‘İçinde talip olamadığımız cemevleri gerçekliği ile karşı karşıya kaldık’

Alevi aktivist/gazeteci Çilem Küçükkeleş, cemevlerinin hali hazırdaki durumuna dair “İçine talip olamadığımız bir cemevi gerçekliği ile karşı karşıya kaldık” değerlendirmesinde bulunarak, “Alevi toplumu olarak Düzgün Baba’nın eteğine bile cemevi kurar hale geldik. Orada iki tane cemevi var. Hangi cemevi Düzgün Baba’dan daha büyük?” diye sordu. Küçükkeleş, Alevi hareketinin, toplumun siyasetle ilişkilenmesi üzerine mutlaka bir çalıştay, konferans ya da birçok toplantı yapması çağrısında da bulundu. 

Alevi inancı bin yılların birikimiyle günümüze kadar dilden dile, gönülden gönüle, bin bir ırmaktan beslenerek günümüze kadar taşınmış bir inanç. Alevi inancının ibadethanesi dağ, taş, ağaç, akarsu, çeşme, hane (ev) kısacası tüm coğrafya olsa da  günümüz dünyasında insanların bir araya geleceği, sorunlarını konuşacağı, sosyal ve kültürel aktarımların yapılacağı alanlar oluşturulmaya başlandı.

Köylerde köylünün bir araya geleceği evde cem erkanları yürütülürken, şehirlere yerleşen Alevi toplumu inançlarının gereğini yerine getirmek için cemevleri inşa etmeye başladı.

1990’lı yıllarda Alevi yurttaşların kendi imkanlarıyla aldıkları arsalarda daha sonra cemevleri yapıldı. Günümüzde ise daha çok belediyeler veya merkezi hükümetlerin desteğiyle cemevleri inşa ediliyor.

Belediyelerin cemevleri yapılırken verdikleri maddi desteğin sonuçları da ağır olabiliyor. 25 Eylül 2021 tarihinde Isparta Cemevinin açılışında, belediye başkanının “Bu cemevini ben yaptım” diyerek provokasyon yapması belediyeler ve Alevi kurumları ilişkisinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiği tartışmalarını beraberinde getirdi.

Peki cemevleri; günümüzde asimilasyonun kıskancında olan, Alevi kimliği inkar edilen, inanç merkezlerine ‘cümbüş evi’, ‘sosyal tesis’, ‘kültür evi’ denilen Alevi toplumunun inançsal, sosyal ve toplumsal ihtiyaçlarını karşılıyor mu?Hükümet ve belediyelerle doğru bir ilişki kuruluyor mu? Alevi kurumları ve inanç önderleri cemevlerini inancın gereklerini yerine getirecek noktaya taşıyor mu?

Tüm bu soruları ve daha fazlasını Alevi kurum başkanlarına, inanç önderlerine ve yazarlara sorduk.

Alevi aktivist/gazeteci Çilem Küçükkeleş, cemevlerinin günümüzdeki durumuna ilişkin sorularımızı yanıtladı.

“İÇİNE TALİP OLAMADIĞIMIZ BİR CEMEVİ GERÇEKLİĞİ İLE KARŞI KARŞIYAYIZ”

PİRHA: Cemevlerinin yapılma fikri nasıl doğdu? Cemevlerinin tarihsel arka planını aktarabilir misiniz?

ÇİLEM KÜÇÜKKELEŞ: Kendi kişisel tarihimle başlayayım. O dönemlerde Alevi kurumlarında görev alan biri değildim. 1989 yılında İstanbul’a ilk taşındığımızda ailelerimiz, herhangi bir yere değil de, aslında İstanbul’daki üç büyük dergâh olan Karacaahmet, Şahkulu ve Garip Dede Dergâhı’nda daha çok ibadete giderler, niyazlarını dağıtırlar ve oraları ziyaret ederlerdi. O zaman için üç dergâhın tarihselliği, kutsallığı gerçekten de Alevi toplumu için büyük değer taşıyordu.

