3. Dünya Savaşında Alevileri Bekleyen Fırsatlar ve Riskler

Yaşadığımız süreç; 2 Ağustos’ta 1990’ da Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi ile başlayan, 11 Eylül 2001’de ikiz kulelere uçaklarla yapılan saldırıda zirveleşen üçüncü dünya savaşıdır. Bu savaşta iç içe geçmiş üç temel çelişki ve ilişki söz konusudur.

1- Emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişki: ABD- Çin arasında ekonomik, diplomatik ve teknolojik alanda, ABD-Rusya arasında ekonomik, diplomatik ve askeri alanda vekil devletler ve vekalet savaşçıları üzerinden devam ediyor savaş.

2- Emperyalist sistem ile ulus devletler arası çelişki: Irak, Suriye, Ukrayna, Libya’da devam eden savaşlar gibi..

3- Bu her iki hiyerarşikçi ve hegemonik güce karşı devlet dışı haklar, sınıflar ve ezilen toplum kesimleri arası çelişki. Bu savaş türü Rojava’da, Suriye’de, Libya’da sürüyor.

Kapitalist-emperyalist sistem ,tarihsel ve yapısal krizden kaynaklı yaşadığı derin açmazını ve çoklu krizini savaş yoluyla aşmaya çalışmaktadır. Emperyalizm, sermayenin, iktidarın, emeğin ve bilginin uluslararası dolaşımı önünde engel gördüğü ulus devletlere yeni biçimler vererek aşmaya çalışmaktadır. Ulus devletlerin tekçi, katı merkeziyetçi idari ve siyasi yapısı küresel emperyalizmin yeni ihtiyaçları önünde engel oluşturduğundan Uzakdoğu’dan Kuzey Afrika’ ya, Kafkasya’dan ve Ortadoğu’ ya kadar yaygınca yaşanan üçüncü paylaşım savaşı en çok devlet ve iktidar dışı halkları ve inançları ilgilendirmektedir. Birinci paylaşım savaşında devletsiz, statüsüz kalmış halklar ve inançların Rojava’da ilk kez ortak yaşam anlayışıyla yan yana gelmiş olmaları, ezilen toplum kesimlerine büyük umut olmuştur. Halkların, mazlum ve mağdurların bu umudunu karartmak için başta Türk ulus devleti olmak üzere, devletli sistem, 21.yüzyılda halklara ve inançlara katliam ve soykırımı dayatmaktadır. Türk devletinin Rojava’ yı ve Başur’u işgal etmek istemesinin asıl nedeni; yüzyıl öncesindeki Kürdistan karşıtı jeo-staratejisini sürdürmek istemesindendir. Çoğu zaman PKK’yı, kimi zaman YPG ve YPJ ve PYD’ yi kriminalize etmesi, kirli savaşına meşruiyet kazandırmak içindir.

