Bu gün Muharrem Mateminin 7. Günü ve sanal medya sayfama düşen içler acısı yazıları okuyorum. Birlikteliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bir süreç bunların umurunda değil.
Örgütlü dediğimiz Aleviler o kadar bölünmüş ki, herkes birilerini suçlama, baskı altına alma, aşağılama yarışında. Alevi örgütlenmesinden tanınmış bazı Alevi simalar da var güçleri ile bu yarışı ateşlemeye çalışıyor.
Aslında bu ayrışımlar yaşı 60 – 70’leri bulanlar için yabancı değil. Gençliğimizde sol fraksiyonlar da aynı böyleydi. Hatta fraksiyonlar arası bu zıtlaşmalar yüzünden kan döküldü, solcu solcuyu vurmuştu ülkemizde. Daha ötesi, aynı örgüt içindeki kariyer kavgaları nedeniyle örgütler bölündü, parçalandı, yok edildi.
Sol örgütlerin kavgasından bıkan Aleviler kendi örgütlerini oluşturma sürecine girdiler ama tabanları yok olan örgütler, Sivas katliamı sonrası ya Alevi derneklerine üye oldular yada kendileri Alevi derneği kurdular. Bu gün Aleviler arasındaki bölme çalışmalarının kökeninde bu anlayış yatıyor. Her örgütün kendine göre bir Alevilik tanımı söylemi başladı. “Bana göre Alevilik” diye başlayan bu tanımlar da herşey var sadece Alevi değerleri yok. Dernekçilik yasaları üzerinden yazılan tüzükler, tüzüklerin “Amaçları” bölümündeki Alevi öğretisi kayıt üzerinde kaldı, kongreler, kongreler için delegeyi ikna etmeler, popülist, ayakları yere basmayan söylemler öne çıktı. Aleviliğini yaşamış, yol ve erkanı bilen, bu konuda ısrarcı olan insanlar ötekileştirildi, yoruldu, derneklerden uzaklaştırıldı.
Oysa çözümü çok basitti. “Binbir Sürek” dediğimiz Aleviliğin “bir süreği de biziz” demiş olsalardı örgütlenme çok daha büyüyecekti. Yapmadılar, derneklerin yönetimlerinde söz sahibi olmalarını, o derneği ele geçirme olarak gördüler. İnsanlar geri çekildiler.
Muharrem yasının girmesiyle birlikte, sanal medyada yasa yönelik ağır ithamlar, aşağılamalar hız kazandı. Bahsettiğimiz yazarlar kendilerinin ne kadar Alevi, hoşgörülü sosyalist olduklarını söyleseler de, “Arap düşmanlığı” üzerinden kalemlerinden akan ırkçılığı dışa vurmaktan çekinmediler.
Gelenek ve ibadetlerini kendi ana dilleri (Türkçe, Kürtçe, Arapça) ile yapan insanlara ağır hakaret yarışına girdiler. Kendilerine Devrimci Alevi yada İslamın Özü Alevi diyen bu insanlar ya çok cahiller ve ne yazdıklarını bilmiyorlar yada bir proje ile bu tür yazılardan bir sonuç bekliyorlar. Biz biliriz ki Türkiye devletinin kolu çok uzundur.
Muharrem Yası, yüz yıllardır Alevi deyiş ve nefeslerinde anlatıla gelmiş bir ritüeldir.
Dersim, Erzincan, Malatya gibi yerellerde yetişen Aleviler “oruç” tuttuğunu söyler. Fatma ana orucu, Masumu Paklar orucu ve 12 İmamlar orucu (yası) tutarlar.
Ege Tahtacıları “Aşır Ayı” derler ve Nuh Tufanından bu yana tufandan kurtulma orucu olarak tanımlarlar.
Bazı yörelerimiz “Muharrem Ayı” der ve 12 imam orucu tutarlar.
Herkes evinde akşamdan akşama yemeğini yer, vakti saati yoktur. Güneşin doğması ile batması zamanı belirler.
Kimse, kimseye oruç tutup, tutmadığını sormaz, sorgulamaz. Kimse kimsenin ne niyetle oruç tuttuğuyla ilgilenmez. Böyle bir sorgulama geleneğin kendisinde yok.
Bunlar üzerinde çok çalışılmamış farklı farklı anlamlar ve anlatımlardır. Aşır Çorbası ile gelenek son bulur. Hepsi Aşure çorbası yaparlar. Yas tuttukları süre içinde eğlence, canlı kesme, et yemez, su içmezler.
12 günü tutanlar Horoz kurbanı, 12 yıl tutanlar da kuzu kurbanı ile yemek verirler.
Tarihte yeni olan Cemevleri Aleviliği ise bu sürece başka bir gelenek ekledi; akşamları toplu yemek yemek ve yemek vermek. Bunun olumsuz bir yanı yok. Şehirlerdeki sosyal ilişkileri, dayanışmayı, tanışmayı, birlikte sohbeti yaşatmaya çalışıyor ama hem “Ali’siz Aleviler” hem “İslamın Özü Aleviler” bu gelişmeyi tarifi imkansız bir çorbaya çevirmeye çalışıyor. Birisi Alevilerin değer verdiği isimlere saldırırken, diğerleri dindar söylemlerle geleneğin içini boşaltmayı deniyor. Bu durum nereye kadar gidecek, sonucu hep birlikte göreceğiz.
Sonuç olarak; Alevilerin büyük çoğunluğu tüm bu tartışmaların dışında. Hem kendi örgütlerine uzak duruyor hem geleneklerini yaşatmaya çalışıyorlar. Kendilerine yapılan hakaretleri de not ediyorlar.
Not: Cemevlerimiz için genelleme olmasın, daha çok kadınlarımızın ve yolu bilenlerin yönetimlerde olduğu kurumların örnek çalışmalarının şahidiyim ve kendilerinin bu yazının dışında olduğunu söylemiş olayım.
Bir şey daha söyleyip bitireyim; İnsanları kendi içlerinde ayrıştırmak en büyük kötülüktür. Kim kendisini nasıl tarif ediyor ise kimliklere sahip çıkmamak kötülük ötesi bir ırkçılıktır. Doğamıza, yeşilimize, suyumuza, geleneklerimize, kültürlerimize, dillerimize, türkülerimize saldırmak ise tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Çocukluğumuzda şehirden döndüğümüzde Analarımız böyle insanların kokusu sinmiştir diye bizleri hemen çimdirirdi.
Galiba güzel dostların çimme zamanı..