Eğitim-Sen Genel Başkanı Prof. Dr. Nejla Kurul, günümüzde hayatın bütünüyle dinselleştirilmesi gibi bir hamleyle karşı karşıya olunduğunun altını çizerek, eğitim müfredatında var olan zorunlu din derslerine dair bir rapor hazırlığı içinde olduklarını söyledi. Kurul, “Biz 4. sınıf, 5 sınıf ve 12. sınıfa kadar bir ekip oluşturarak bu kitapları inceledik. Bu kitaplarda gözlemlenen genel niteliklerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin onaylanmayacağı nitelikte olduğunu tespit ettik” dedi.
Türkiye’de din dersi, 1928’den 1940’ların sonuna kadar müfredata dahil edilmemiş, sonrasında ise seçmeli bir ders olarak öğrencilere sunulmuştu. Ancak 12 Eylül Darbesi’nden sonra zorunlu hale getirilen Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine, 2012’den itibaren “Kur’an-ı Kerim”, “Hz. Muhammed’in Hayatı” ve “Temel Dini Bilgiler” seçmeli dersleri de ilave edildi.
Din derslerinin içeriğinin Sünni İslam ağırlıklı olması sonucu uzun yıllar boyunca toplumun farklı kesimlerinden itirazlar yükseldi. Söz konusu ders içerikleri yerel ve uluslararası mahkemelerce de yasalara aykırı bulundu. Fakat Millî Eğitim Bakanlığı, din derslerinin tek bir dine yönelen ders olmadığını savunsa da Aleviler, bir bütün olarak din derslerinin müfredattan kaldırılması yönündeki talebini sürdürüyor.
ALEVİLER AİHM KARARLARININ UYGULANMASINI BEKLİYOR
Aileler, çocuklarının din dersinden muaf tutulması ya da söz konusu derslerin tümden kaldırılması yönünde defalarca kez mahkemeye başvurdu. Zorunlu din dersi dayatmasının hukuksuz olduğu yönünde mücadele veren eğitim sendikaları da birçok kez adliyelerin kapısını çaldı. Nihai karar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından, 2014 yılında çıktı.
AİHM, Türkiye hükûmetinden “Zaman geçirmeden öğrencilerin zorunlu din ve ahlak kültürü derslerinden muaf tutulmalarını da sağlayacak yeni bir sisteme geçmesini” belirterek zorunlu din dersine karşı olmamakla birlikte, din dersinin içeriğini göz önünde bulundurarak zorunlu bir biçimde verilemeyeceğine hükmetti. Ancak mahkeme kararları tanınmadı, din eğitimi daha da yoğun bir şekilde öğrencilere dayatıldı.
Aleviler, zorunlu din derslerinin kaldırılması için yıllardır mücadele ediyor. Günümüzde ulusal ve uluslararası mahkemelerde alınmış kararlar olmasına rağmen neden bu kararlar uygulanmıyor?İktidarın kararları uygulamak yerine din derslerini arttırması öğrencinin gelişmesine ne tür etkiler yaratıyor?Alevi kurumları zorunlu din derslerinin kaldırılması için ne yapıyor, ne yapmalı? gibi soruları yazar, akademisyen, aktivist ve Alevi kurum temsilcilerine sorduk.
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) Genel Başkanı Prof. Dr. Necla Kurul, zorunlu din derslerine dair PİRHA’nın sorularını yanıtladı.
PİRHA: Son dönemde artarak devam eden ve her dersin din dersine dönüştürüldüğü bir süreç yaşıyoruz. Zorunlu din dersinin eğitimdeki yerini nasıl tanımlarsınız? Çocuklar üzerinde nasıl bir etki yaratır?
PROF. DR. NECLA KURUL: Türkiye’de eğitim sisteminde zorunlu din dersleri gibi bir uygulama ne yazık ki hala sürüyor. Biz Eğitim-Sen olarak çoğulcu bir toplum tahayyülünden, kamusal bir eğitim anlayışının içerisinde belli bir dinin ve mezhebin anlatısının yer aldığı, içeriğinin yer aldığı zorunlu olarak okutulan bir din kültürü ahlak bilgisi dersi uygulamasına karşı olduğumuzu uzunca bir zamandır ifade ediyoruz.