Henüz cemevleri açılmadan önce de cenaze yemeklerine ilişkin köy dernekleri daha çok kullanılıyordu. Daha sonra zamanla cemevlerinin açılması ve neredeyse herkese ulaşılabilecek mesafede cemevinin oluşması ile yavaş yavaş toplumun da cemevlerine alışmasına yol açtı. Artık cenazeleri kaldırma, kırk lokmaları ve onun dışında perşembe günleri gidip cemlere katılma kısmında toplum cemevlerine alışır hale geldi.

Ama benim de çevremde gördüğüm ilk yaklaşım, mutlaka kutsal bir mekân arayışı vardı. O mekanlarda dediğim gibi Karacaahmet, Şahkulu ve Garip Dede Dergâhıydı.

Sonrasında ise şöyle bir şeye evrildi. Sanırım Alevi kurumlarının da biraz konuşup, tartışıp, ortaklaştığı noktalardan biri olan; “Gelecek nesillere nasıl aktaracağız inancımızı?” kaygısı, cemevinde temsili bir Aleviliğin de gelişmesine yol açtı.

Yani daha önce hiç köylerinde görmedikleri bir cem formatı ve toplumun hiç katılmadığı daha çok seyrettiği, orada bulunup dönem dönem duygusunun yoğun olduğu, mesela 12 İmamlar sürecindeki gibi daha sık gidip, oralarda gözyaşı döktüğü, bu kentteki yalnızlığını paylaştığı, toplumunu bulduğu, buluştuğu bir merkeze dönüşmüştü.

Temsili Alevilik meselesi de aslında en çok da cemevleri sürecinde gelişen bir şeydi. Çünkü herkesin kendi dedesini, pirini bulamadığı yani herhangi bir dedenin hizmet verdiği bir yerde talipliğinden aslında ödün vererek gidip cemlere katılan ve o cemleri tutan pirlerin de, katılan herkesin kendi talibi olmadığının bilinciyle de daha çok toplumun sohbet etmediği, topluma bir şeylerin anlatıldığı; on iki hizmetlerin görsel olarak farkındalık yarattığı cemlere dönüştü. Ama vurgulamak istediğim daha çok gerçeğini bulamayan temsili bir Aleviliğin başladığı bir yere dönüştü.

Cemevleri elbette ki çok önemli. Çünkü cemevinin olduğu bir mahallede şunu çok rahatlıkla gözlemliyoruz ki, oradaki Aleviler, Aleviliklerini çok daha net ifade eder hale geldiler. Ama cemevlerinin nasıl olacağı, nasıl evirileceği, toplumdaki karşılığının ne olacağı gibi konular çok fazla tartışılmadığı için herkes kendi hukuku, kendi ihtiyacı ve doğrultusunda kurduğu cemevinde gerek kendi bakış açısıyla kendi bildiği kadarıyla bir Alevilik yürüttü.

Toplamda şu çelişkiye hep beraber düştük sanırım. Alevi hak mücadelesi için kurulan, Alevilerin özellikle talepleri noktasında mücadele etmek üzere kurulan birçok kurumun cemevleri oldu. Çünkü toplumun böyle bir ihtiyacı vardı. Bu arada inanca mı hizmet edecek yoksa hak mücadelesini mi yürütecek gibi çok büyük bir çelişkiyle karşı karşıya kaldık.

Ama genel gözlemim şudur ki; 1989’dan bu yana genel olarak gidilen, ziyaret edilen ama oranın nasıl olması gerektiği konusunda taliplik görevini görmeyen bir Alevi toplumu ile karşı karşıyayız.

Kendini o kurumların yönetimlerine teslim eden, daha çok o kurumların iradesi doğrultusunda cemevlerine dahil olan, sözünü fazla söyleyemeyen bir toplumla karşı karşıyayız. Bunda sadece toplumu suçlamak gibi olmasın ama bu kanalları açmayan cemevi yönetimleri ile de karşı karşıya kaldık. Aynı zamanda ciddi anlamda yabancılaşmış bir Alevi toplumu kentlerde oluştu. “Nasıl bir cemevi?” sorusu hepimizin kafasında yer aldı. Neye hizmet edecek? Toplumun neresinde duracak? Gerçekten bugün en büyük talebimizi dahi tartışır hale geldik.

