Yazının başlığına bakarak içinizden sessizce, belkide seslice “saçmalık” diyeceğinizi biliyorum ama yine de okumanızı öneririm..
Yaşamda ruhu besleyen, travma ve yaraları onaran ve huzur veren en sıcacık duygu tartışmasız ki SEVGİDİR.. Ama “ÇOK SEVMEK” çoğu kez olumsuz sorunların ve eksik kişilik yapısının oluşum nedeni de olabiliyor.. Yaşamın acımasız zor koşullarına direnç gösterip zorlukların üstesinden gelmek için ayakları üzerine dik durmayı sağlayan şey ise güçlü bir irade, özgüven ve sağlam bir omurgadır.. Çocuğunuzu büyütürken bu dengeyi sağlayamazsanız, tek yanlı olarak sadece ruhunu beslerseniz yani “Çok Severseniz” duygusal, kırılgan ve hatta beceriksiz bir şahsiyet yaratmış olursunuz ki bu da yaşamın zorluklarına karşı direnemeyen, bünye direnci zayıf bir kişiliğin oluşmasına yol açar.. Yada, ruhun gıdası olan Sevginizi esirgeyip onu ruhun gıdasından mahrum bırakırsanız bu durumda da duygusuz, acımasız, hoşgörüsüz hatta uyumsuz bir kişilik yaratmış olursunuz. Bu dengeyi tutturabilmek çok önemlidir.. Bu durumu daha da somutlarsak; Erkek Çocuğu ele aldığımızda; Kapitalizmin gelişimi oranında belli çözülmeler yaşanılmasına rağmen esasta hala Ataerkil bir toplum olduğumuzdan erkek çocuğun aile için anlamı ve önemi hala da farklıdır. Nesli devam ettirecek, ocağı tüttürecek, mirasını sürdürecek çocuktur erkek çocuk. Erkek çocuk daha çok korunur, daha çok önem verilir, sırtı sıvazlanır hatta kışkırtılır da. Mesela Evdeki işler onun görevi değildir, mutfak, yemek, temizlik, ütü gibi işler kadının işidir. Kadın çalışsa da ev işleri yine de onun görevidir ve onun omuzlarındadır.. Erkek Çocuk öyle “Çok Sevilir” ki, onda üstün varlık duygusu yaratılır. Kadın karşısında üstün, hakim ve karşısındakinin durumunu dikkate almaksızın her istediğini yapabilme hakkı olduğu duygusu oluşur. İşte bu algılarla yetiştirilen erkek çocuk, Ataerkil zihniyetin devamını sağlayacak bir anlayışla yaşamda yer edinir. Bu “çok sevme” nin gereği olarak bebeklikten itibaren yaşamın zorluklarına hazırlayacak biçimde, mamasını – yemeğini kendisinin yemesi, ayakkabısını, çorabını ve elbisesini kendisinin giymesi gibi, bebeklikten itibaren beceri ve özgüven kazandıracak, tek başına kaldığında sudan çıkmış balık gibi apışıp kalmayan, yaşamını kendi başına sürdürecek becerilerini geliştirmek yerine işte o “çok sevmek” duygusuyla yemeğini – mamasını siz yedirirseniz, ayakkabısını, çorabını, elbisesini siz giydirirseniz, yapması gereken şeyleri ona bırakıp yetenekli ve özgüvenli bir çocuk yetiştirmek yerine, yaşamda bir başkasının yardımına ve yönlendirmesine ihtiyaç duyan, özgüvensiz ve beceriksiz bir çocuk yetiştirmiş olursunuz. Böyle “çok sevilerek” yetiştirilen çocuk, anne baba evinde evin prensi olur ve annesi ve kız kardeşi onun evdeki ihtiyaçlarını karşılayan kişilerdir onun için. Sevgili edindiğinde veya evlendiğinde de sevgilisi veya eşine karşı o “çok severek” verilen duygunun oluşturduğu kişilik gereği, kendini imtiyazlı, karar mercii, her istediği yapılan, itiraz edilmeyen, emreden, hükmeden Konumda biri olarak gördüğü için ikili ilişkilerde veya aile içinde ciddi haksızlık ve sorunlara yol açan bir kişilik yaratılmış olur. Bu kişilik yapısı, karşısında hakkının savunusunu yapan kadına karşı fiziksel ve cinsel saldırı hakkını kendinde gören bir kişilik yapısı da oluşturur. Bu “Çok sevmek”le yetiştirilen erkek çocuk toplumda ataerkil zihniyetin devam ettirilmesini sağlayan bir unsur olarak varlık sürdürür.. Kız çocuklara gelince; Bu “çok sevme” olgusu daha çok erkek çocukları için geçerli olmakla birlikte daha düşük düzeyde de olsa geleceğin kadını olacak olan kız çocuklarında da görülür. Bu “Çok sevilen” kız çocukları da hayatın acımasızlığı karşısında direnci zayıf, güvensiz, beceriksiz, mantıkî sorgulama yetisi düşük, çıtkırıldım bir kadın yaratılmış olur.. Çocuklarınızı SEVİN ama onları “Çok severek” dirençleri düşük, zayıf, özgüvenleri eksik, haksızlık yaratan bireyler haline dönüştürmeyin..
18.04.2022 Ali Haydar Çavuş