Zazaca/Kırmancki anadilinde tiyatro yapan bir grup Araye Kay Tiyatro Grubu. Türkçesi Oyun Değirmeni demek. UNESCO’nun yaptığı açıklamaya bakılırsa ölmekte olan diller arasında ilk sıralarda gösteriliyor Zazaki/Kırmancki. İşte Yılmazcan Şare’de bu tiyatro grubunun kurucusu, yönetmeni, oyuncusu vede oyun yazarı. Yılmaz Can Şare aynı zamanda sekiz kitabı olan bir yazar. Bu kitapların altı tanesi Türkçe, iki tanesi ise Zazaki/Kırmancki. Sadece buda değil bir çok belgesel, kısa film ve iki tanede amatör şartlarda çekmiş olduğu orta metraj filmi var Yılmazcan Şare’nin. Yıllarca televizyon kanallarında programlar hazırlayıp sunmuş biri o. Kendisi ile bir söyleşi yaptık. Biz sorduk o cevapladı.
ELİF KELEŞ 0.
Öncelikle bizleri kırmayıp bu söyleşi için bizlere o değerli vaktinizden ayırdığınız için çok teşekkür ederim. İlk sorum; kendi anadilinizde bir tiyatro kurma fikri nereden gelişti?
Rica ederim asıl ben sizlere verdiğiniz bu değerden ötürü çok teşekkür ederim. Benim anadilim ölmekte olan bir dil. Hani derler ya ” Bir lisan bir insan ” diye, ben kendi anadilim için bunu söyleyemem. Çünkü ölen bir dil var ve bu öldüğünde ölen bir lisan yüzbin ve hatta milyonlarca insanıda kendi tabiyatından, kültüründen, inancından kopararak gidecek. Geride her şeyini yitirmiş ve ortalık yerde kalakalmış büyük bir insan topluluğu kalacak. O insan topluluğu farkında olmadan başka bir şeye dönüşecek kendinden, özünden, benliğinden, kültüründen, inancından kopacak. Yani kısaca asimile olacaklar. Bende bütün bu kaygılardan dolayı; Ne yapabilirim sorusunun karşılığını bulmaya çalıştım. İşte bu tiyatro grubu, kitaplar yada sinema fillim’leri, belgeseller işte o kendime sormuş olduğum sorunun karşılığıdır.
Peki tiyatro grubunuzun bu yönlü yani olumlu bir faydası oldu mu bu dile?
Tabi ki oldu. Yıllardır anadilde oyunlar çıkarıyoruz ve insanlar severek takip ediyor, izliyorlar. İzlerken de kendi anadillerinin ne kadar güzel olduğunun farkına varıyorlar yada kendilerini bu yönlü sorguluyorlar. Biz onlara bu dili yitirdiklerinde neleri yitirmiş olacaklarını hatırlatıyoruz ve sanırım çoğu insanda bunun farkına vardı. Bir insan bir şeyleri sorgulamaya başlamış ise yanlış yada eksik giden o şeyin değişebilmesi içinde bir şeyler yapmaya çalışır. Peki bunu yapıyorlar mı?
Bence bu noktada sorun var. İnsanlar bu rahatsızlığı hissediyorlar ama girişim noktasında yetersizler. Çünkü bu derdi çabuk unutuyorlar. Alışkanlıklarından kopmakta zorlanıyorlar ve yine işin basitine kaçıyorlar. Vicdan azabı çekiyorlar fakat bu yeterli değil. Bazıları’da özellikle bu son zamanlarda gelişen bir durum, çocuklarına Zazaki/Kırmancki isim veriyorlar tamam bu güzel bir olay ama bu yeterli değil ki. Yani bu şuna benzer annem babam yoğun bakımda can çekişiyorlar ben hiç bir şey yapmıyorum sadece onların isimlerini zikredip diyorum ki onlar benim annem ve babam. Bu yetmez ölüyorlar be kardeşim bir şeyler yap, gözlerinin önünde günden güne eriyip gidiyorlar. Kan lazımsa kan ver, kulaklarının altında onlara direnip tekrar hayata dönmeleri için sarfedeceğin kelimeler olabilir, dua et yada o yoğun bakımın kapısından ayrılma. Ben sizi sağsalim almadan buradan gitmem de. Ne bileyim yap işte.
Aréyé Kay Tiyatro Grubu
Yurtdışında ve yurtiçinde tiyatro seyirciniz açısından belirgin bir farklılık görüyor musunuz?