Çoğulcu demokratik bir toplum tahayyülümüz var ve bu toplum tahayyülünde tüm inançlara, tüm etnik kimliklere, tüm cinsiyet ve cinsel yönelimlere, tüm mücadele biçimlerine yansız ve tarafsız biçimde hukuki olarak onların da haklarını savunan bir zeminde yaklaşıyoruz. Çünkü insanların korkmadan, ürkütmeden, saklanmadan, gizlenmeye gerek duymadan kendi yaşamlarını başkalarının hayatlarına zarar vermeyecek biçimde sürdürebilmeliler.
Türkiye toplumunun %99’nun Müslüman olduğu algısı. Bu bir ön yargı kuşkusuz. Sadece son seçim süreçlerinde bile baktığımızda Türkiye’de insanların dinden özerk bir yaşam, laik bir yaşam sürdürmek isteyen veya kendi inancına göre yaşam sürdürmek isteyen insanların seçim tercihlerinde toplumun yarısının aşağı yukarı bu şekilde gördüğünün açığa çıktığı gözlemliyoruz. Dolayısıyla Türkiye’nin %99’u Müslüman ve tüm bu inanç zemininde hayatını kurguladığı anlayışını sorgulamamız gerekiyor. Yani böyle bir yargı yanlış bir yargı, doğru bir yargı değil.
Türkiye toplumu çoğul bir toplum. En azından milyonlarca Alevinin Türkiye’de yaşadığını biliyoruz, sayıları çok azalmış olsa da Hristiyanların, Yahudilerin ülkemizde yaşadığını biliyoruz. Aynı zamanda kendisini herhangi bir dine ait hissetmeyen insanların ateistlerin, deistlerin olduğunu biliyoruz.
Bu bağlamda da laiklik ilkesi bilimsellik ilkesi, bize zorunlu din kültürü ahlak bilgisi gibi bir dersin olmaması gerektiğini, din kültürü dersi olsa bile ki bunun gerçekten çok çoğul bir akademisyenler topluluğu tarafından felsefi zeminleri daha dikkatli bir biçimde oluşturulmuş biçimde bir ders olabilir ki bunun bile Türkiye kamuoyu özellikle eğitim kamuoyu tarafından çok daha detaylı ve etraflı biçimde tartışılmasına ihtiyaç var.
“BUGÜN YAPTIĞIMIZ ÇALIŞMALARLA EĞİTİMİ İNŞA EDEBİLİRİZ”
-Darbeciler tarafından anayasaya konan ve hala yürürlükte olan ‘zorunlu din dersi’ kanununa neden dokunulmuyor?
Aslında Türkiye’de din kültürü dersinin olmadığı, seçmeli olduğu uzunca bir dönem var. Türkiye’de hiç de büyük karışıklıklar olmadı. Türkiye ciddi anlamda sosyal ve ekonomik kalkınma konusunda belli hamleler yapabildiği dönemlerdi bunlar. 12 Eylül askeri darbesi özellikle Türkiye’de güçlenen sol siyasi hareketin geriletilmesi konusunda onun karşısına daha dinselleştirmiş bir toplum çıkartma amacıyla bu zorunlu din derslerinin, din kültürü ve ahlak bilgisi derslerini yerleştirdi müfredata. Bu konu bilinse ve farkına varılsa bile, görmezden gelinen, genellikle sessiz kalınan, tartışılmasında çok yarar görülmeyen bir konu olarak muhalefetin de zaman zaman etkisi altına alabiliyor, ana muhalefet partisini de etkisi altına alabiliyor. Çünkü gündem öylesine hızlı bir biçimde akıyor ki toplumun geneline seslenebilecek ortak bir dil zemininden ‘Türkiye toplumu çoğul bir toplumdur, demokratik bir toplum hayalimiz ötekine saygılı, ötekinin olmadığı bir toplum hayalimiz’ perspektifi Türkiye yurttaşlarına anlatılmak istenmeyebiliyor veya bunun yeri ve zamanı değil diye düşünüyor olabilir.
Ama her şeyin yeri ve zamanı şimdidir, şu andır, gelecektir. Bugün yaptığımız çalışmalar ve çabalarla geleceğini veya yarının eğitimi inşa edebiliriz, yarının toplumunu inşa edebiliriz.