İbadethane sayılması meselesinde bir kısım Alevi “Zaten burası ibadethanemiz gidiyoruz” ama bir kısım da “Buranın mutlaka bir hukuki güvencesi olması gerekiyor” diyor. Bu konuda henüz hemfikirleşemedik. Bugün hemen hepimizin yakınında bir cemevi bulunuyor. Kentlerde yoğun sayıda cemevi oluşturuldu. Şöyle tabir ediliyor ya, “İçini dolduramadığımız.” Belki de doğru bir tabir değil ama içine talip olamadığımız bir cemevi gerçekliği ile de karşı karşıya kaldık.

“CEMEVLERİNİ NASIL YÜRÜTECEĞİZ, SORUSUNA ORTAK CEVAP VEREMİYORUZ”

-Yasal statüye kavuşmamış cemevleri gerçekliği var. Değişik adlar altında açılan bu cemevlerinin büyük çoğunluğu yerel yönetimler veya merkezi hükümetler tarafından yapılıyor. Bunu, yönetimsel ve inançsal yansıması bakımından nasıl okuyorsunuz?

Alevi hak mücadelesine ilişkin Türkiye’de bir demokratik Alevi hareketi oluştu. Bu hareketin en büyük  oluşma gerekçelerinden biri de Cem Vakfı’nın kurduğu çizgiyi doğru bulmama; mütemadiyen devletle ilişkilenerek yol yürüme, devletin çizdiği sınırları içerisinde kalma ve bunun gibi bir çok eleştiriden kaynaklı Türkiye’de bir demokratik Alevi hareketi oluştu.

Ama maalesef bugün geldiğimiz noktada şu soru işareti ile hepimiz karşı karşıyayız. İtiraz ettiğimiz Cem Vakfı’nın, devletle ilişkilenmesinde bugün biz neredeyiz? Biz nasıl ilişkileniyoruz? Bizim ilişkimiz doğru ilişki mi? Bu soruları gerçekten de cevaplayamıyoruz.

Çünkü hepimizin gördüğü bir gerçeklik var. Aleviler daha çok toplumlara söz söyleyen, kendi ihtiyacını kendi gören, aslında devletin bunun dışında kalmasını hep doğru bulan ve kendisini de devletten uzak tutan bir toplumken; bugün yok sayıldığı, adının konulmadığı coğrafyada bir ilişki gelişiyor.

Bu ilişki maalesef ki belediyelerle, iktidarla yapılan ilişkide daha çok maddi meseleler konuşuluyor. Yani maddi olarak yardımlar, cemevlerine tahsis edilen araziler, kum, çimento ve benzeri ilişkilenmeler daha çok gelişti. Burada belki, “Çok sayıda cemevine ihtiyaç vardı ve toplumun bu ihtiyacını gidermek için artık dayanışma yeterli değildi” gibi bir cevap gelebilir. Ama o zaman da şöyle bir soru ortaya çıkar: Bir şekliyle gerçekten de toplum böyle mi düşünüyor? Herkes kendi mahallesine bir cemevi mi istiyor? Yoksa hakikatli, kapısını öptüğü, eşiğine basmadığı gerçekten de kendisini hissettiği cemevi mi istiyor? Bunun için tartışma yürütecek bir mecra da yok maalesef.

Yani durumumuz şöyle: Çok itiraz ettiğimiz iktidar gibi yine kendi iktidarımızı, kendi ısrarımızı istediğimiz, toplumun da buna tabi olduğu bir noktadayız.Belki en büyük sorunumuz olan “Cemevlerini nasıl yürüteceğiz?” sorusuna derli toplu cevap vereceğimiz, ortak tartıştığımız, birlikte söyleştiğimiz bir mesele maalesef gelişmedi.

Herhangi bir ilçedeki bir cemevi karar veriyor ve belediye ile ilişkiye geçiyor. Ondan bir şeyler istiyor. Ama o cemevine gelecek Alevinin talebi mi bu? Bence soru işareti. Bence mesele değil ama ona sorulmuyor zaten. Orada bir yer açılıyor toplum da oraya gidiyor. Belki Isparta’daki örnekteki gibi ilk defa oranın betonunun belediye başkanın attığını öğreniyor. Bütün bunlar konusunda gerçekten demokratik ve toplumsal bir işleyişin olduğunu düşünmüyorum.