Yurtdışındakiler de hasretin daha ağır bastığını söyleyebilirim. Bu da belli bir yaşın üzerindekilerde daha yoğun yaşanıyor. Bu dilin kendine özgü yapısını bilmeden büyümüş ya da coğrafyasını, itikatını içselleştirememiş insanlarımız, eski nesil kadar bir duygusallık yaşayamıyor haliyle hem dile hem de tiyatro oyunlarımıza karşı. Ama hem anlayan hem de konuşan nesil kendisini buluyor burada. Çünkü bu motiflere, bu itikata, bu varoluş gerçeğine dağılmadan önce tanık olmuş. Yurtdışında sergilediğimiz oyunlarda bu motifleri görünce içi titreyerek seyrediyor. Türkiye’ye geldiğinizde hasret buradaki kadar baskın değil.
Sanırım oyunlarınız genelde mizah içerikli değil mi?
Evet oyunların geneli böyle. Bizim köylerimizde eskiden mizah çok yoğundu. İnsanlar kasıntı değildi. Hemen kaş çatmaz, bir espri karşısında hemen tavır almazdı, esnekti. Belkide hayatın zor şartlarının üstesinden gelmek güçlerini mizahtan alıyorlardı. Biz köylerde, dedelerimizle, ninelerimizle hep tanık oluyorduk, günlük yaşam içerisinde sürekli espritüel yaklaşım vardı olaylara. Ya da toplumun bilge insanları dediğimiz insanlar bir araya gelince mizahi bir dille yaşananlar anlatılırdı. Bizler de bunları yaşayarak büyüdük. Buradan beslendik şimdi ise bu beslendiklerimizi sanatsal bir içeriğe büründürerek aktarıyoruz.
Sizin karadenizli bir müzisyen dostunuzla ortak bir çalışmanız oldu sözlerini siz yazdınız Zazaki/Kırmancki, müziğini ise o yaptı ve Karadenize has bir müzikti bu. Apolas Lermi’den bahsediyorum. Yaptığınız ortak çalışma “LAZE MI” ve bu çalışma youtubeda yüzbinler ile ifade edilebilecek bir izlenme oranına erişti. Biraz bu çalışmadan bahsedermisiniz? Nereden çıktı bu fikir ve nasıl oldu?
Buradan sevgili dostum Apolas’a selam ve sevgilerimi yolluyorum. Evet bu fikir benden çıktı. Sevgili Apolas’a açtığımda oda derin bir heyecan duydu ve mutlu oldu. Amaç halklar arasında bir köprü oluşturabilmekti. Çünkü deminde dediğim gibi bu bağ ve köprü ne kadar güçlenir ise bu ülke o denli huzura erişir. Bir yaşlı kadının, oğlunu bir kavgada kaybetmiş bir annenin yaşadığı acıyı anlatan bir eser oldu. Beste yapıldı ardında Dersim’in Nazımiye ilçesinin Doluca/Xarik köyünde içinde o yaşlı kadınında olduğu bir klip çekildi ve bu çok büyük bir beğeni topladı. Bu tarz çalışmaların giderek artması gerekir.
Tiyatronun yönetmenisiniz, aynı zamanda hem oyunları yazıyorsunuz hemde oynuyorsunuz. Bu zor olmuyor mu yada yorucu?
Elbette zor ve yorucu bir durum; çünkü çok yoğun bir emek var ortada. Gecenizi gündüzünüze katarak çalışıyorsunuz. Ama bir şeyi severseniz o yoğunluk ve yorgunluk size vız geliyor. Çünkü bir derdiniz var. Demin de dedim yoğun bakımın önündeyim, bekliyorum, çırpınıyorum içerdekinin ölmemesi için. O yüzden o yoğun bakımın önünde aylarca yıllarca sabahlasam da bu asla beni yıldırmaz. Bizler yoksul bir tiyatroyuz, şartlarımız kısıtlı ama bu kısıtlı imkanlar içinde bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Sanırım değerli olanda bu.
Peki kurumlar yada iş insanları sizin bu onurlu çalışmanızda sizlere destek veriyorlar mı?