Ben Türkiye toplumunun gerçekten komşusu hangi dinden olursa olsun, hangi inançtan olursa olsun birlikte yaşama kültürüne çok hazır olduğunu düşünüyorum. Tarihsel köklerimiz açısından bu var. Bu bakımdan Türkiye yurttaşlarının bu konularda bilgilendirdiğinde daha demokratik bir toplum inşa etme konusunda çok kolay bir biçimde çalışmalar içerisine dahil olabileceğini düşünüyorum.
SÜNNİ MEZHEP ÜZERİNDEN BİÇİMLENDİRME ÇABASI
-İktidar varolan yargı kararlarını uygulamıyor. Tam tersi eğitimdeki dini içerikli derslerin sayısını arttırıyor. Bu ısrarı neye bağlıyorsunuz?
Çünkü siyasal iktidarlar varlık nedenlerini belli birkaç şey üzerinden sürdürüyor olabilirler. Örneğin AKP’nin iktidar nasıl gelmişti yasaklara karşıyız demişti, yolsuzluklara karşıyız demişti, bir de yoksulluğa karşıyız demişti. AKP iktidarının tabanı yasakları kendince yaşadığını ifade ediyor yani üzerindeki basıncın büyük olduğuna inanıyor ki bu söylem özellikle başörtüsü olaylarında biliyorsunuz çok sıklıkla gündeme gelmişti yaşam biçimi, bize dokunma vs. Aynı siyasal iktidar şimdi iktidardayken başka yaşam biçimlerine dokunma, o yaşam biçimlerini zorlama, dinselleştirme İslami ve Sünni mezhebi üzerinden biçimlendirme çabası içerisine girmiş oluyor. Zorunlu din kültürü dersleri konusunda da bir basıncı sürekli kılmak için bir çalışma yaptıklarını görüyoruz.
Ancak bunun karşılık bulmadığı da görülüyor Türkiye toplumunda farklı inançlardan topluluklar var, sayıları milyonları bulan Aleviler var. Bu yönüyle de bu ısrarın sürdürülmesi bir kendisine oy tabanı olan kesimlerin gönlünü bu anlamda okşamak, ama onları yoksullukla baş başa bırakmak, yolsuzluklar karşısında onları suskun kılmak ve başka topluluklara konulan yasaklar konusunda da sesini çıkarmamasını sağlamak biçimde işleyebilir.
Aynı zamanda AKP ve MHP tabanının da Türkiye’de olup bitenleri artık görmeye başladığını düşünüyorum. Sendika olarak bunu gözlemliyoruz. Çünkü Eğitim Bir-Sen’li öğretmenlerin bir kısmının bu süreci çok yakından takip ettikleri, toplu iş sözleşmesi sürecinde gözlemledik. Nasıl eğitim emekçileri bir kenara itildi ve yoksulluk sınırının altında maaşlara mahkûm edildi öğretmenler. Bunu herkesin şu veya bu biçimde görecek. AKP de bu ısrarından toplumdan güçlü bir destek gelirse şayet bundan vazgeçmek zorunda kalacak diye düşünüyorum.
“MUHALEFET ‘BUNUN ZAMANI DEĞİL’ ANLAYIŞI İÇİNDE”
-Muhalefetin de büyük çoğunluğu neden darbenin ürünü olan maddenin kaldırılması için bir şey yapmıyor?
Çünkü muhalefet partilerini destekleyen toplumsal taban içerisinde de muhafazakâr nitelikleri taşıyan veya politik olarak ‘bir tür bunun zamanı değil, şu anda geniş bir zeminden birleşmek yan yana gelmek zorundayız’ bunlar bir miktarda tarihi sorunlar gibi bir algılama söz konusu olabilir.
Asıl olan siyasal iktidarın gidişini sağlamak ve ona göre o daha sonra iktidar değişimi konusunda bunları o zaman ele alırız diyen ötelemeci bir anlayışın da bu süreçte düşünüldüğünü tahmin ediyorum. Çünkü doğrularınız neyse Türkiye laik bir cumhuriyetse, laikliğin gereği devletin tüm inançlara, tüm etnik kimliklere, tüm politik anlayışlara karşı tarafsız olmasını sağlamaktır. Ama bugün hemen hemen her politik çalışma içerisinde Diyanet İşleri Başkanını hemen yanında görüyoruz.
