Derler ya ”Ateş olmayan yerden duman çıkmaz .” Bu nedenle son günlerdeki tartışmalara ben de değinmek istedim çünkü kimyasal silahlar uluslararası anlaşmalarla kesin olarak yasaklanmıştır.
1600’lerden bu yana devletler savaş aracı olarak çeşitli kimyasal silahlar geliştirmeye çalışmaktadır. Bu silahların içerdikleri kimyevi maddeler nedeniyle insan üzerinde tahrip edici etkileri vardır. Yüzyıllar boyunca ülkeler ve uluslararası organizasyonlar, silah kontrol anlaşmaları ile kimyasal silahların sınırlandırılması ve kontrol altına alınması için birçok çaba sarf ettiler. Anlaşmaların gerekçesi “bu tür silahların tiksindiriciliği üzerine olan genel inanç ve kimyasal silahların insaniyet ve uygar savaşımla uyum göstermediği konusundaki genel kabuldür.
Başlangıçta silahsızlanma fikri belli başlı sebeplerle değersiz görülüyordu. Bu sebeplerin en başında teknik sıkıntılar gelmekteydi.
Başarının teknik açıdan mümkün olduğu durumlarda da psikolojik etmenler devreye giriyordu. Gerekli sınırlamaları kendi özgürlüklerine müdahale olarak gören hükümetler anlaşmaya yanaşmıyordu. Silahlanma, uluslararası boyutta yaşanan siyasi güvensizlik ortamının doğal bir sonucu olduğundan silahsızlanma aşamasına geçilmeden önce bu ortamın düzeltilmesine ihtiyaç duyuluyordu.
Kimyasal silahların kontrolü ile ilgili ilk girişimler, bu tür silahların savaşlarda henüz belirgin bir şekilde kullanılmadığı dönemde yapıldı. Gerçekte bunlar hipotetik antlaşmalardı ve yasaklar aşırı derecede kesin ya da kısıtlayıcı değildi.
İki devletin dahil olduğu 1675 Strasbourg Antlaşması’nı saymazsak kimyasal silahların kontrolüne yönelik ilk çok uluslu ve kabul gören adım 1899 Lahey Sözleşmesi ile atıldı. Lahey Sözleşmesi’nin ardından yirmi yıldan az bir süre geçtikten sonra Avrupa’da I. Dünya Savaşı patlak verdi. Savaş esnasında kimyasal silahlar her iki tarafça da yoğun bir şekilde kullanıldı. Bu savaş hala en büyük kimyasal savaş olma niteliğini sürdürür. Savaşta yaşanan olaylar kimyasal savaşın yasaklanmasına yönelik daha eksiksiz ve etkili çabaları ateşledi. Bu çabalar sonucunda, II. Dünya Savaşı’ndan birkaç yıl önce Cenevre Protokolü de dahil birçok anlaşma ortaya çıktı. İkinci Dünya Savaşı, kimyasal silahların kullanımı ile ilgili kayda değer bir örnek bulunmaması açısından bir başarı olarak nitelendirilir. Bununla birlikte 2. Dünya Savaşı’ndan yıllar sonra, en önemlisi İran-Irak Savaşı olmak üzere pek çok kimyasal silah kullanılan olay belgelendi. Bu savaş kimyasal silahlarla ilgili yenilenmiş ve daha güçlü yasaklama anlaşmaları için yapılan çağrılara öncülük etti. 13 Ocak 1993’te bu çabalar Kimyasal Silahlar Sözleşmesi’nin imzaya açılması ile sonuçlandı. 29 Nisan 1997’de yürürlüğe giren sözleşme ile kimyasal silahların kullanımı ve stoklanmasını tamamen yasaklandı.
