Dersim’in tarihi, bir halkın yok sayılması ve köklerinden koparılmaya çalışılmasıyla şekillendi. 1938, Dersim halkı için yalnızca bir yıl değil, soykırımın iz bırakan ve yıllarca silinmeyen bir yara oldu. Seyit Rıza ve yoldaşlarının idamı, bu yok ediş politikasının simgesi olarak hafızalarda yerini korudu. Elazığ Buğday Ambarı’nda infaz edilen bu insanların mezarlarının hâlâ bilinmemesi, devletin bu trajediyi kabullenme ve yüzleşme konusunda adım atmaktan kaçındığını gözler önüne sermektedir.
Seyit Rıza, son sözleriyle bile bir halkın onurunu ve direncini haykırdı. Ancak onu ölüme gönderen irade, yalnızca onun bedenini değil, onun ardında bıraktığı tüm bir halkın değerlerini de yok etmeyi hedef aldı. Seyit Rıza ve arkadaşları, bu devletin “huzur ve düzen” söylemi altında yürüttüğü asimilasyonun kurbanları oldu. Ancak bu politikalar bitmiş değil, aksine günümüzde farklı yöntemlerle devam ediyor.
Dersim soykırımı sadece fiziksel bir yok etme politikası olarak kalmadı. Bugün Aleviliğin içi boşaltılmaya, sembolik değerleri tahrif edilmeye çalışılıyor. Dedelik ve pirlik gibi manevi önderlik kurumları etkisizleştirilerek devletin kontrolü altına alınmaya çalışılıyor; semah folklorize edilip içeriğinden koparılıyor. Alevi gençlerinin kültürel ve inançsal kimlikleri başka kimlikler altında eritilmeye zorlanıyor.
Dersim halkının özgün dilini konuşmasının yasaklanması, kendi kimliğini ve inancını ifade etme yollarının daraltılması, bu topraklarda süregelen soykırımın şekil değiştirmiş bir hali değil midir? Seyit Rıza ve arkadaşlarının mezarlarının yerini bile bilmeyen bir halk, nasıl olur da geçmişiyle yüzleşebilir? Devletin bu konudaki suskunluğu, Seyit Rıza’nın ve arkadaşlarının mezarlarının hâlâ açıklanmamış olması, yalnızca bir unutma çabası değil, aynı zamanda bir halkı kendi geçmişinden, kimliğinden ve direnişinden koparma girişimidir.
Bir toplumun, en kutsal değerleri ile alay edilerek, manevi önderleri unutulmaya mahkûm edilerek, inançlarına yönelik rüşvetler önerilerek sindirilmesi; devletin bu halk üzerinde kurduğu baskının bir başka yüzüdür. Ne Seyit Rıza’nın onurlu duruşunu, ne de Dersim halkının direniş ruhunu unutturabilecekler. Dersim’in özgün kimliğini yok etmeye çalışan, halkın kendi yolunu yürümesine tahammül edemeyen bu sistem, her geçen gün bu halkı diri tutan yaralar açmaya devam ediyor.
Devletin bu tarihi acıyla yüzleşme ve hakikatleri açıklama yükümlülüğü vardır. Seyit Rıza ve yoldaşlarının mezarlarının nerede olduğu hâlâ açıklanmadığı sürece, bu halkın adalet arayışı bitmeyecek. Dersim halkı, soykırımla yüzleşmeden ve kendi önderlerinin mezarları bulunup hak ettikleri saygı gösterilmeden, kendisini eksik ve tamamlanmamış hissetmeye devam edecektir.
Bugün hâlâ bu halkın acıları üzerinden yapılan pazarlıklar, unutulmaya zorlanan gerçekler ve örtbas edilen yüzleşme talepleri, devletin Dersim üzerindeki baskısını açıkça göstermektedir. Ne Seyit Rıza’nın son sözleri unutulacak ne de Dersim’in direnişi sona erecek. Soykırımla yüzleşilmeden, bu halkın geçmişiyle koparılmış bağları yeniden inşa edilmeden gerçek bir barıştan söz edilemez.