Maalesef ki bu yönlü desteğimiz yok denecek kadar az. Sağolsunlar insanlar izlemeye gelerek destek oluyorlar ama bu tiyatronun bundan çok fazlasına ihtiyacı var. Şartlar iyi olursa bizlerde daha iyi üretimler ile halkın karşısına çıkabiliriz. Daha iyi dekorumuz olur, ulaşım problemimiz ortadan kalkar, kendi hayatlarımızı idame etme kaygısı ortadan kalkar. Eee , siz bir taraftan bu kaygılar ile boğuşuyorsunuz öte yandan bütün bu kaygılara rağmen çırpınıyorsunuz. Bu noktayıda iyi sorgulamak gerek. Para bir araçtır, amaç değildir ama o aracın da sizi bir yerlere ulaştırabilmesi için mutlaka olması lazım. Olmaz ise sizin yapacaklarınız imkan dahilinde ve sınırlı kalır ve belkide bir dönem sonra ayakta kalabilme olanaklarınız yok olur ve artan kaygılarınız sizin kolunuzu ve kanadınızı kırabilir. Çünkü ayakta kalma şartları ortadan kalkmış, geçim derdine düşmüş insanların üretebilmesi çok zordur. Karnınız açtır, faturanızı ödeyemiyorsunuzdur, ev kirası vs vs bütün bunlar sizi çökertir. Siz hiç gördünüz mü günlerdir aç olan bir insanın oturup bir şeyler yazdığını ve üretim için takati kalmaz. Yada telefonunuz, internetiniz ödeyemediğiniz faturalardan ötürü kesilirse ev sahibi kapıya dayanırsa, iki arkadaş ile oturduğunuzda cebinizde bir çay parası olmazsa bütün bu kaygılar ile ne yaparsınız. İşte bütün bunlar bunun en somut örnekleridir.
Kitaplarınızın içeriği nedir ?
Şiir , öykü tarzı. Çoğu yaşanmışlıklardan alınma öykülerden oluşuyor. Bunların içindeki ” DEZ” ve ” VERASON” anadilde kitaplar. Biri şiir öteki ise yaşanmış öykülerden oluşmuş kitaplar. Bu dilde sanatsal yapıtlar daha yeni yeni bu son zamanlarda artmaya başladı. O yüzden bizler bu alanda ilkleri temsil ediyoruz. Gerek tiyatro grubu olarak gerekse öteki sanatsal üretimler olarak.
Peki Yılmazcan Şare’nin bu alanda ki en üst hedefi nedir?
Ben ömrüm oldukça ve şartlar elverdikçe tiyatro ve sineme alanında kendi anadilimde yoğun çalışıp yeni ve daha kaliteli eserler üretmek istiyorum. Belkide günü geldiğinde üretimlerimizin uluslararası arenada da temsiliyeti olur. Bunu düşlüyorum ve bu dilin kurtulmasını yeniden hayat bulmasını istiyorum. Özellikle sinema alanında çok iyi yapıtlar üretmek ve bunları hayata kazandırmak istiyorum. Yazarlık kimliğimde bu anlamıyla devam edecek, yani sağlığımız ve ömrümüz artı şartlarımız elverdiği sürece üretmeye devam.
Siz aynı zamanda belgeseller de çektiniz birazda bunlardan bahsedermisiniz?
Tabi ki. Bir çok insan öykülerini konu alan belgeseller oldu. Artı inanç üzerine vs. Bunlar youtube kanalımız MA tv’de mevcut, isteyen dostlarımız o kanala üye olup oradan dil üzerine varolan yüzlerce çalışmayı izleyip yenilerini de takip edebilirler. Belgeseller konusunda da çalışmalarımı derinleştirilmeye çalışacağım. Bu alanda dile getirilmesi gerek çok şey var.
Eğitim durumunuz nedir?
