biliyoruz, zaten özgürlük hissetmeden bir kişiyi muayene etmekte doğru bir şey değil. Hastahane de veya poliklinikte o kadar polis’in veya jandarmanın arasında gelen mahpusun kelepçesini açtırmamak olacak iş değildir. Bu yapılanlar gelen kişiye yönelik, onu sindirmek için yapılan zulümlerdir. Burada şunu da söylemek gerekiyor böyle bir durum da hastahaneye gelen mahpuslarla ilgili birçok doktor gelen kişinin kelepçesini açtırmıyor veya açtırmak istemiyor yukarıda da dediğim gibi çünkü bu konuda doktorun talepte bulunması gerekiyor. Yaşanan bu kelepçeli muayenelerden dolayı birçok mahpus gerek adli gerek siyasi muayene olmak istemiyor.
Tabii bu durum önemli bir ihlali de beraberinde getiriyor SAĞLIK HAKKI İHLALİ. Bir diğer mesele de cezaevinden hastahaneye sevkler sırasında çift kelepçe uygulamasından söz etmek gerek, cezaevinden o kadar aramadan sonra ring aracına bindirilirken mahpusa çift kelepçe takmak isteniyor, doğal olarak bunu kabul etmeyen mahpuslarda sağlık hakkına kavuşamıyorlar. Bu konuştuklarımız 21.yüzyılda Türkiye de üzücü hadiseler, olmaması gereken şeyler, bir insanın suçu ne olursa olsun sağlıkla ilgili bir yere gidiyorsa ona böylesine bir zulmün yapılmaması gerekmektedir. Çünkü sağlık sorunları yaşayan hasta bir kişi, hem mahpus olan bir kişi böylesine ağır bir şekilde muamele görmeyi hak etmiyor. Üstelik bir değil, iki defa kelepçe takılıyor bu insanlara hastahaneye sevk sırasında. Cezaevi idaresinin bu keyfi uygulamasından kaynaklı hasta olduğu halde hastahaneye gitmeyen, gitmek istemeyen birçok hasta mahpusun olduğunu biliyorum. Maalesef bunlarda Türkiye cezaevlerinde uygulanan uygulamalar.
Meselenin bir diğer boyutu da cezaevlerinde ki insanları ziyarete giden yakınlarına uygulanan hak ihlalleridir. Bununla ilgili olarak neler söyleyebilirsiniz?
Önemli bir konu cezaevlerinde ki yakınlarını ziyaret etmek isteyenler, cezaevlerinde yakınlarını ziyarete giden insanlar gerçekten çok büyük çileler çekmişler ve hala da çekiyorlar. Cezaevleri kapasitesitelerinin üstünde insanla dolu şu an, bunların yanında giriş ve çıkışlarda yaşanan yetersizlikler, uzun zaman alan bekleme süreleri, tacize varan muameleler, hakaretler gibi hadiselere maalesef çok sık rastlıyoruz. Konuştuğumuz konu yani mahpuslara yönelik yapılan çıplak arama uygulaması ne yazık ki mahpus yakınlarına da yapılıyor. Kadınlara özellikle regl (adet) dönemlerinde petleri dahi kontrol ediliyor. Babasını veya abisini ve yahut ta bir yakınını ziyarete giden 12-13 yaşlarında ki kız çocukları da bu uygulama ile karşı karşıya kalıyorlar, sadece bu da değil, çocuklara hatta bebeklerin bezlerine varana dek çıplak aramaya maruz bırakılıyorlar. Ve bunu kabul etmezseniz görüşü yapamıyorsunuz. Tartışırsanız bu defa 3 ay ya da 6 ay görüş cezası alıyorsunuz. Bu nedenlerden dolayı uzun yollardan gelen insanlar, özellikle kadınlar, bu tarz bir tartışmaya girmek istemiyorlar “lanet olsun” deyip bu dayatmayı kabul etmek zorunda kalıyorlar. Fakat son derece onur kırıcı olan bu uygulama görevli kadında olsa, insanın mahrem yerlerinin başka bir kişi tarafından görülmesi, üst-alt iç çamaşırlarının ellenmesi, bu yetmezmiş gibi iç çamaşırlarının zorla çıkarılması, adetli kadınların külotunu indirmeye zorlanarak petini göstermek zorunda kalması gibi son derece insanlık dışı uygulamalar yaşanıyor.
Aslında bunlar, dediğiniz gibi yüksek bir şüphe durumu varsa ve savcı kararı ile doktor veya bir sağlık çalışanının yapması gereken durumlardır, fakat Türkiye de böyle olmuyor ne yazık ki, orada bulunan görevliler bu şekilde arama yapmayı kendilerine bir hak olarak görebiliyor ve uygulayabiliyorlar. Çünkü şu ana kadar bununla ilgili bir yaptırım uygulanmamış ve hala de uygulanmaması için çalışıyorlar. Ve ne yazık ki; çıplak arama bir Türkiye gerçekliği mahpuslar ve mahpus yakınları için hem bir işkence yöntemi hem de bir çile anlamını taşımaktadır.
