Türkiye’nin demokratikleşmesinin Kürt sorununun çözümünden geçtiğini söyleyen Joost Jongerden, HDP’yi yok etme çabalarına rağmen parlamentoda yer aldığını ve bunun başlı başına bir zafer olduğunu söyledi
Cumhurbaşkanlığı ve 28’inci Dönem Milletvekili Seçimleri sonuçlarıyla ilgili tartışmalar sürüyor. Yüzde 52,18 oy oranıyla yeniden Cumhurbaşkanı seçilen Cumhur İttifakı adayı Erdoğan, Kürt sorununun çözümsüzlüğünde ısrar eden politikasıyla tüm baskı ve saldırılara rağmen Kürtlerden oy alamadı. Uluslararası gözlemcilerin “adil bir ortamda gerçekleşmedi” dediği seçimlerin sonuçlarını Hollanda’da bulunan Wageningen Üniversitesi’nden Akademisyen Yazar Joost Jongerden Mezopotamya Ajansı’ndan Sterk Sütçü’ye değerlendirdi. Jongerden, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP), AKP’nin tüm yok etme çabalarına rağmen parlamentoda yer aldığını ve bunun başlı başına bir zafer olduğunu vurguladı.
‘Adil bir seçim ortamı yoktu’
Jongerden, Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanı olarak seçilmesine dair, “Erdoğan’ın seçimi kazandığını söylemek yerine, seçimi kaybetmediğini söylemeyi tercih ediyorum. Erdoğan’ın üçüncü defa seçilmesinin çeşitli nedenleri var. Bunlardan biri adil bir seçim ortamın olmaması. 2015’de akademisyenler, Türkiye’deki devlet kurumlarının siyasallaşması, eşit olmayan medya erişimi ve muhalefetin üzerindeki baskı nedeniyle adil bir oylama ortamının olmadığını savunmuştu. Yani adil olmayan bir ortamda seçimin yapılamaması yeni değil, ancak 2015 seçimlerinden bu yana durum önemli ölçüde daha da kötüleşti” yorumunda bulundu.
‘HDP sistematik olarak hedef alındı’
HDP’ye yönelik baskılara değinen Jongerden, “HDP, yalnızca seçimlere giden aylarda değil, 2015’ten bu yana baskı ve şiddetle karşı karşıya kaldı. HDP sistematik olarak hedef alındı, eş genel başkanları gözaltına alındı, siyasetten men edildi ve binlerce üyesi tutuklandı. AKP’nin son 7-8 yıldır partiyi yok etme çabalarına rağmen HDP’nin parlamentodaki varlığını sağlamayı başarması başlı başına bir zaferdir” diye belirtti.
‘Pasif muhalefet’
Erdoğan’ın yeniden seçilmesine neden olan bir diğer etkenin muhalefetin pasif kalmasına bağlayan Jongerden, “Özellikle CHP, ekonomik krizin ve son depremin daha önce AKP’yi destekleyen seçmenlerin partiden ayrılmasına yol açacağına inanıyordu. Muhalefet, sırf seçmenler AKP’ye yüz çevireceği için seçimi kazanacaklarına inanıyorlardı. Ancak programsızlıkları, istikrarsız ve tutarsız kampanyaları, seçmenlerde itimat ve güven uyandıramamaları, geleceğe dönük bir bakış açısına sahip olmamaları seçimlerde yenilgiye uğramalarına neden oldu” dedi.
‘AKP sembolik güven sunuyor’
AKP’nin politikaları üzerinde duran Jongerden, “Bir eliyle güvensizliği yaratırken, diğer eliyle seçmenine ‘güvence’ sunuyor. Bir yandan ekonomik krizin sorumlusu, diğer yandan da geniş bir kayırmacılık ağıyla kendi seçmenine yardım sunuyor. Gelecek ve öteki için korku uyandırır ama diriltmeyi vaat ettiği bir Osmanlı geçmişini kutsallaştırarak sembolik bir güven sunuyor. İnsanların endişelerine dokunarak, sahte milliyetçilik retoriği ve geçmişin idealleştirilmesi yoluyla sığınak sağlar. Erdoğan, gelecekten korkan ve kaygılarını geçmişe sığınarak gidermeye çalışanlara U dönüşü sunuyor” dedi.
‘Kürt sorunu çözümünde kaçırılmış fırsat’
Kürt sorununun çözümsüzlüğüne değinerek, PKK ile Türkiye arasındaki dolaylı temasların 1990’ların başına kadar uzandığını belirten Jongerden, “PKK lideri Abdullah Öcalan’ın kaçırılıp gözaltına alınmasının ardından etkileşim yoğunlaştı. 2012’de dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, İmralı hapishane adasında PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşmeler yapıldığını kamuoyuna duyurdu. Yaygın olarak ‘barış süreci’, ‘barış görüşmeleri’ veya ‘barış müzakereleri’ olarak adlandırılan görüşme ve toplantılar 2015 yılında çöktü. Türk devleti ve Kürt hareketi temsilcileri tarafından ‘barış sürecine’ yakından bakıldığında, bir dizi kaçırılmış fırsat ortaya çıkıyor” şeklinde konuştu.
‘AKP müzakereleri seçim stratejisi olarak kullandı’
Jongerden, “çözüm” adı altında yürütülen sürecin bitmesinin sebeplerini ise beş başlık altında şöyle sıraladı: “İlki, AKP’nin müzakere yoluyla siyasi çözümle ilgilenmediği, müzakereleri bir seçim stratejisi olarak kullandığıdır. İkincisi, PKK’nin güç ve itibar kazandığı, ancak üçüncü aktörlerin (KDP ve cihatçı gruplar) Türkiye’nin olası ortakları olarak ortaya çıktığı Ortadoğu’da değişen jeopolitik gerçeklikle ilgilidir. Üçüncü sebep araçsal-ideolojiktir ve Kürt meselesinin siyasi veya güvenlik meselesi olarak algılanmasıyla ilgilidir. Dördüncü sebep, sürecin Erdoğan’ın kendisi ve yönetimi için siyasi ajandası tarafından eritilmesine izin veren kurumsallaşma eksikliğidir. Beşincisi ise, güçlendirilmiş bir istihbarat pozisyonu için müzakerelerin kasıtlı veya fırsatçı bir şekilde izlenmesini ifade ediyor.”
Kürt sorununun çözümsüzlüğünün ekonomik, sosyolojik ve demokrasi krizinin merkezinde yer aldığını vurgulayan Jongerden, “Kürt sorununu siyasi olarak çözmeme ısrarı, şiddeti fiziki ve sembolik olarak devam ettirecektir. Kürt sorunu siyasi olarak çözülmeden, Türkiye’nin demokratikleşmesi mümkün değildir” ifadelerini kullandı.
ANKARA
#Akademisyen #Jongerden #Türkiyenin #demokratikleşmesi #Kürt #sorununun #çözümünden #geçer