Bu kez Alevilere yönelik nefret söyleminin adresi sosyal medya üzerinden yayın yapan ve insanlıktan zerre nasibini almamış Yakup Tilki isimli şahıs. Ağza alınmayacak küfürler ve hakaretlerle Alevilere nefret, kin ve zehir kusuyor.İnsanca muhabbetten değil, mezhepçi nefret zehirinden almış gıdasını.
Sosyal medyada saçtığı zehirli sözlere karşı, yine sosyal medya üzerinden gelen yoğun tepkiler sonucu, Yakup Tilki gözaltına alındı ve ‘halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek’ suçundan tutuklandı.
Kin ve nefret söylemi suçundan tutuklama kararının çıkması elbette önemli ve bu tür suçlar karşısında, istisna değil her zaman uygulanması gereken hukuksal bir adım olması gerekiyor. Fakat belirtmek gerekir ki, Türkiye’de ayrımcılık ve nefret söylemi suçları karşısındaki hukuksal yaptırım yok denecek kadar da az! Yakup Tilki’nin kısa bir süre sonra serbest bırakılmayacak diye bir garanti de yok!
Suçlu sadece Yakup Tilki mi?
Kesinlikle hayır!
Alevi fobisi yaygınlaşan ideolojik tavırdır. Asırlar öncesinden üretilmiş ve bugüne kadar beslenerek taşınmış karanlık önyargıların ve nefret söyleminin sonucu yaygınlaşıyor. Bu hakikatle yüzleşmekten kaçarak, Yakup Tilki vakasını anlamak mümkün değildir. Zira Alevi nefreti ve ayrımcılığı münferit bir vaka da değildir. Her gün yeni nefret söylemine maruz kalıyoruz.
Ama nefret söylemine karşı etkili, istikrarlı ve caydırıcı bir politikada inşa edilmiş değildir.
Asırlardır bilinçli bir şekilde süregelen “Aleviler mum söndü oynuyor” iftiraları TV programlarında halka yayılırken susuldu.
Osmanlı Şeyhülislamları; “Aleviler kafir”, “Alevilerin katli vacip” diye fetvalar verirken, onlarla gurur duyan siyasetçiler, gurur duydukları ecdatların Alevi nefretine tek bir kelime etmediler!
Alevilere yönelik bu karanlık önyargı, nefret söylemi, ayrımcılık ve Alevi fobisine son verilmesine dair Alevilerin haklı talep ve tepkilerine, iktidarlar maalesef kulakta vermedi.
Bu kavramlara yüklenen iftiralar ve rencide edici içeriklerle, Aleviler, horlamanın ve aşağılanmanın en soğuk yüzünü yaşıyorlar. Gerek “mum söndü” gerekse “Aleviler kafir” ve benzeri türden üretilmiş iftiralar, ülkemizde, farklı kültürlerin ve kimliklerin bir arada yaşama istencini tehdit etmekte ve barış ortamını zedelemeye devam etmektedir.
Bugün, Yakup Tilki’nin Alevilere yönelik küfür, hakaret ve nefret söylemi karşısında tepki gösteren iktidar yanlıları, Alevi nefreti ve ayrımcılığı üreten politikalarıyla yüzleşmiyorlar! Sadece bu şahsa karşı verdikleri demeçler üzerinden “Aleviler kardeşimizdir” yaklaşımıyla, kurumsallaşmış ve sistematik hale dönüşmüş Alevi ayrımcılığı ve nefret söylemi hakikatlerinin üstünü örtmeye devam ediyorlar.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın negatif Alevi algısı orta yerde dururken, siyasal islamcı cemaatlerin ve medya kuruluşlarının Alevi nefreti ve ayrımcılığı orta yerde dururken, zorunlu din derslerinde Alevi öğrencilere yönelik ayrımcı ve nefret söylemleri dışa vururken, Türkiye’de yayınlanan nefret söylemi raporlarında, Alevilere yönelik nefret söylemi ilk sırada dururken, meselenin sadece münferit bir Yakup Tilki vakasından ibaret olmadığı maalesef kabul görmüyor!
Yakup Tilki bağıra bağıra ezberletilmiş tarihsel küfürler ediyor, Alevilerin ana bacı tanımadığını ima eden “Aleviler mum söndürüyor” ezberinden besliyor nefret söylemini!
Oysa Alevilerde “mum söndürmek”diye bir kavram yoktur. Alevi inanç ritüelleri bu türden olumsuz kavramları dışlar. Alevi Cem’lerinde “çerağ dinlendirmek” vardır.
Cemlerde çerağ ın yakılmasını “çerağ uyandırma” yakılan çerağın ise parmakla söndürme durumuna ise “çerağ dinlendirme” denir. Osmanlı döneminin Şeyhülislamları ve Alevi düşmanı zihniyet tarafından ortaya atılmış, ibadetin bir parçası olan “çerağ dinlendirme” ritüelini, “mum söndürüyorlar”, “Aleviler ana bacı tanımıyor” gibi bu karanlık iftiraya dönüştürüp, beyinleri asırlardır önyargılarla derinden işgal etmiş olacak ki, 21. yüzyıl Türkiye’sinde, 16. yüzyılın karanlık iftirası halen canlı tutulabiliyor.