Bizim köyümüzde okul olmadığından bizler yatılı okullarda okuduk. Benim köyüm Dersim’in Nazımiye ilçesine bağlı Dokuzkaya/ Markasor. Köyüm otuz yıldan fazla bir zamandır ki maalesef yasaklı bir köy. Gidip orada yaşamamıza izin vermiyorlar. Doksanlı yıllarda oradan çıkarıldık, evlerimiz maalesef ki bombalandı ve artık orada taş üstüne taş yok. Mezarlıklarımızı bile ziyaret edemiyoruz. Bu corona döneminde herkesler köyüne bağına bahçesine giderken; bizler öyle kolumuz kanadımız kırık bir şekilde ortalık yerde kalakaldık. Şimdi ise güvenlik gerekçesi ile izin verilmiyor. Gidip oraya yerleşmek istiyoruz ama olmuyor. Bir çok yaşlımız gurbet elde öldüler. Vasiyetleri vardı oraya gömülmek istiyorlardı ama bu vasiyetleri yerine getirilemedi. Bu benim için derin bir yara. Bizlerde bu ülkenin vatandaşlarıyız, vergi veriyoruz askere gidiyoruz ve ülkemizi seviyoruz. Ama mantıksal olarak bu durumu anlamakda zorlanıyorum. Eğitim durumuma gelince iki üniversite mezunuyum elektirik teknikerliği ve halkla ilişkiler bölümlerinden mezunum. Tiyatroyu ise şartlarımız olmadığı için otuz yıldır alaylı olarak sürdürüyorum. İnsan özlüyor çocukluğunun geçtiği ve büyüdüğü o yerleri. Bu aslında bizler için çok derin bir yaraya dönüştü. Umarım bu sorun bir an önce halledilir ve birileri bizim bu çığlığımızı duyarlar. Bizler yurt tuttuğumuz gurbete değil kendi topraklarımıza gömülmek istiyoruz. Orada yaşayıp orada ölmek istiyoruz. Köyümüze hala yol gelmiş değil, bir asma köprümüz vardı oda kolluk güçleri tarafından kesildi köprümüz. Pülümür nehrinin üzerine kuruluydu. Şimdi o tahta köprüde kesildiği için suyun bu tarafına kadar gidip orada durup uzaktan uzağa köyümüze bakıp ağlayarak geri dönüyoruz. Günümüz artık teknoloji ve uzay çağı. Bu çağda bunların hala yaşanıyor olması kabul edilebilir bir durum değildir.
Bizim köyümüzde okul olmadığından bizler yatılı okullarda okuduk. Benim köyüm Dersim’in Nazımiye ilçesine bağlı Dokuzkaya/ Markasor. Köyüm otuz yıldan fazla bir zamandır ki maalesef yasaklı bir köy. Gidip orada yaşamamıza izin vermiyorlar. Doksanlı yıllarda oradan çıkarıldık, evlerimiz maalesef ki bombalandı ve artık orada taş üstüne taş yok. Mezarlıklarımızı bile ziyaret edemiyoruz. Bu corona döneminde herkesler köyüne bağına bahçesine giderken; bizler öyle kolumuz kanadımız kırık bir şekilde ortalık yerde kalakaldık. Şimdi ise güvenlik gerekçesi ile izin verilmiyor. Gidip oraya yerleşmek istiyoruz ama olmuyor. Bir çok yaşlımız gurbet elde öldüler. Vasiyetleri vardı oraya gömülmek istiyorlardı ama bu vasiyetleri yerine getirilemedi. Bu benim için derin bir yara. Bizlerde bu ülkenin vatandaşlarıyız, vergi veriyoruz askere gidiyoruz ve ülkemizi seviyoruz. Ama mantıksal olarak bu durumu anlamakda zorlanıyorum. Eğitim durumuma gelince iki üniversite mezunuyum elektirik teknikerliği ve halkla ilişkiler bölümlerinden mezunum. Tiyatroyu ise şartlarımız olmadığı için otuz yıldır alaylı olarak sürdürüyorum. İnsan özlüyor çocukluğunun geçtiği ve büyüdüğü o yerleri. Bu aslında bizler için çok derin bir yaraya dönüştü. Umarım bu sorun bir an önce haledilir ve birileri bizim bu çığlığımızı duyarlar. Bizler yurt tuttuğumuz gurbete değil kendi topraklarımıza gömülmek istiyoruz. Orada yaşayıp orada ölmek istiyoruz. Köyümüze hala yol gelmiş değil, bir asma köprümüz vardı oda kolluk güçleri tarafından kesildi köprümüz. Pülümür nehrinin üzerine kuruluydu. Şimdi o tahta köprüde kesildiği için suyun bu tarafına kadar gidip orada durup uzaktan uzağa köyümüze bakıp ağlayarak geri dönüyoruz. Günümüz artık teknoloji ve uzay çağı. Bu çağda bunların hala yaşanıyor olması kabul edilebilir bir durum değildir.
Bu güzel sohbetten dolayı size çok teşekkür ediyoruz. Umarız ki bütün bu hüzünler sona erer ve bu acılarda artık biter. Ve yine umuyoruz ki bu güzel çalışmalarınıza destek veren insanlar olur ve sizlerde daha nice zamanlar güzel üretimlerde bulunursunuz.
Çok teşekkür ederim. Güzel yarınlarda halkların bir arada, kardeşçe yaşayacağı huzurlu ve demokratik bir ülke en büyük temennimdir. Bu ülke çok büyük ve güçlü bir ülke, yeterki hep beraber burada huzurlu bir şekilde yaşayalım. Çünkü bizim başka ikinci bir vatanımız yok.
29/05/2021