Bizde de kararlar dar bir çerçevede veriliyor. Toplumla bunun ilişkisi kurulmuyor. Cemevlerini yaşatacak toplumun talebinin, isteğinin ne olduğu sorulmadan onlar yerine karar verilip bir şeyler yapılıyor. Sorun demokratik olma meselesi.

En çok demokratik olma konusunda Alevi toplumu istekli iken, bu ülkede demokrasi olmadan yaşam hakkının kalmadığını fark ederken, tam tersi kendi içinde bir demokratik ilişki kurulamıyor ve toplum adına karar verilip; Gani Başkan’ın da (Gani Kaplan) söylediği gibi bin yıllık tarihini götürüp kum ve çimentoyla ifade bulma şekline dönüşebiliyor. Bu ilişki doğru bir ilişki değil.

“SİZ YOKSANIZ VERDİĞİ HİÇBİR ŞEY DE YOK DEMEKTİR”

Yani siz yoksanız verdiği hiçbir şey de yok demektir. Alevilik var mıdır, önce herkes bunu kabul etmeli. Aleviliğin bir inanç mı olduğu, bunun ibadethanesinin ne olduğu, kendisini nasıl ifade ettiği ve benzeri soruların bir cevabı hem yerel yönetimlerde hem iktidarlarda olmadığı sürece yaptığımız önerilerin de yarını gerçekten belli değil. Alevi toplumunun da yarını belli değil. Doğru olan ilişkilenme öncelikle var olduğumuzun kabul olması noktasındadır.

“HANGİ CEMEVİ, DÜZGÜN BABA’DAN DAHA BÜYÜK?”

-Belediyeler tarafından yapılan cemevleri henüz açılma aşamasında dahi sorunlar çıkıyor. Belediyeleri yapım aşamasına katmadan, Alevilerin lokmalarıyla mütevazı cemevleri yapılamaz mı? Ayrıca Alevi toplumunun çok sayıda ve büyük cemevlerine ihtiyacı var mı? 

Bahçesi olmayan, gölgesinde oturacağımız bir ağaç olmayan hiçbir yerin Alevilerin ibadethane anlayışına uygun olmadığını düşünüyorum. Bu kadar beton, taş bize göre değil. Öyle yerler var ki; kapıdan içeri girip üç adım atabileceğiniz, boşluk bile kalmayan, o arazinin komple betonla çevrildiği cemevleri bile var.

Bunların Alevi öğretisine, anlatısına, felsefesine uygun olduğunu düşünmüyorum. Biz bir ağacın gölgesinde bile cem tutabilecek, bir evin önünde perdeyi çekip cenaze kaldırabilecek toplumlarız. Elbette ki başka niyetlerimiz de var. Oralarda başka etkinlikler yapmak için çeşitli ihtiyaçlarımız olabilir. Ama bu şekillenme bu ihtiyaçları karşılayan bir noktada olduğunu düşünmüyorum. Bahsettiğim gibi bir dut ağacı yoksa o cemevinin bahçesinde bir yaşlının gelip oturup nefes alacağı bir bahçesi yoksa bunun çok anlamlı olduğunu düşünmüyorum.

Dünyanın ve doğanın hâkimi sananlara karşı “Hayır, bu doğa da var ve bu doğadaki her şey canlı” diyen bir Alevi toplumunun bu kadar cansız mekanlar oluşturmasını doğru bulan biri değilim.

Cemevine ihtiyaç olup olmadığını asla tartışmıyorum ama böyle bir cemevinin asla ihtiyaç olmadığını rahatlıkla ifade edebilirim.