Hatırlanacağı üzere Hitler, Almanya’ nın 1. Dünya savaşını kaybetmesi sonucu yaşadığı siyasal kuşatılmışlığı ve ekonomik darboğazı aşmak için anti-komünizm ideolojik gerekçesiyle doğuya doğru hareket etmiş, biyolojik ırkçılık propagandası ile toplumsal taban oluşturarak iktidar olmuştu. İktidarı fırsat bilip tiranlaşan Hitler, on yıl içinde bütün Avrupa’yı kasıp kavurmuş, halklar soykırımı ile insanlığın yüzkarası olmuştu. Türkiye’de Kürtlerle olan savaşını sürdürmek için on yılı aşkın bir süredir(Libya, Suriye, Kafkasya vb.) başta olmak üzere savaşı çepere ve çevreye yaymış olmaktan dolayı içine düştüğü darboğazı aşmak için Kürdistan’ı bütünen işgal etme önceliği ile hareket ediyor. Kemalist- militarist devlet geleneğinin yüzyıllık jeo-stratejisi ile hareket eden AKP-MHP faşist bloğu, ‘İkinci Kurtuluş Savaşı’ söylemi ile yüzyıllık bu stratejiyi bir kez daha uygulamaya almış, ‘Türkiye Yüzyılı’ söylemi ile toplumda rızalık üretmeye çalışıyor. Türk devletinin Kürt, Alevi ve Demokrasi karşıtı bu jeo-stratejiye rağmen Kürt statüsü ihtimali ortaya çıkınca korkusu iyice depreşmiş, uluslararası meşruiyeti hiçe sayan neo- Osmanlıcı yayılmacı politika ile çevresini ve çeperini ilhak ve işgale kalkışmıştır. Rojava’ da ortak yaşamın ete kemiğe bürünmesi ve giderek Kürdistan statüsüne dönüşme ihtimali nedeni ile iktidar, yeni ittifak güçleri ile birlikte, Kürt statüsünü engellemek, Rojava’yı dağıtmak, halkların ortrak yaşam iradesini ortadan kaldırma amacıyla farklı etnisiteden selefistlerden oluşan yüzbinlerce barbar sürüsünü Halep ve Rojava‘ ya saldırtmıştır. Birbiri ile tarihsel ve siyasal amaçlarda çelişen ve çatışan güçler, kutsal devlet etrafında “yerli ve milli” olan tüm ulusalcı, Ergenekoncu şoven milliyetçi kesimler, yüz yıllık jeo-stratejinin gereği olarak, ‘Milli Şef’ etrafında kenetlenmişlerdir. Küresel emperyalist güçlerin Suriye‘ nin geleceğine dair tahayyülü ile işgalci bu politikanın bir yerde örtüşüyor olması nedeni ile sahada lehlerine dönüşen bir durum olsa da uzun zaman diliminde işlerin tersine dönme potansiyeli oldukça yüksektir. ABD’ nin Suriye tahayyülü; üç bölgesel veya federatif yapıya dayalı idari ve siyasi projedir. Şii Araplar, Sünni Araplarve Kürtlere dayalı federatif yapı fiili olarak oluşmuş, toprağa dayalı siyasal statü önümüzdeki süreçte gündeme gelecek gibidir. Türkiye, Suriye’nin olası bu üç federatifveya konfederatif idari ve siyasi yapı ihtimali nedeni ile ABD ile tarihsel ittifakını terk etmiş, Rusya ve İran ile Astana ve Soçi‘ de birlikte olmuştu. Türkiye, bu sayede Efrin’i işgal etmiş, Menbiç’i de içeren önemli bir alanı da işgal etmek istiyor. Türkiye’nin derdi çatışmasızlığı sağlamak değil, başından beri desteklediği İslamcı çetelere hamilik yapmak ve onları kendi jeo- stratejisi için kullanmak, mümkün olduğu takdirde de Rojava’yı dağıtmaktı. Rojava’yı sınır güvenliği gerekçesi ile işgale kalkışarak savaşı yaygınlaştırarak Kürdistan’ı bir bütün ilhak etmek amacıyla yıllar yılıdır bu barbar çeteleri örgütlemekte, organize ederek Rojava üzerine saldırmaktadır. Fırat’ ın batısından başlayıp El Bab’ tan Halep’in kuzeyini sınır alarak İdlip, Efrin’i Reyhanlı, Yayladağ ile birleştirerek Akdeniz koridorunu denetiminde tutarak Kürtlere kapatmak istiyor. Türkiye, bu nedenle hem HTŞ ile iş tutuyor, hem de SMO’ nu harekete geçirerek Fırat’ın batısındaki Kürt siyasal yapısını dağıtmak istiyor. Daiş, El Kaide, El Nusra ve diğer selefist Türkmen gruplarından oluşan HTŞ’ın güç biriktirerek Halep, Hama ve Humus‘u ve en nihayetinde Şam’ı işgal etmeleri ve Baas rejimini sonlandırmaları ABD’nin Suriye tahayyülü ile Türkiye’nin Kürdistan karşıtı stratejisinin örtüşmüş olması sayesinde mümkün olabilmiştir.Türkiye bunu kendi egemenlik alanına dönüştürmek isterken, geçmişte Suriye ve Iran’ın kısmi direnci ile karşılaşıyordu. Ancak gelinen bu aşamada hem Suriye’nin, hem Rusya ve İran’ın direnci kırılınca fırsattan istifade eden Türkiye, Fırat’ın batısını tamamen işgal etme arzusu ile yanıp tutuşuyor.

ABD’ nin Suriye’nin geleceğineilişkin stratejisi ile Türkiye’nin mevcut de facto koşulları fırsata çevirme hamlesi yeni gelişmelere gebe görünüyor. Ortadoğu’da yüzyıl öncesinin dengeleri ve statülerinin çatırdadığı, yeni dengeler ve statülerin şafağında olduğumuz bu süreçte çoklu aktörlerin stratejilerin uygulamaya sokulduğu Ortadoğu ve Suriye‘ de kimin eli kimin cebinde olduğunun bilinmediği karmaşık ve girift ilişkiler söz konusudur. Bu sorun yumağında biz Alevilerin çok daha örgütlü ve bilinçli hareket etmesi gerektiği açıktır.

