Babam hasta, sanırsam hastalığında bir ötesi kadar. Bir ömre sığdırdığı gülüşü susmuş. Yorulmuş. Derin bir uykunun içinde bedenini dinlensin diye yatağına bırakmış. Dedesinin, babasının, ocağının tüttüğü yerde, bir çocuk masumiyetiyle uyuyor.
Uyuyormuş…
Onun uyuması boğazımı düğümlüyor. Onun boğazını, yüreğini ne düğümlüyor…
Acısı var mıdır uykunun? Uyuyunca acır mı canı…
Bilmiyorum…
Bilmemenin yükü ağır geliyor.
Tüm gördüğüm, çektiğim yüklerden daha ağır bir yük…
Canın acıyor mu baba!
Hiç kötü olduğunu duymadım ki ondan. Niye soruyorsam artık.
O şikâyetçi olmadı zorla taşıdığı bedeninden, kendisinden. Acının resmini hiç çizmedi. Çizemedi belki de. 18’inde beri onu yolda bırakmıştı sağ yanı. Onun içindir ki hep soldan aldı yaşama sevincini. Aklından çok yüreğiyle büyüdü. Çok güzel baktı dünyamıza, güzel şeyler topladı hayatımıza…
Bir çocuk sevinciyle, ciddiyeti ve sevgisiyle bağladı bizi bize.
“Loo lo çı got, çı got”
Gülüşüne kurban olduğum.
Gülemiyormuş şimdi…
Uzağımızda oluşuna değil, uzak düştüğümüze, yanında olmayışımıza değil, gülüşüne ayrı düştüğüne doluyor gözlerim.
Seni seviyorum baba…
Anneni mi, Kak î Şuk’u mu özledin. Bu soruların cevabı çok kısa değil mi baba…
“Ha” demek yetiyor mu bir ömre…
“Ha, ha…”
Günlerdir aklımda. Çocukluğumda dadandığım Bond çantaların. Her açışımda ne çıkacak bunun içinden diye merak ettiğim. Aslında ne çıkacağını bildiğim…
Tek bir kartvizit… Bu kartvizitin basılmış her versiyonu…
“Şükrü Yıldız ve Kardeşleri”
Şükrü Yıldız’ın kardeşi…
Benim Babam.. Ali…
İsmimi hep bundan dolayı sevdim. Senin sevdiğin gibi…
………………….
Yazı bitmeden, yazının burasında haberin geldi… Göçmüşsün… Gülüşünü alıp bizden gitmişsin…
Senin avukat oğlun olamadım…
Ama sesimi de kimseden aşağıda tutmadım. Senin sessizliğinde ben çok ses oldum…
Senle gurur duyuyorum.
İyi ki senin oğlun olarak dünyaya geldim…
Seni çok seviyorum babam.
Oğlun şükrü