“Çum diyarî semsure / tinga tinga denge tembure”
Yoldayız… Yollardayız. 1980 sonrası başlayan bu coğrafyanın aydınlanma sürecinde kendimizi arıyoruz. Yasaklanan, ortadan kaldırılmak istenen kendimizi kaybettiğimizi düşündüğümüz mekânlarda, zamanlarda arıyoruz. Ateşe pervane olmuş kelebekler gibi kendi etrafımızda çarka durmuşuz. Avrupa’nın değişik ülkelerinden, metropollerden ve üniversitelerden gelen, ellerinde kameralar, teypler, sırtlarında küçük çantaları olan, akın akın kaynağına dönmeye çalışan onlarca, yüzlerce genç ile birlikte, kendimize dair bir kelam, resim, tarihi bir iz aramaktayız. Alandayız.
Deryada kaybolmuş damlaların izini sürmekteyiz. Tarihin en derin acılarına dalmaktayız. Bir Dersim, Semsur, Gurgum, Melatî, Olbıstan, Erzingan … olmaktayız. Her karesinde bir kaybın, kaybettirilenin izine rastlamaktayız. Her bulduğumuz zerrede aşkı yaşamaktayız.
Aşk ile…
Aşk ile yollara koyulmuş dervişlerin izcileri, çocukları binlerce yıllık geleneklerin, deyişlerin, türkülerin ardından bize gelen ve duran zaman koridorunda yol almaktayız. Ritmik dansların, duman altı sohbetlerin, muştulu bilginlerin sofrasındayız. Cellâda inat, yaşama pervane olmuş tarihin içindeyiz. Semsur’dayız…
“Offf of… Ne xoş buradasınız, değil mi?”
Biz oradayız. Onlar zaten orada. Bizi biz olmaya davet etmekteler. Yüzlerindeki derin çizgilerinde binlerce yıllık sırrı saklarlarken, kalenin burçlarında bayrak gibi nöbetteler. Gecenin içindeler. Gecenin sahipleriler. Gündüzün mağdurları, biçareleri, dervişleri, delileri, lalları, hamalları…
Gecenin efendileriler… Temburun efendileri, aşk ile niyaza durmuş Semsur. Her yanın ateş, ateşgahların aydınlattığı mekânların ülkesi… Sana geldik, sana niyaz ettik ya pir. Varlığından, ateşe pervane olmuş gençleri mahrum etmeyesin… Bilginden, derdinden… Ali Kute’den, Elif Ana’dan, Fakir İsmail’den, Niyazi Baba’dan, Hemi Tazi’dan … Eyvallahhhh… Eyvallah… Tüm erenler, evliyalar .. Çok xoştur… xoştur…
Yok, yok, yok, yok…
Derdin dermanı pir’in ışığından başka, yola ikrar vermişlerin cemaatinde, cemalinde, “ne güzel, ne güzel Hüseyin de burada, Seyit Rıza’da” … Eyvallah, eyvallah… Başkaca yok yok yok yok…
O ne xoştur, Kürtçe’dir ki; tamburun sesine eşlik eder. Erenlerin kelamını söyler. Derdimin dermanını söyler. Söylerde bizi biz olmaktan alır, bizi biz yapan olur. Atam olur, anam olur… Semsur kelam olur…
Ey kendini arayanlar, dervişler, evliyalar… Dört bir yana çil yavrusu gibi dağılanlar… Ses verin pirlerin sesine, davetine… gel gel oldu viran bağlar…
Çok xoştur, Semsur’da dara durmak, darda durup aşka pervane olmak. Pervaza durmuş canlar, niyaza durmuş canlar, dara durmuş canlar gel gel… Gel de gör pirini, gel de gör nicedir haller… “Ben olmuşum Mecnun, pirim de Leyla, Mecnun Leyla’sını bulmaz mı dostum” …