Herşeyden önce Türkiye‘ nin demokratik hukuk devleti olmasının biricik yolunun Kürt sorunun diyaloga dayalı demokratik çözümden geçeceğini çok iyi bilmemiz gerekiyor. Kürt sorununun çözümü demek, Alevi sorununun da çözümü demektir. Eğer bu iki kadim sorun eşit vatandaşlık temelinde çözüme kavuşabilirse, Türkiye’nin de demokartik cumhuriyete evrilmesi mümkün olur. Bugün Avrupa’ da milyonlarca Alevi, disapora toplumu olmuş bulunuyor. Ülkede ise milyonlarca Alevi, birden fazla örgüt ve hareket içinde farklı duyarlılıkla sürece ve soruna yaklaşmaktadır. Çoğu da Kürt sorununun demokratik barışçı çözümü konusunda tarihsel hakikat ile hareket etmemekte, devletin hassasiyeti ile sürece yaklaşmaktadır. Halbuki inancımızın tarihsel misyonu egemene, zalime karşı mazlumun ve haklının yanında olmayı bizlere söylemektedir. İnancımızın tarihsel misyonuna göre hareket edip ‘Yol Bir.Sürek Binbir’ düsturu ile özgünlüklerimizi koruyarak çatı örgütünde birlikte olmayı başarabilirsek, açığa çıkan sinerji ile üçüncü dünya savaşı koşullarında büyük fırsat ve olanakları yakalayabilmemiz mümkündür. Bu temelde de, Alevilerin olanak ve imkânlarını, risklerini doğru tespit edebilir ve milyonlarca Alevi’yi sorunun çözümünde ortaklaştırabilirsek başarı mümkündür. Bu nedenle bugün içinde bulunduğumuz koşulların analizi çok önem arz etmektedir. Siyasal hareketler ve toplum dinamikleri amaçlarına ulaşabilmek için sürekli yeni sistemler geliştirmek, yeni arayış ve yeni anlayışlar içinde olmak durumundadırlar. İletişim ve bilgi çağında bu ihtiyaç daha fazla kendisini göstermektedir. Siyasal yapıların ve toplum dinamiklerinin dış faktörlerden çok kendine yönelmesi, kendisini nitelikli analize tabii tutması, zayıf ve güçlü yanlarının farkındalığıyla hareket etmesi hayati önemde konudur. Potansiyelinin ve açmazlarının farkında olan hareketler ve siyasal aktörler, büyük fırsatlar ve değerli olanaklar sahibi olabilirken, bilinçli ve örgütlü hareket etmeyenlerinde büyük kaybettiklerine tarih tanıktır. Aleviler olarak tarihsel misyonumuzla kendimize yönelmemiz, iç ve dış dinamiklerin farkında olmamız bizi geleceğe taşıyacaktır. Soykırım kıskacındakiAlevilerin nitelikli analizini yapmak, tüm Alevi hareketlerinin önceliği olmalıdır. Riskleri ve tehlikleri bertaraf etmek, olanak ve imkanlardan azamı faydayı sağlamak bu analizler sayesinde mümkün olabilecektir. Ben bu makaleyi fırsat bilerek kısca Alevilerin avantajlarını, dezavantajları ile olanak ve risklerini şöyle sıralayabilirim.

1- Alevilerin Güçlü Yanları:

Kadim coğrafyanın tarihi yapım ve yaratım değerler sahibi olmaları, Kadının güçlü öncü olma toplumsallığı, Kitlesel mobilizasyon gücü, Coğrafyamızın jeo-stratejik konumu, Toplumun çoklu kültürünü ve çoklu kimliğini esas alan ideolojik ve politik yaklaşımı, Mücadele direngenliği, Siyasal ve toplumsal yaşamlarını dikey olmayan yatay Ocaklar sistemi üzerinde yaşatmaları, Sanat ve kültür alanlarında sürekli aydınlanma potansiyeli sahibi olmaları, Marjinal düşünce kalıpları karşısında değişim ve dönüşüm düşünce sistematiği vb.