Tarihteki ilk yazılı kimyasal silahların kontrolü antlaşması Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu ve Fransa arasında imzalanan 1675 Strasbourg Antlaşması’dır. Bu iki taraflı paktta iki ülke arasında olacak herhangi bir savaşta zehirli kurşunların kullanımı yasaklandı. Strasbourg Antlaşması sadece, XIV. Luis’in Lorraine bölgesindeki Fransız kontrolünü sağlamaya çalıştığı savaş boyunca geçerli olacaktı. Antlaşmadan birkaç yüzyıl sonra kimya alanındaki gelişmeye bağlı olarak, devletler daha sofistike kimyasal silahlar geliştirdi ve silah kontrolünde öncelikli endişe zehirli kurşunlardan zehirli gazlara kaydı. Bu sebeple 1899 Lahey Sözleşmesi ile devletlerin büyük bir kısmı “boğucu, zehirli ve benzeri gazların savaşta kullanılmayacağı” konusunda anlaştılar. 1899 ve 1907 tarihli Lahey Sözleşmeleri oluşturulurken Brüksel Konferansı’nda hazırlanan Martens hükmünden faydalanıldı. Lahey Sözleşmesi, ancak savaşta taraf olan tüm ülkelerin bu hükümleri kabul etmesi ile uygulanabiliyordu dahası sözleşmenin ihlal edilmesi durumunda nasıl bir yol izleneceği de belirsizdi. Lahey Sözleşmesi ABD tarafından hiç kabul edilmedi, 4 Eylül 1900’de sözleşmeye taraf olan Almanya ise 1904’te kimyasal maddeler üzerinde, savaşta kullanılmak amaçlı deneylere başladı. 1915’te Almanlar savaşta ilk kez gaz kullandı. Bunu takip eden süreçte itilaf devletleri de savaşta çeşitli kimyasallar kullanmaya başladılar.
Birinci Dünya Savaşı esnasında her iki tarafta da kimyagerler 3000’in üzerinde kimyasal madde üzerinde potansiyel silah araştırması yaptılar. Bu maddelerden 30 kadarı silah olarak kullanıldı. Savaşta sadece kimyasal silah saldırıları ile ölen insan sayısı 100.000’i buldu. Savaş sonrasında genelde silah kontrol antlaşmaları ve özelde de kimyasal silah kontrolü anlaşmaları yenilenen destek kazandı. Savaştaki gaz saldırılarını gördükten sonra halk ezici çoğunlukla zehirli gazların yasaklanmasını destekledi. Aralık 1921’de Amerikalılar arasında yapılan bir araştırmaya göre 367,000 kişi kimyasalların yasaklanmasını desteklerken, sadece 19 kişi bunların gelecekte de kullanılmasını destekledi. Bu kamu görüşü kimyasal silahların yasaklanması yönünde çabaların artmasına sebep oldu.
Almanya’nın zehirli gaz üretmesi ve ithal etmesinin yasaklandığı Versay Antlaşması sonrasındaki dönemde İtalya ve İngiltere kimyasal silah geliştirmeye devam ettiler. Antlaşma sonrası kendi ülkesinde kimyasal silah geliştirmesi yasaklanan Almanya da 1920’lerde bilim insanlarını Sovyetler Birliği’ne gönderdi. İki ülke işbirliği içinde hem endüstriyel hem de silah olarak kullanılmak üzere kimyasallar geliştirdiler. Ateşkes antlaşmalarının ardından bu tür silahların kısıtlanmasına yönelik ilk ciddi deneme 1922’de Washington Konferansı ile yapıldı. Büyük itilaf devletlerinin katılımıyla toplanan konferansın 5’inci maddesi boğucu, zehirli gazlar ile buna benzer nitelikteki sıvılar ve diğer malzemelerin veya cihazların yasaklanmasını içeriyordu. Antlaşma Fransa’nın denizaltılar ile ilgili kısmı kabul etmemesi üzerine yürürlüğe girmedi.
1925 Cenevre Protokolü’nün eksiği kimyasal ve biyolojik silahların geliştirilmesi, üretimi ve stoklanmasının yasaklanmamış olması ve kullanım yasağının Avrupa dışında (koloni bölgeleri gibi) geçerli olmamasıdır. Ancak protokol 1972 tarihli Biyolojik Silahlar Konvansiyonu’na uzanan süreci başlatması açısından önemlidir. ABD Cenevre Protokülü’ne 1975 yılına kadar taraf olmadı Aslında ABD’nin başlangıçta imzaladığı protokol ülkenin senatosu tarafından reddedilmişti İtalya ise 1928’de protokolü imzalamış olmasına rağmen 1930’larda Etiyopyalılara karşı zehirli gaz kullandı. Tahminlere göre İtalya bu savaşta uçak yolu ile yaklaşık 700.000 ton kimyasal savaş malzemesi kullandı. İtalya, kimyasal silahları savaş suçuna karşı misilleme olarak kullandığını belirterek Cenevre Protokolü’ne aykırı bir durumun olmadığını iddia etti. İkinci Çin-Japon Savaşı’nda protokol bir kez daha ihlal edildi. Japon ordusu bu savaşta farklı kimyasal silahları birçok kez kullandı. Protokol ihlalinin son örneği de Irak’tır. Irak Cenevre Protokolü’nü 1931’de imzalamıştı ancak 1980’lerde İran’a ve 1987-88’de de etnik gruplara karşı kimyasal silah kullandı.