Alevi toplumu olarak Düzgün Baba’nın eteğine bile cemevi kurar hale geldik. Orada iki tane cemevi var. Hangi cemevi Düzgün Baba’dan daha büyük? Hakikaten anlamakta zorlanıyorum. Ya da yol erenlerinin mezarlarına gidip gök kubbe dikiyoruz. Betonla kapatıyoruz. Oysa ki gökyüzü onların en büyük yorganıdır. İşte heykel meselesiyle, müze meselesiyle yani bizim dışımızda olan kentleşmeyle öğrendiğimiz kültürlere yönelik bir açılmamız var.

Bu binalaşma ve betonlaşma, yol erenlerinin mezarının yanına bile cemevi dikme, yirmi tane hanenin olduğu köye cemevi yapma halinin toplumu biraz da betona kapatma hali olduğunu düşünüyorum.

“BİR KÖYÜN CEMEVİNE İHTİYACI OLDUĞUNA HİÇ BİR ZAMAN İNANIMIYORUM”

Bir köyün cemevine ihtiyacı olduğuna hiçbir zaman inanmıyorum. O köyün evlerinin hepsinin köyde yaşayan herkese açık olduğunu bildiğim için inanmıyorum. Çok kalabalık köylerin morg ve benzeri ihtiyaçları olabilir. Ama mesela Ağbaba’nın (Ağbaba Türbesi) üzerine beton dökme ihtiyacının olduğunu düşünmüyorum.

Bu noktada bir tutum alınmalı. Bu noktada bir  yöntem geliştirilmeli. Türkiye’de daha önce en eski cemevleri araştırıldı. Aleviler ne zaman cemevi yaptılar? Nasıl yaptılar? Bu konuda çeşitli araştırmalar da yapıldı. Emek verenler oldu. Bu bilgilerde dikkate alınmıyor belki. Alevi olmayan bir müteahhite kültür merkezi adı altında büyük binaların projeleri çizdiriliyor.

Büyük binalarla büyüdüğümüze belki inanıyoruz. Tam tersi diktiğimiz her büyük bina bizim de dergâh dediğimiz bu dünyaya artık dergah demediğimiz, kendimize özgün mekanlar yarattığımızın ispatına dönüşüyor. Bunu doğru bulan biri değilim.

“DEVLETTEN DEĞİL, TOPLUMDAN BİR ŞEYLER İSTEMEK GEREK”

-Isparta Cemevinin açılışında yaşanan provokasyonda da görüldüğü üzere Alevilik ve Aleviler belediyeler üzerinden dizayn edilmek isteniyor. Sizce Alevi kurumlarının, cemevlerinin yerel yönetimler ile ilişkilenme boyutu ne durumda ve nasıl olmalıdır? Alevi kurumları, belediyeler ile hangi sorunları yaşıyor?

Siyasetle ilişkimiz biraz beton, demir, kum, çimento üzerinden ya da arsa üzerinden olunca; “Verdik ya, daha ne istiyorsunuz?” cevabı ile karşı karşıya kalmamız kadar doğal bir şey yok. Bunu normalleştirmiyorum. Asla öyle anlaşılmasın. Ama uzundur böyle bir ilişki var ve bu ilişki bizim o mekanlarda sözümüzü gerçekten daraltan bir noktada. O kurumlara isteyen devlet yetkilisi istediği şekilde gidip; İstanbul’da gördük aşurenin üzerine bayrak bile yaptırabilir hale geldi. Ya da lokmalar dağıtılırken de hep devletten birileri buralara gelir. Şöyle bir şey dayatılıyor Alevilere. İşte çimento, arsa isteyin. Biz de dönem dönem yanınızda gözükürüz. Bu mesele bu kadarla kalsın. Başka bir şey talep etmeyin.

Isparta’nın, aslında gelmekte olanın kendini haykırıp, geldim dediği yer olduğunu düşünüyorum. İlk kez yaşanan, ilk kez deneyimlenmiş bir şey gibi yaklaşılıyor. Ama aslında uzundur hem belli siyasi çevrelerin, hem devlet erkanının neredeyse bizim ritüellerimize kadar katılan; aslında cemevlerine çöken mi diyelim, yeni bir tabirle bir pozisyona evirildiler. Siyasetle böyle ilişkilenilmez diye uzun zamandır itiraz ediyorduk. Bu kadar dağınık da ilişkilenilmez. Yani her şube, her cemevinin gidip kendine göre yerel yöneticilerle ilişkilenebiliyor.