Peki gerçekten suçlu kim ?
Sadece Yakup Tilki mi? Yoksa egemen mezhepçi kimliğin sosyal baskı ve tahakküm mekanizmasını kuran zihniyet mi ?
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş “Asırlardır süregelen kardeşliğimize kast etmek isteyenlere fırsat vermeden fitneye, fesada karşı birlik ve beraberliğimizi sürdürmeye devam edeceğiz. Alevi kardeşlerimizi hedef alan her türlü söylem ve tutum hepimize yapılmıştır, asla kabul edilemez, şiddetle kınıyorum” demiş.
Madem Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuda samimi ise, tarihsel devamlılığını sürdürdüğü Şeyhülislamlık kurumu adına, Alevi-Kızılbaş nefretini üreten, bunu besleyen, Alevileri kafir ve katlini vacip gören Ebusuud gibi Şeyhülislamlarına dair bir açıklama yapsın!
Madem “Dini değerlere hakaret ve aşağılama, insanları kin ve düşmanlığa tahrik etmek” suç ise, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bizzat kendisinin yayınladığı “BATİNİLERİN VE KARMATİLERİN İÇYÜZÜ” isimli kitap bu suçu işlemeye ve Alevi nefretini yaymaya devam ediyor.
Alevi nefreti, hakareti ve küfürleriyle dolu bu skandal kitap, halen kitapçılarda satılmakta ve kütüphanelerde okuyan insanların beynini zehirleyerek Alevilere yönelik düşmanlığı ve nefreti yaratmaktadır.
Şimdi soruyorum; Diyanet İşleri Başkanlığı bu skandal ve Alevi nefretini örgütleyen ve vaaz eden bu kitabını neden toplatmıyor?
Söz konusu kitap Alevi-Bektaşi inancına, bu inanca mensup Alevi-Bektaşilere ve inanç önderi dedelerine yönelik iftira, itibarsızlaştırma, hakaret, nefret ve aşağılama nitelikleri olan propaganda yayınıdır.
Sayın Diyanet İşleri Başkanı, Yakup Tilkiler gibi insanlar bu kitaplardan besleniyor! Tek tek insanlar Alevi nefretini kendileri keşfetmiyor ve üretmiyor! Dinliyorlar, okuyorlar ve dışa vuruyorlar.
Beslendikleri zehirli gıdalarını kusuyorlar. Etraflarını kirletiyorlar!
Alevilere, Gayri Müslimlere, Çingenelere, kısaca egemen resmi etnik ve dinsel kimlik dışında kalan farklı kimliklere yönelik, geçmişten bugüne kadar bir çok suçlu insan ve çevre ismi sayabiliriz. Bunlarla sınırlı “ferdi suçlar” diye bir mücadele yürütebiliriz.
Peki bu çözüm mü? Hayır, çünkü ayrımcılık, karalama, ötekileştirme, itibarsızlaştırma, iftira ve nefret söylemi üreten güçlü bir zihniyet ve tahakküm mekanizması vardır.
Bu zihniyet bir çok alanda örgütlü. Devlet olarak, ideolojik ve dinsel akım olarak kendisini farklı olan kültürel kimlikler üzerinde tahakküm kurmak için örgütlüyor. Bugün Yakup Tilki, daha önce Mehmet Ali Erbil, Güner Ümit ve benzerleri bu zihniyetin ürünüdür. Yakup Tilki’ler bu ülkede devletin Türk İslam Sentezci dinci ve ideolojik müfredatlarının mezunudurlar.
Alevi olana ya da farklı azınlık inançsal kimliklere eşit gözle bakma ve eşit davranma tavrı hem yazılı, görsel ve sosyal medya, hem de devlet dersinde öldürülmüştür. Tekelleşmiş ve tektipleştirici milli eğitimin zorunlu din dersinde farklı inançları, milli güvenlik dersinde farklı etnik kimlikleri, tarih dersinde de herkesi öteki görmüş öğrencinin insan odaklı ve eşitlikçi yetişmesi engellenmiştir.
Mezhepçilik ekseninde rejim inşa edilmiştir. Farklı olanın eşit yurttaşlık hakkı ve eşit hakları gasp edilmiştir. Cemevlerine ayrımcılık neyin ürünüdür?
Türkiye’de sadece raflarda dizili yasal mevzuat kitaplarının sayfalarında yazılı olarak kalmış, fakat uygulamada özlemini duyduğumuz, “laiklik ilkesi”, “eşitlik ilkesi” aksi yönde yol alıyor.