“EĞİTİM -SEN OLARAK DERS KİTAPALRINI İNCELEMEYE BAŞLAYACAĞIZ”
-Alevi kurumları ve yurttaşlar uzun yıllardır hem meşru hem de hukuki mücadele yürütüyor. Bu mücadelenin sonuç alması için neler yapılmalı?
Alevi kurumları ve toplulukları, Alevilik konusunun da önemli bir inanç alanı ve kültür alanı olduğu vurgusunu yapan bizim gibi emek ve meslek örgütlerinin gerçekten bir çaba içerisinde olması gerekiyor. Tekil çalışmalarının kuşkusuz bir anlamı ve önemi var tarihe not düşmek açısından hukuk mücadelelerin bir anlamı var. Bu konuda söylem üretmenin, söz kurmanın bir anlamı var. Ancak bu sözlerin ve söylemlerin diğer mahallelere gitmesi, diğer kültürlere ve topluluklara gitmesi çok önemli. Ama burada açmaz şu kuşkusuz ana akım medyanın bu konuya izin vermemiş olması ve sizler gibi muhalif, alternatif ve bağımsız medyanın bu konuda daha etkin bir çaba içerisinde olmasının gerekliliği var. Çünkü cemaatler ve topluluklar kendi içlerine kapandıkça kendi sözcüklerini anlar ama karşı tarafın sözcüklerini duymaz duyamaz hale gelebiliyor.
Farklı inanç topluluklarının, farklı kültür toplulukların, farklı siyasi anlayışların birbirlerini dinlemeleri ve anlamaları lazımdır. Bu tepedeki temsili siyasetle çözülebilecek yürütülebilecek bir konuda değil. Tabanda, mahallede, kendi apartmanımızda, kendi okulumuzda, kendi hastanemizde, tüm kamusal ve kolektif alanlarda birbirimizi çekinmeden aitliklerimizi anlata bilmeliyiz Bugün yoğundur aitliklerimiz yarin daha kısmi olabilir. Ama insan hayatı her gün ve her gün değişiyor. Bu insanın değişebileceğini dönüşebileceğini, birlikte ne kadar zengin bir kültürle yaşadığımızı fark etmek açısından bu karşılaşmaların çok büyük önemi var.
Eğitim Sen olarak ders kitaplarını incelemeye başlayacağız. Bir süre sonra ilk başladığımız kitaplardan birisi de benim de daha önce akademisyen olarak bilirkişi olduğum din kültürü ve ahlak bilgisi el kitabını ve 4.sınıftan 12. sınıfa kadar kitabı incelemek. Burada verilen mesajın ne olduğunu anlamaya çalışmak ve Türkiye kamuoyunu bu konuda bilgilendirmek gibi bir amacımız var. Bu çalışma aynı zamanda bizim sendikamızla Alevi derneklerinin, Alevi toplumunun çeşitli örgütlenmelerinin karşılaşması anlamına da geliyor, medya aracılığıyla konuşma anlamına da geliyor. Bu bakımdan bu tür çalışmalara çok gereksinme var diye düşünüyorum.
Hiç kimsenin zarar görmediği bir dönem yaşamak durumundayız. Önümüzdeki günler de buna gebe tarihi bir dönem içerisinde yaşıyoruz aslında. Birçok şeyi çok köklü, bir biçimde değişebilir, çünkü kimse bugün yaşadığı hayattan memnun değil.
“YENİ BİR DAVA SÜRECİNİ BAŞLATACAĞIZ”
-Yaptığınız çalışmanın içeriğini paylaşabilir misiniz?
Biz 4, 5 ve 12. sınıfa kadar bir ekip oluşturarak bu kitapları inceledik. Bu kitaplarda gözlemlenen genel niteliklerin insan hakları mahkemesine onaylanmayacağı nitelikte olduğunu tespit ettik.
Bunları birkaç noktada sizinle paylaşmak istiyorum. Örneğin zorunlu din kültürü ahlak bilgisi ders kitapları Sünni İslam inancının teorilerini ve ritüellerini öğretmeyi amaçlıyor. Bu çok net. Yani müfredat amaçları içerisinde de bu var. Yani daha önceki kazanılmış davalarda milli eğitim bakanlığının ufak tefek değişiklikler yaparak biz programımızı yeniden yazdık. Dolayısıyla yeni bir dava sürecinin önünü açan bir çalışma içinde olduğunu gözlemliyoruz. O yüzden küçük değişikliklerle her seferinde dava edilmesi gerekiyor.