Isparta ile ilgili mücadele etmek istiyorsak hakikaten derhal Alevi kurumları özellikle demokratik Alevi hareketi, toplumun ortak söyleşebileceği bir mekân kurmak zorunda. Yani Alevi toplumu bu ilişkilenmeye ne diyor, nasıl değerlendiriyor, neresinde durmak istiyor ya da siyasetle ilişkilenecekse eğer ilişkilenme konusunda ne öneriyor, mutlaka tartışmak zorunda.

Nereyle, ne şekilde ilişkilenirseniz ilişkilenin ama Alevi olarak ilişkilenelim. Yani ben cemevine kum, çimento istemenin bir müteahhit ilişkilenmesi olduğunu düşünüyorum. Bir Alevi ilişkilenmesi olduğunu düşünmüyorum. Doğal olarak da bu ilişkilenme haline ilişkin mutlaka çalıştaylar, konferanslar yapıp; bu işin tarzını artık ortaya koymaya, bu tarzın dışına çıkana da gerçekten tutum almaya toplumsal olarak çok ihtiyacımız var.

Bir diğeri Gani başkanın (Gani Kaplan) kürsüde söylediği cümleler açısından şunu da çok düşündüm. Yani yeni bir döneme giriyoruz. Türkiye toplumu da fark ediyor. AKP’nin iktidar süreci bitiyor. Türkiye ve dünya açısından aslında yeni yüzyılın şekillendiği günlerden geçiyoruz. Bu şekillenme halinde Alevi toplumunun maalesef mesajı, siyaseti ya da ne demek istediği açık açık meydanda değil. Sürekli cemevi açan Alevi kurumları meydanda.

ALEVİ TOPLUMU MEYDANLARDA SÖZÜNÜ SÖYLEMELİ

Asıl söylenmesi gereken sözü Isparta’da söylediği anda Gani Başkan iktidarın, iktidar çevresinin belki de gelecek dönem iktidar olanların refleksini çok net hep birlikte gördük. Vali beye iletsin diyor Gani Başkan. Vali beye mikrofondan iletilecek çok fazla bir şey yok. Alevi toplumu meydanlarda sözünü söylemeli daha önce söylediği gibi. Bu konuda tecrübesi de büyüktür bu toplumun. Büyük mitingler kurmuş, önemli çalıştaylarını yapmış bir toplumdur. Benzeri yol ve yöntemlerle hem gelecekte olan iktidara hem de geçmişte, şu anda da var olan iktidara toplumun sözünü söylemesi gerekiyor.

Yani bir valiye değil tüm Türkiye kamuoyuna söz söylemek gerekiyor. Özellikle biz Aleviler olarak şunu en iyi bilenlerden biriyiz. Türkiye toplumu ikna olmadığı, toplum kabul etmediği sürece iktidarlar ne bunu gerçekleşebilir ne de bunun için demokratik bir yapı oluşturma halleri olabilir. O yüzden devletten değil toplumlardan bir şeyler istemek gerek.

Toplumlardan isteyeceğimiz şeyi de, kuracağımız meydanlarda, söyleyeceğimiz cümlelerle yapabiliriz. Bizim uzundur sözümüz eksik. Bir de Isparta’da bir anda söyleyince karşı tarafın refleksini hep beraber gördük. Belediye başkanı yapacağını yaptı. Yani savunduğu fikri, iktidar olma halini hep birlikte gördük.

Orada Gani Başkan’ın sözüne sahip çıkmayanlar açısındandır bizim en büyük soru işaretimiz. Ben mesela şunu beklerdim; hangi kurum başkanı varsa, “Kürsüden in” dediği anda o kürsüye birikmesini ve “Bu kürsü, cemevi bizim, cümlemizi burada eksiltemezsiniz” demesini beklerdim.

