Her ne kadar kadınlar mücadeleyi asla bırakmasa da, durum biz kadınlar açısından pek de iç açıcı değil zira dünya kadınlar için bir cehennem olmaya devam ediyor. Yanıbaşımızdaki İran’da kadınlar canları pahasına gerici molla rejimiyle mücadele ederken inanılmaz bir şiddete maruz kalıyor ve öldürülüyor. Türkiye’de ise kadına karşı şiddeti önlemek için en önemli kazanım olan İstanbul Sözleşmesi feshedildi. Biz kadınlar bunun açık açık kadına şiddeti teşvik demek olduğunu gayet iyi biliyoruz. Zaten iktidar da emellerini gizleme gereği bile görmüyor artık. Reddeden, boşanmak isteyen, ayrılmak isteyen, kısacası bağımsızlığını isteyen her kadın hedef artık. Çünkü potansiyel katillerine 3-5 sene yatar çıkarsın sinyali çakıldı bir kere. Kadınlar koruma kararlarına rağmen, yani devletin koruması altındayken öldürülüyor. Bunun bilinçli bir cinskırım olduğu artık herkesin malumu.
Fiziksel şiddetin yanısıra çok ciddi bir psikolojik şiddet de söz konusu olan. Kadınların nasıl yaşaması gerektiği, nasıl giyinmesi gerektiği, kaç çocuk doğurması gerektiği de sürekli hatırlatılarak bu şiddet döngüzü sürdürülüyor. Neden tek çocukları olduğunun açıklamasını eşinin doktora yapması olarak veren bir zata emir büyük yerden geliyor: kadının kariyeri çocuk doğurmak, sayıları artırmak lazım. Bu izansızlığın, bu hadsizliğin açıklaması yok. Lafı yutanın da gram utanması yok zaten. Suratlar kösele…
Peki kadına yönelik şiddet konusunda Alevi toplumunda durum ne? Kendi içimizde kadın sorununa dair samimi bir yüzleşme yapacak mıyız artık? Günlük hayatımızda hiç bir karşılığı olmayan dilimize pelesenk “bizde kadın erkek eşittir” söyleminin bir slogan olarak kalmasına razı mıyız? Örneğin Alevi ailelerinde hiç ev içi şiddet ya da kadına şiddet yok mu? Samimi bir biçimde hayır diyebiliyor muyuz bu soruya?
Bu sene Mayıs ayında İzmir’de “Aleviler: Din, Beden, Cinsiyet” başlığıyla bu soruların cevaplarının arandığı üç günlük bir konferans düzenlendi. Konferans çağrı metninde şöyle yazıyordu: “Biz, Aleviler aynayı, herkesin huzurunda, kimseden korkmadan, kimseyi esirgemeden kendi yüzümüze tutmaya çağırıyoruz…Unutulmamalıdır ki ne kadar farklı olursak olalım, Alevi topluluklar da bu toplumun bir parçasıdır. Toplumun hızla kirlendiği yerde Alevi topluluklar da bu kirlenme ve dağılmadan payını almıştır… Gerek toplumsal cinsiyet eşitsizliği, gerek heteronormativite ve gerekse erkeklik krizlerinin artık Alevi ailenin de sorunu olduğunu kabul etmek kaçınılmaz olmuştur.”
var mıdır tartışması yapıldı. Oldukça zengin ve verimli konuşmaların yapıldığı konferansta varılan Dolu dolu geçen konferansta üç gün boyunca Alevilerde gerçek bir kadın erkek (ya da cinsiyet) eşitliği sonuç aslında Alevilerde kadının daha özgür olduğu söyleminin sünni toplumla kıyaslama üzerinden üretildiği, gerçek bir cinsiyet eşitliğinden bahsetmenin mümkün olmadığı idi. Bazı konuşmalarda şiddet sorununa da değinildi ve Alevi evlerinde de genellikle kol kırılır yen içinde kalır anlayışıyla bu konunun hiç bir zaman konuşulmadığı belirtildi.
Alevi kadınlar Sünni kadınlara kıyasla daha özgür ancak bu Alevi toplumunda kadın ve erkeğin eşit oluğu anlamına gelmiyor. Kadına yönelik şiddetin olmadığı anlamına da gelmiyor. Bizleri yakan, yok sayan, bizi çeşitli yollarla asimile etmeye, inancımızı yok etmeye çalışanlarla mücadelemiz kendi içimizdeki sorunları ertelememize sebep oldu şimdiye kadar. Oysa böyle bir sorun var ve artık bunu kabul edip çözüm arama vakti geldi de geçiyor. Bu sorunları gelenek-görenekler, örf-adet bahaneleri ile gözardı etmek de mücadelemize gölge düşüren bir tutum. Sözümüzde olan hakikati yani eşitlik üzerine kurulu rıza toplumunu gerçekleştirmek için bu sorunla yüzleşmemiz gerekiyor. Zira, hayatımızı kendimizi tanımladığımız biçimde yaşamıyorsak, eleştirdiklerimizden bir farkımız kalmıyor.
01/12/2022