Yine bu kitaplarda Yahudilik, Budizm, Alevilikle ilgili farklı inanç ve mezheplerden söz edilse bile öğrencileri doğru ve meşru yaşam biçiminin Sünni İslam’a dayalı Müslümanlık olduğu algısı sürekli olarak verilmeye çalışılıyor. Yani hep ikilikler üzerinden gidiliyor. İslamiyet’tir, Sünnilik mezhebidir, hatta Hanefiliktir. Diğer inanç ve inanma biçimleri ötekilerdir, ama onlarda kendi içlerinde bir hiyerarşiye tabi tutuluyorlar. Ve en kötü olanları ateizme ilişkilendirilen bir bakış açısı var. Yine öğrencilere ‘biz Müslümanlar’ biz dili olarak sesleniliyor. Tüm kitap boyunca diğerlerine ise ‘onlar’ kavramı var. Oysa dinden özerk yaşam sürdürenlerin eşitlik gibi, insanlık gibi, kardeşlik gibi, özgürlük gibi son derece önemli değerleri var.
İnsanca birlikte yaşamak gibi, doğadan yana tavır almak gibi dolayısıyla herhangi bir dinsel inanca referans göstermeyip seküler bir hayat sürdüren ama bu hayatı da gerçekten doğru değerler ve ilkeler zemini üzerinde kuran insanlar varken bunlar ki bu sıralarda büyük bir mücadeleyi bu insanların yürüttüğünü gözlemliyoruz. Bunlar din kültürü ve ahlak bilgisi kitaplarında her hafta öğrencilere öteki olarak, düşman olarak ve meşru olmayan olarak yansıtılmaya çalışılıyor.
Yine ders kitaplarında Sünni İslam hayatına uygun kitaplarda kıyafet biçimleri öneriliyor. Bu yaşam biçimi sürekli olarak anlatılıyor. Kız çocukların büyük bir kısmı başörtülü. Erkek çocuklarında ağırlıklı figür çünkü ataerkil bir kurumsallaşma ön plana çıkartıldığı için bu çocuklarında başlarında takke var.
“ÇOCUKLARIN DUYGU DÜNYASINI ALT ÜST EDEN YAKLAŞIM”
Bazı kitaplarda her sayısı her yılda olmasa bile milyonları bulan Aleviler ve Alevilikle ilgili hemen hemen tek bir söz olmayan kitaplar var. Ders kitapları din kültürü bakış açısıyla oluşturulmamış, kitaplarda bir dini gruba bir mezhebe ağırlık verilmiş. Bu nedenle de devletin tarafsızlık ve yurttaşlara eşit mesafede olması gerekliliği ilkesi büyük ölçüde çiğnenmiş. ‘Biz dinden söz ettik dinimiz ve peygamberimiz’ sözleri çok fazla. Dolayısıyla bu’ bizim’ içinde kendisini hissetmeyen çocukların duygu dünyasını altüst eden bir yaklaşım.
Ders kitaplarının genel anlamda içeriğinde, hem Müslüman ailelerin çocuklarını hem de başka inançlara mensup ailelerin çocuklarını derinden etkileyen bir baskılama biçimi var.
Sendika olarak bir süreç başlatacağız. Yeniden dava süreçleri ve Avrupa insan hakları mahkemesine kadar bu süreci götüreceğiz. Bu konuda da sendikamız elinden gelen hukuksal sosyal demokratik Türkiye mücadelesi konusunda çalışmalarını sürdürecek.
Anayasada duran demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olması gereken Türkiye Cumhuriyeti’nin bu sözcüklerinin her birinin altının boşaltıldığını ve orada askıda bekletildiğini gözlemliyoruz.
Muhalefetin bu konuda daha çok iş düşüyor. Hem Müslümanları başka toplulukların varlığı konusunda ikna etmek ve bu bir yaşam zenginliği bunu bir inanç ve kültür zenginliği olarak anlatmaya çalışmak ve sözü, sesi fazla çıkarma ve bu kesimlerin sözcüsü olmak gibi bir sorumlulukları var. Bu konuda daha enerjik daha etkin olmak gerektiğini de kabul etmek gerekiyor.
Eren GÜVEN-Cebrail ASLAN/ANKARA