1932’de Birleşmiş Milletler üyesi altmış ülkenin temsil edildiği Dünya Silahsızlanma Konferansı düzenlendi. Konferans, tüm ülkelerin Versay Antlaşması’ndaki kısıtlamalara tabi olmasını isteyen Almanya ile yaşanan anlaşmazlık sonucunda çıkmaza girdi ve sonlandırıldı. 1933 şubatında konferans yeniden toplandı. Büyük Britanya’nın burada sunduğu silahsızlanmaya yönelik anlaşma taslağı Cenevre Protokülü’nden farklı olarak kimyasal silahların anlaşmaya taraf olmayan ülkelere karşı kullanımını da yasaklıyordu. Ancak pek çok kez bahane olarak kullanılan mütekabiliyet ilkesini de barındırdığından bu tür silahların üretimi ya da saklanmasıyla ilgili herhangi bir kısıtlama getirmiyordu. Avrupa ve Asya’da yaşanan iklim değişikliği sonucunda 1936’da silahsızlanma konferansının aktiviteleri durduruldu.
Kimyasal Silah Konvansiyonu’na taraf olan ülkeler Kimyasal silah stoğuna sahip olduğunu deklare eden ve/veya kimyasal silah üretim tesisine sahip olduğu bilinen ülkeler. İkinci Dünya Savaşı, muharib devletlerden hiçbirinin kayda değer bir şekilde kimyasal silah kullanmaması ile birlikte, kimyasal silah kontrolü için belirgin bir başarı olarak görülüyordu. Savaşın hemen ardından silah kontrol çabaları birinci olarak, muazzam yok edici bir güce sahip nükleer silahlara yöneldi ve kimyasal silahsızlanma öncelikli olmaktan çıktı. Durum böyle iken, Yemen İç Savaşı’ndaki gaz saldırıları ve Kore Savaşı’ndaki kimyasal silahların kullanıldığına dair ithamlarla, kimyasal savaş tekrar yayılmaya başladı. Tüm bu olaylar ABD’nin Vietnam Savaşı’nda ölümcül olmayan dozda kimyasal harp maddesi (gözyaşı gazı ve defoliantlar da dahil)kullanması ile birleşince kimyasal silahsızlanmaya olan ilgi yeniden arttı. Bu ilgi öncelikli olarak bölgesel girişimlerin ortaya çıkmasını sağladı.
25 Nisan 1982’de Bağımsız Silahsızlanma ve Güvenlik Meseleleri Komisyonu (ya da yaygın bilinen adıyla Palme Komisyonu) Avrupa’da kimyasal silahsız bölge oluşturulmasına yönelik bir çağrı yaptı. Bu öneri 1985’te Doğu Almanya’yı yöneten Sosyalist Birlik Partisi ve Batı Almanya’yı yöneten Sosyal Demokrat Parti arasında yapılan anlaşmanın taslak metnine dahil edildi. İki partinin planına göre, başlangıç olarak Orta Avrupa kimyasal silahlardan arındırılmış bölge ilan edilecek sonrasında da bu bölge genişletilecekti. Orta Avrupa dışında, Balkanlar’da Romanya ve Bulgaristan, Latin Amerika’da Peru ve Kuzey Avrupa’da da Danimarka kendi coğrafyalarında kimyasal silahsız bölge oluşturulmasına yönelik çaba sarf ettiler. Bu çabalar o dönem için sonuçsuz kalsa da silahsızlanmaya yönelik ilgiyi diri tutmuş ve sürecin o zamana kadarki en kapsamlı anlaşma olan Kimyasal Silahlar Sözleşmesi’ne uzanmasına yol açmıştı.
Kimyasal Silahlar Sözleşmesi ile, üye ülkelere stoklarındaki kimyasal silahları deklare etmeleri ve Nisan 2007 sonuna kadar da sahip oldukları bütün kimyasalları yok etmeleri zorunluluğu getirildi. Bunun sonucunda taraf ülkelerce tüm dünyada 70.000 ton kimyasal silah stoğu deklare edildi. Bu stoğun %95’i sadece ABD ve Rusya’ya aittir. Kasım 2003 itibarı ile deklare edilen kimyasal silahların %11’i imha edilebildi. Kimyasal Silahlar Sözleşmesi ile kimyasal üreticisi ve tüketicisi olan özel şirketler de kontrol altına alındı.
Son söz olarak ; KİMYASAL SİLAHLARA ve BUNLARIN KULLANILMASINA HAYIR
25/10/2022