Bir insan hakları savunucusu ve meclis İnsan hakları inceleme komisyonu üyesi olarak “gözaltına alınanları kaybetme” gibi daha önce de uygulanmış korkunç bir uygulamadan da söz ediliyor. Bu konuda neler söylersiniz?
Türkiye’de gözaltı süreleri OHAL döneminde 30 güne kadar çıkarıldı, daha sonra ise 14 gün ve 12 güne kadar indirildi ama bir de bir başka uygulama var. Legal olarak yapılan gözaltı işlemlerinin dışında, bir de illegal bir şekilde kişilerin resmi görevliler tarafından bir şekilde gözaltına alınması söz konusu. Bu şekilde gözaltına alınan kişiler bilinmeyen yerlere götürülmesi, uzun süre tutulması, işkence ile sorgulanması ve bu uzun sürelerin sonucunda fiziksel ve ruhsal olarak kötü muamele yapılmış, işkence görmüş bu kişilerin daha sonra emniyet müdürlüklerine bırakılması geleneği var. Bunlar önceden Türkiye’de yapılırdı 90’lı yıllarda bitti sanıyorduk ama son yıllarda OHAL döneminde yine ortaya çıktı kayıt dışı bir şekilde insanlar gözaltına alınıyor siyah Transporter araçlara zorla bindiriliyor tesadüfen bulunan kamera görüntülerinde bir kişinin 3-4 kişi tarafından derdest edilip siyah Transporter’a atıldığını çoğunlukla gördük son 4 buçuk yıl içinde 30’a yakın kişi böyle kaçırıldı ve uzun müddet tutuldu. Bunun dışında Kürt muhaliflerden de yine kaçırılma girişiminde bulunan bir iki gün sorgulanan bir tarafa atılan kişiler olabildi ama uzun süreli bu şekilde kaçırılmalar KHK’lı kişilerde oldu, 6 ay 9 ay 1 yıl 2 yıl kaçırılıp bir yerlerde tutulan bu insanlar sonra aniden emniyet müdürlüklerin de ortaya çıkıverdi. Bunlar çok garipti, ama eskiden olduğu gibi kimse bu konuları pek araştırmak istemedi, hep böyle görmezden gelindi, hani ıslık çalarak oradan geçtiler. Bu konular bizim gibi insan hakları savunucularının konusuydu o nedenle bu konuları çok araştırdık ve hala da araştırmaya devam ediyoruz. İçişleri Bakanlığına, Adalet Bakanlığına defalarca soru önergeleri verdik ama büyük bir araştırmama hali olduğunu gördük emniyetler, savcılıklar, bu konuları araştırmak istemiyorlardı. Bunun da nedeni kaçırılan kişinin birtakım devlet görevlileri tarafından kaçırıldığını düşünüyorlardı herhalde o nedenden olsa gerek bu konuları rafa kaldırıyorlardı ve üstüne gitmiyorlardı. Uluslararası mekanizmalar AIHM, Birleşmiş Milletler Türkiye’ye soru sorduğu zaman Türkiye Adalet Bakanlığı bu konuda tatminkâr cevaplar veremiyordu ya da vermiyordu böylesine inanılmaz bir süreç bir müddet sonra bu kişiler emniyet müdürlüklerinde ortaya çıktı. Yine mahkeme sürecinde ailelerin istediği avukatların tutulmasına izin verilmedi, devletin görevlendirdiği avukatlara sadece izin verildi. İnsanların gözleri önünde, mahallelerinin ortasında kaçırılan kimi insanlar, eşinin, çocuklarının yanında kaçırılan kimi insanlar, resmi görevli olduklarını söyleyen kişiler tarafından kaçırılan kimi insanlar, sonradan mahkemede gözaltı süreci boyunca işkence gördüğünü söyledi, kimisi de “hayır biz kaçırılmadık bir yerlerde duruyorduk” falan gibi sözler söylediler. Bu da ifadenin ya da ifadelerin güvenilirliği anlamında çok önemli soru işaretleri oluşturdu. Tüm bu kaçırılan kişiler Ankara 34 Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanıyorlar. Nedense bütün bu kaçırılanların yargılandığı yer MİT davalarına bakmakla görevli bir mahkemeye, hepsi orada yargılanıyor nedense. Böyle bir garip uygulama ve kimse de bunu sorgulamıyor ya da sorgulamak istemiyor ama hukuk hepimiz içindir. Muhalifimize de yapılsa, bize de yapılsa hukuk talep etmek zorundayız ve hukuk dışı işlere karşı durmak zorundayız. Kayıt dışı devre dışı hukuksal yargısal yollar olmaz. Gözaltı süreleri Türkiye’de bellidir ama devre dışı birtakım işler Türkiye’de dönüyor ve biz de bu konuların üstüne elimizden geldiği kadar gitmeye çalışıyoruz ama ne Adalet Bakanlığı ne İçişleri Bakanlığı ne Meclis İnsan Hakları Komisyonu bu konuda bize cevap vermiyor
Birinci bölümün sonu
Söyleşimizin yarın yayınlanacak ikinci bölümü: HAK İHLALLERİNE KARŞI, UMUDUN YEŞERTENLER ‘CUMARTESİ ANNELER’