Bir diğer dikkat çeken nokta ise Gani Başkan’a “Son cümleni kur ve in” diyen Aleviler var. Yani “Bu hepimizin talebidir” deyip; “Nasıl bu talebe karşı çıkarsınız?” değil. “Aman orada bir kargaşa çıkmasın” diyen Alevilerle karşı karşıya kaldık.

Bir diğeri bahsi geçtiği için ifade etmek isterim. “Hem de bir kadın başkan” cümleleri kuruldu. Bunu yapan işte Isparta cemevi başkanının kadın olması üzerinden, “hem de bir kadın” yaptı bunu diyen, aslında sanki ilk defa bir belediyeden bir şey alınmış da ilk kez bir belediye başkanı da böyle sıcak ilişki kurulmuş da bu da kadınmış gibi bir yaklaşım var. Bunu, Alevi kadınlar olarak kabul etmediğimizi ifade etmek isterim. Amerika’da George Floyd öldürüldükten sonra gelişen siyahi eylemlere Donald Trump “Yağmacısınız” demişti. O dönem bir siyah kadın bence yüzyılın sözünü söyledi. “Yağmacıysak sizden öğrendik” diye. Kadınlar bunları yapıyorlarsa en çok erkeklerden öğrendiler.

Çünkü erkeklerin kurduğu sistem böyle bir sistem. Vali, kaymakam ağırlama, belediyelerle ilişki geliştirme hani toplamda kaç cemevi  başkanı kadın var ki, bir de kadın cümlesini kurmak sanki kadınlar bu sistemi böyle kurmuş böyle işletiyorlar da, bir genel başkanın yanında durmamış da gibi bir hikâye geliştirmek. Kadınlar bu yol, yöntemleri erkeklerden öğrendiler. Erkek sistemini kadının da uyguladığı hale getirdiğimizi en çok tartışmamız gerekiyor.

“TALEPLERİMİZ GÜNCELLENMELİ”

Taleplerimizi güncelleyerek, yeni inşa olacak iktidara hem şu anda iktidar olana güçlü ifade etmemiz gerekiyor. Bu şekilde artık kabul etmeyeceğimizi bundan sonrasına ilişkin bu yasaklı, yok sayma halini asla kabul etmeyeceğimizi, özgürce inancımızı yaşamak istediğimizi, bu yönlü bir siyasetle ilişkilenmek gerekiyor.

Yani biz toplum olarak bir partinin iktidara gelmesinin sağlayıcısı olamayız. Bir yerde oy biriktirip; o partiyi bu ülkenin birinci partisi yapma sorumluluğuyla ilişkilenmemeliyiz. Tam tersi kim iktidar olacaksa hak ve taleplerimize nasıl cevap verecek; bizim için önemli olanın bu olduğunu göstermemiz gerekiyor. Yeni bir dönem oluşuyor ve yeni dönemde bir kez daha böyle yaşamaya devam edemeyiz. Bunun hem haklı mücadelesini, hem doğru cümlesini, hem de siyasetle böyle ilişkilenerek yeni dönemde toplumsal kazanımlara önem vermek gerektiğini düşünüyorum.

“ASİMİLASYONLA MÜCADELENİN EN ÖNEMLİ YOLLARINDAN BİRİ KADINLARLA BİRLİK OLMAKTIR”

-Kadınların Alevi hareketi, kurumları ve cemevlerindeki yerini nasıl görüyorsunuz? Bu konuda neler söylersiniz?

Bugünkü itiraz ettiğimiz halin genel olarak inşaasını yapanlar gerçekten de erkekler oldular. Kadınlar hem yönetme konusunda çok fazla buralarda bulunmadılar; hem de sözleri, cümleleri, vicdanları, akılları ciddiye alınmadı.

Alevi kadınların olmadığı bir Alevi kurumlaşması yaşanıyor. Her yerde erkekler var ama nerede kadınlar var? Bahsettiğiniz bir hizmette var. Ki bu hizmeti biz erkeklere yapmıyoruz, Hakk yolunda hizmet ediyoruz. Erkekler gelip de karınlarını doyursun diye değil.