2- Alevilerin Zayıf Yanları:

Her sürekten Alevileri kapsayan ortak siyasal programdan yoksun olmaları, Siyasete kapalı olma, politik özne olmaktan kaçınma hali, Parçalı duruş ve kendine göreci anlayışın egemen olması, Alevi üst çatı örgütü yerine kendisini, iktidarını ve ikbalini esas alma, Kişi, parti, grup odaklı siyaset yapma tarzı,

Niteliksiz veya yetersiz kişilerin kilit konumda bulunması, Medyanın zayıflığı, Statü amaçlı diplomatik çalışma yerine birey eksenli ilişkileri esas alan diplomasi faaliyeti, Ulusal bilinç ve duyarlılığın gevşek olması, Marjinal fikirlere eğilimli olma, Uluslararası meşru kurumlarda varlık gösterememe, Uluslararası konjonktürü doğru okuyamama, Ekonomik kaygıların yarattığı negatif motivasyon, Sosyal bilimlerde yetersiz insan kaynakları, Nahak zihniyet sahibi devleti ve ilişkiyi esas alma hassasiyeti, İç uzlaşıdan uzak olma, güvensizlik ve ortaklaşamama,

3-Fırsatlar:

Devletçi sistemin siyasal krizi, Üçüncü paylaşım savaşının yol açtığı yeni dengeler ve ittifaklar,

Selefist örgütlere karşı Alevilerin ortak yaşam anlayışı ve ‘birlik içinde çokluk’ anlayışları, Her kriz ve katliamdan sonra ayakları üzerinde durabilmenin toplumsallığı, Seküler yaşam anlayışı, Devletli sisteme karşı dikey olmayan yatak Ocaklar sistemi ve ekolojik yaklaşım potansiyeli, Küresel boyutta devletler arası çelişkilerin varlığı, Diasporadaki örgütlü toplumsallığı, Batı dünyası ile ortak değerler sahibi olma durumu, Ahlaki ve politik evrensel değerler sahibi olması vb.

4-Tehditler:

Devletli sistemin fiziki ve kültürel soykırım tehlikesi, Devletli sistemin kendi çıkarını esas alması,

Siyasal sisteme entegre olma ve yoğun asimilasyonun yaşanıyor olması, Oto-asimilasyon

Ortak tarih ve kültürel bilinçten yoksun olma,

Ortak inanç değerlerinden yoksun olma, güçlü aile ve aşiret ilişkileri, Marjinal fikirlere eğilim, Fars kuşatıcılığı, Türkçü kuşatıcılığı, Arap kuşatıcılığı.

Dünyada sağ popülizm ve faşizmin iktidarda olması vb.

Uluslararası kurumların işlevsiz, inisiyatifsiz ve meşruiyetlerini yitirmiş olmaları nedeni ile Kürtler ve Aleviler olarak soykırım riski ile karşı karşıyayız. Soykırım riskini bertaraf etmek ancak bilinçli insanın örgütlü mücadelesiyle mümkündür. Bilgi ve iletişim çağında bile vahşet ve barbarlık tüm insanlığı tehdit etmektedir. Çok ağır bedeller ödeyen Aleviler, bugün devletli sistemin kültürel soykırımı nedeni ile büyük bir tehditle karşı karşıyadırlar.Emperyalist paylaşım savaşlarında,tarihsel hakikatler göz ardı edilerek kurulan suni ulus devletler, eşyanın tabiatı gereği kriz içindedirler. Eğer bu krize ve kaos aralığına rasyonel bir şekilde yaklaşır, doğru analizler yapabilirsek, hiç kuşkusuz ki biz Aleviler için yeni fırsatlar demek olacaktır. Aleviler olarak tarihten çıkaracağımız derslerle bugün yaşanan krizden en az kayıp, ama azami fayda ile çıkmak istiyorsak şu an dünyada lehimize esen rüzgârı arkamıza almalı, mücadeleyi statü ile taçlandırmalıyız. Ancak bu konjoktürün sonuna kadar böyle devam edeceğini de kimse söyleyemez. Bu nedenle her türlü riski bertaraf eden örgütlü mücadleiçinde olmamız gerekmektedir. Aksi durumda, kaçırılan her bir fırsatın, nelere mal olacağını geçtiğimiz yüzyılda büyük bedeller vermiş, ağır siyasal ve sosyal travmalar yaşamış inançtan insanlar olarak herkesten çok bizim bilmemiz gerekiyor. Rojava, Suriye ve Ortadoğu’ da olanca şiddeti ile devam eden savaşta açığa çıkan yeni ittifaklar ve dengeleri doğru okuyabilir, çelişkilerin neden olacağı fırsatları amacına uygun değerlendirmenin örgütlü mücadelesini harekete geçirebilirsek kazanan halklar, kazanan mazlumlar olacaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Yazarın diğer makaleleri