Geçtiğimiz yıl, Çanakkale’nin Kazdağları’nda maden ocakları için binlerce ağacın kesilmesi ve doğal yaşamın tahrip edilmesiyle sonuçlanan süreç, Türkiye’de doğa katliamlarının acımasız yüzünü bir kez daha gözler önüne sermişti. Akbelen Ormanları’ndaki benzer talan, yeşilin yerini griye, kuş seslerinin yerini makinelerin gürültüsüne bıraktığı bir başka trajediydi. Bu yıkım, yalnızca doğayı değil, aynı zamanda bu topraklarda yaşayan insanların geleceğini de derinden etkiliyor.
Bugün Diyarbakır ve Mardin yanıyor. Yangınlar, tarım alanlarını, ormanları ve yerleşim yerlerini tehdit ediyor. İnsanlar evlerinden, tarlalarından, yaşamlarından oluyor. Peki, devlet nerede? Bu yangınlara neden anında müdahale edilmiyor? Neden doğa, göz göre göre yok edilirken sessiz kalınıyor?
Bu sessizlik, sadece yangınlarla sınırlı değil. Kazdağları’nda, Akbelen’de, Cerattepe’de, Munzur’da ve daha birçok yerde yaşanan doğa tahribatlarına karşı da benzer bir umursamazlık sergileniyor. Devletin, maden şirketlerine verdiği ruhsatlar, enerji projeleri için yapılan ağaç kesimleri ve altyapı projeleri adı altında gerçekleştirilen doğa katliamları, doğanın korunmasından çok rantın öncelendiğini gösteriyor.
Doğal kaynakların bu denli hoyratça kullanılması, ekosistemin dengesini bozarken, iklim krizini daha da derinleştiriyor. Bu durum, sadece bugünün değil, geleceğin de sorunu. Bugün kesilen her ağaç, yok edilen her orman, gelecek nesillerin yaşam hakkından çalınıyor. İklim değişikliği, kuraklık, su kaynaklarının tükenmesi gibi sorunlar, doğrudan bu tahribatların bir sonucu.
Doğa tahribatına karşı tepki gösteren, mücadele eden binlerce insan var. Ancak bu mücadelelerin çoğu, devletin baskıcı politikaları ve şirketlerin gücü karşısında yetersiz kalıyor. Vatandaşların sesine kulak verilmediği, doğanın korunması için yeterli adımların atılmadığı bir ortamda, bu mücadeleler ne yazık ki etkisiz kalıyor.
Devletin asli görevi, vatandaşlarının refahını sağlamak ve onların yaşam alanlarını korumaktır. Ancak görüyoruz ki, doğa katliamlarına karşı yeterli önlem alınmıyor. Yangınlar başladığında hızlı ve etkili müdahalelerin yapılmaması, orman yangınlarının kontrol altına alınamaması bu sorumluluğun yerine getirilmediğini gösteriyor.
Doğa katliamlarına ve yangınlara karşı devletin duyarsız kalması, yalnızca çevresel değil, toplumsal bir sorundur. Doğanın korunması, geleceğimizin korunmasıdır. Devletin, doğa katliamlarına karşı daha duyarlı olması, maden ocakları ve enerji projeleri gibi girişimlerde doğayı koruyacak önlemler alması, yangınlara karşı daha hızlı ve etkili müdahaleler yapması gerekmektedir. Vatandaşların sesine kulak verilmesi ve doğanın korunması, sürdürülebilir bir gelecek için elzemdir. Bu yüzden, her bireyin doğa için mücadele etmesi, devletin de bu mücadelede halkın yanında yer alması gerekiyor.
Doğa hepimizin, onu korumak da hepimizin sorumluluğunda.