Cemlerin hepsinde en çok kadınlar var. İnançta hala bağını ciddi koruyan, hala bu mekanlara en saygılı yaklaşan, değer veren, kıymet veren, bu mekânın hangi işi varsa hiç gocunmadan el atan kadınlar var. Ama buna rağmen bahsettiğimiz gibi bizim de demokratik olmayan yapılaşmamız var. Demokratik olmayan hiçbir alanda kadınların yönetmeye talip olma hali çok fazla gelişemiyor. Buralarda iktidarlarmış yönetimlere bulaşmak yerine sanırım kadınlar hizmeti daha Hakk’a hizmet olarak görüyorlar ve oralardan duruyorlar.

Ama belki bundan sonrası için şuna dikkat etmek gerekiyor. Bu kadar erkekleşme halinin getirdiği iktidara, sisteme benzeme halleri de Alevilik açısından büyük bir tehlikeye yol açar hale geldi. Kadınlar bu tehlikeliyi görmeli.

Cemevlerinde mutlaka inançtan yana cümlelerini kurmalılar ki yol biraz bir olabilsin. Yoksa şu anda Alevilerde birlik kelimesini kullanabilecek durumda değiliz. Ne doğayla, ne yaşlımızla, ne çocuğumuzla, ne de kadınlarımızla birlikteyiz.

BİRLİK YOKSA ALEVİLİK YOK

Büyük bir dağılma var. Birlik yoksa Alevilik yok aslında. Bunu açık ifade etmek gerekiyor. Kadınlar, çocuklar, doğa, birlik yoksa orada Alevilik olduğunu kimse iddia edemez. Ama temsili Alevilik var. Yani temsilen Alevileri anlatan ritüeller var. Bu anlamıyla kadınlar da şu tehlikeyi biraz görmeli. Sonuçta bugün yaşadığımız hiçbir şey sadece bugünden ibaret değil. Bugün hem dünü hem de yarını kurandır. O zaman bugünü iyi kurmak gerek ki, yarın da iyi gidebilirsin.

Asimilasyonla mücadelenin en önemli yollarından biri kadınlarla birlikte olmaktır. Bu toplum en çok bedeli kadınlarla birlikte geçmişte ödedi. Birlikte ibadet ettiği için hakarete uğradı. Birlikte yol yürüdüğü için başka bir yere konulmaya çalışıldı. Fetvalar çıkarıldı. Yakıldı, yıkıldı ve benzeri bir dünya zulüm gördü.

Doğal olarak da bu birliğe, doğru sahip çıkmak; birlikte olmazsak Alevi toplumu çok daha büyük bir asimilasyona karşı karşıya kalacağını görmeli ki; devletten çok belki şu an biz birbirimizi asimile eder hale geldik.

Suçu birine atmak kolay ama “Biz içeride ne yaşadık?” kısmında bizde kendi içimizde bir asimilasyon geliştirdik. Dahası asimilasyonların bir göstergesi de kadına yaklaşımdadır. Bunu ciddiye almak, “Birlikte olmalıyız” diyen erkeklerle aslında yürüyüp birlikte bu işi götürebilmek önemli. Bu sadece kadınların sorunu değil. Kadınlar bu durumdaysa belki en çok sorumluluğu Alevi erkekler üzerine almalı ve bunun böyle olmayacağını çok daha iyi kavramalı.

Gerçekten birlik kelimesi insanlığa da, topluma da, Alevilere de en büyük çağrıdır. Bir olmak tabi ki, tek olmak değil, birlikte olmak, daha fazla birlikte olursak çözebilir, güçlü olabiliriz.

O yüzden de belki bir olma noktasında ciddi emek harcamak gerekiyor. Bir diğeri de Alevi kurumlarına ama özellikle demokratik Alevi hareketine çağrımdır. Isparta’da yaşananı sadece tepki gösterilen, kınanan bir noktada bırakmayıp bir an önce Alevi hareketinin, toplumu siyasetle ilişkilenmesi üzerine mutlaka bir çalıştay, konferans ya da birçok toplantı yapıp artık bu ilişkiyi daha toplumsal kurmak gerektiğinin çağrısını yapayım.

Barış KOP – Cebrail ARSLAN / İSTANBUL

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

EN SON EKLENENLER