Basın ilkeleri “Başta barış, demokrasi ve insan hakları olmak üzere, insanlığın evrensel değerlerini, çok sesliliği, farklılıklara saygıyı savunur. Milliyet, ırk, etnisite, cinsiyet, dil, din, sınıf ve felsefi inanç ayrımcılığı yapmadan tüm ulusların, tüm halkların ve tüm bireylerin haklarını ve saygınlığını tanır. İnsanlar, topluluklar ve uluslar arasında nefreti, düşmanlığı körükleyici yayından kaçınır. Bir ulusun, bir topluluğun ve bireylerin kültürel değerlerini ve inançlarını (veya inançsızlığını) doğrudan saldırı konusu yapamaz” der.
İnanç Özgürlüğü Girişimi’nin yayınladığı 2020 raporuna göre, din veya inanç ile bağlantılı önyargı saiki ile işlenmiş ve sadece tespit edilebilen nefret suçu ve olaylarında ilk sırayı Alevi nefreti almış iken, yazılı, görsel ve sosyal medyada maalesef sınıfta kalmıştır.
Köklü çözüm olmazsa, Alevi ayrımcılığı ve nefret söylemi kısır döngüsü devam edecektir.
Asırlardır derinlerde,köklü ve kurumsal şekilde beslenen zehirli Alevi nefret söylemine karşı, köklü bir yüzleşme adımı atılmıyor. Yakup Tilki’ler bu zihniyetin ve tahakküm mekanizmasının ürünü olarak bu ülkedeki değişim umudumuzu söndürmeye devam ediyor.
Yakup Tilki tek değil, sonuncu da olmayacaktır! Tilkiler bu iktidarların makro politik tekçi ve mezhepçi söyleminden, siyasal islamcılığın, şeyhülislam geleneğinin devamı olan kurumların Alevi ayrımcılığı sözlerinden cesaret alıyor ve besleniyorlar. Çünkü bir hükümet Alevileri hedef gösterirse, Yakup Tilkiler nefret söylemine sığınır.
Oysa ülkemizde farklı kültürlerden yurttaşlar arasında ayrımcılığı önlemek, eşit koşullarda bir arada ve barış içinde yaşamasını sağlamak için, iftira ve önyargı üreten odaklara karşı mücadele etmek gerekir. Toplumda düşmanlıklar yerine dostluk ve birlik bağlarını geliştirmek, güçlendirmek gerekir.
Eğer inanca dayalı ayrımcılık ve nefret söyleminin, tarih anlayışımıza, siyasal kültürümüze, ülke yönetim anlayışımıza, eğitim sistemimize ve mahallemize bulaşmış ideolojik bir yaklaşım olduğunu kabul etmez ve insanlık dışı bu ideolojiye karşı köklü bir hukuksal mücadele ve okullarda zorunlu eğitim programı önermez isek, Yakup Tilkilerle daha çok karşılaşacağız demektir.
Aslında Çözüm de Bellidir.
• İnançsal, etnik, ulusal kökene, dine, cinsel yönelime, engellilik durumuna yönelik ayrımcılığa, önyargılara ve nefret söylemine karşı eğitimin tekçi kültür ve ayrımcı dili yerine çok kültürlü ve çok dilli eğitim imkanı yaratılmalıdır.
• İnançsal, etnik, ulusal kökene, dine, cinsel yönelime, engellilik durumuna bakılmaksızın herkese eşit haklar verilmeli ve uygulanmalıdır.
• İnsan hakları dersi konulmalı ve zorunlu olmalıdır.
• Siyaset kurumları her türlü ayrımcılık, ırkçılık ve nefret söylemini besleyen ideolojilerden arındırılmalı ve bu yöndeki söylemleri yasaklanmalıdır.
• Ayrımcılık ve nefret söylemini besleyen her türden kamusal düzenlemeler, metinler, yasalar temizlenmeli ve tek tipçi, mezhepçi siyaset ve diyanetin mezhepçi diline karşı açıktan mücadele verilmelidir.
• Ayrımcılık ve nefret söylemi suç olarak değerlendirmelidir. Evensel ve uluslararası insan hakları standartlarıyla uyumlu yeni bir nefret suçu mevzuatının hazırlanması,
• Toplumun düşünce dünyasını ve algılarını şekillendirmekte bir güç haline gelen medya kuruluşlarının, nefret söylemine, ayrımcılığa ve karanlık önyargılara kucak açmaması sağlanmalıdır.
• Medya ve siyaset kurumları üzerinde toplumu kutuplaştırmak, önyargıları beslemek yerine, farklı kültürlerin tanışmasını, karşılıklı olarak birbirini anlamasını, saygıya ve eşitliğe dayalı kültürler arası temas platformları yaratılmalıdır.
• Farklı kültürel kimliklerin anayasal güvence altında, kendi kimlikleriyle özgür ve eşit şekilde yaşamasının koşulları ve zeminleri yaratılmalıdır. Çünkü Aleviler ve diğer kültürel kimliklerin hak ve taleplerinin ertelenmesi asla kabul edilemez.
Turan ESER