1978’in Aralık ayında Maraş, Alevilere yönelik sistematik bir kıyımın merkezi haline geldi. Devletin gözetiminde, planlı bir şekilde mahalleler kuşatıldı, evler işaretlendi, camilerden nefret söylemleri yayıldı. Binlerce Alevi aile, sokak ortasında katledildi ya da memleketinden sürüldü. Maraş’ta sadece insanlar değil, bir toplumun inancı, kültürü ve kimliği hedef alındı.
Katliamın faillerinin isimleri asla unutulmadı. Dönemin Ülkü Ocakları liderlerinden Muhsin Yazıcıoğlu, Alevilere yönelik kışkırtmalarıyla bu sürecin bir parçasıydı. Bugün “mağdur” ve “kahraman” olarak anılan Muhsin Yazıcıoğlu’nun, Maraş’taki rolü hâlâ tartışılmıyor. Öte yandan, Ökkeş Şendiller de bu katliamın önde gelen aktörlerindendi. Katliam sonrası mahkemelerde yargılanan Şendiller, kısa sürede beraat ettirilip Meclis’e taşındı ve milletvekili olarak ödüllendirildi. Bu durum, yalnızca Maraş’ın faillerinin korunmadığını değil, devletin bu vahşeti onayladığını da açıkça ortaya koyuyor.
Maraş, Alevilere yönelik sistematik saldırıların ne ilkiydi ne de sonuncusu. 1514’te Çaldıran Seferi sırasında Yavuz Sultan Selim’in emriyle binlerce Alevi katledildi. 1938’de Dersim, devletin bombalarıyla yerle bir edildi; Seyit Rıza ve arkadaşları idam edilerek susturulmaya çalışıldı.
Yakın tarihlerde de Çorum, Malatya, Sivas ve Gazi Mahallesi gibi yerlerde Aleviler hedef alındı. 1993’te Sivas’ta Madımak Oteli’nde diri diri yakılan 33 canımızın faillerinden biri olan Cafer Erçakmak, yıllarca korundu ve yargı önüne çıkarılmadı. Alevilere yönelik saldırılar, devletin her kademesinden onay aldı ve cezasızlık politikalarıyla süreklilik kazandı.
Bugün Alevilere yönelik nefret, yalnızca Türkiye sınırları içinde kalmadı. Suriye’de, Beşar Esad yönetimine karşı yürütülen savaşta, Aleviler mezhepsel bir kıyımın hedefi oldu. Lazkiye, Hama ve İdlip’te Alevi köyleri haritadan silindi; kadınlar, çocuklar ve yaşlılar katledildi. Radikal gruplar, yalnızca bir rejimi değil, aynı zamanda bir inancı yok etmek için savaş açtı.
El Nusra, IŞİD ve benzeri örgütler, Suriye’de Alevilere yönelik bir “mezhep temizliği” yürütürken, Türkiye’nin bazı gruplara verdiği destek, uluslararası raporlarla belgelenmiştir. Özellikle 2011’den itibaren Türkiye’nin dış politikası, bu zulmün bir parçası haline geldi.
Maraş, Sivas, Dersim ve Suriye’deki zulüm, faillerin korunduğu ve cezasızlıkla ödüllendirildiği bir düzenin ürünüdür. Bugün Maraş’ta Muhsin Yazıcıoğlu ve Ökkeş Şendiller gibi isimlerin rahatlıkla anılması, bu cezasızlık kültürünün derinliğini gösteriyor. Aynı şekilde, Suriye’de mezhepsel kıyımı yönlendiren gruplar da benzer bir cezasızlıkla korunmaktadır.
Maraş’ı, Sivas’ı, Çorum’u unutmak mümkün değil. Bu katliamlar, yalnızca Alevilere değil, insanlığın onuruna karşı işlenmiştir. Adalet sağlanmadan bu yaraların kapanması mümkün değildir.
Unutmayacağız! Maraş’ta yitirdiğimiz canlar, bizim yol ışığımızdır. Onların anısına sahip çıkmak, yalnızca Alevilerin değil, bu topraklarda eşitlik, adalet ve barış isteyen herkesin görevidir. İnancımız ve direncimizle, bu topraklarda kimsenin inancından ya da kimliğinden ötürü hedef alınmadığı bir düzeni hep birlikte kuracağız.