T.C’NİN KURUCU KODLARININ ANLAŞILMASI LAZIM
Köylüce, Maraş’taki soykırım denemesinin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş karakterini tahlil etmeden anlaşılamayacağını belirterek, şunları söyledi: “1915 Ermeni Soykırımı, 1920-1921 Koçgirî’nin katliamla bastırılmasından sonra devlet dışa karşı savaşını bitirip, politikasına engel olacak içerideki muhaliflerini yok etmeye yöneldi. Bir dizi kanun ve kararnameler ile Türk-İslam kimliğine uymayan herkesi uydurmaya, direnenleri bertaraf etmek için katliam dahil her türlü yöntemi devreye sokarak, yasal bir sistem kurdu. Farklı kimlikleri, inançları hedef alma, sosyal yaşam tarzlarından arındırma, asimilasyon politikaları İttihat ve Terakki ile başlayıp Cumhuriyet dönemi devam etti. Cumhuriyet ile ulus devlet politikasına uyarlandı. Soykırım diyebileceğimiz değiştirme dönüştürme, yerinden etme, sürgüne tabi tutma, fiziki olarak ortadan kaldırma, aynı zaman da dil kültür zemininde değiştirme gibi temel politikalar ve buna göre kanunlar Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında hazırlandı. Bunu, kurucu liderleri hazırlamıştır.
DEVLETİN GİZLİ ANAYAYASI ŞARK ISLAHAT PLANI
Bundan dolayı periyodik olarak peş peşe gelen katliamlar silsilesi var. Takriri Sükûn yasasının kabul edilmesi ve hemen yürürlüğe girmesi, Alevi ocak ve dergahların yani inancının yasaklanması gerçekleşti. Sünni Kürtlerin de özelikle Şafi Kürtlerin medreseleri bu şekilde kapatıldı. Êzîdîlik zaten toptan yasaklanmış. Bu kanun, 30 Kasım 1925 yılında çıkarılıp resmî gazete de yayınlandı ve hemen yürürlüğe geldi.
Bu kanunlar halen yürürlükte olduğuna bakarsak temelini teşkil eden Şark Islahat Planı, yani devletin gizli anayasası hala yürürlüktedir. Uygulamada bu zeminin raporlanmış haline baktığımızda Fırat’ın gerek doğusu, gerekse de batısı; Kürt kimliği ağırlıklı bölgelerin değiştirilmesi ve buna direnenlerin bertaraf edilmesi hedefi vardır.
Aynı zamanda Malatya, Maraş, Pazarcık gibi bölgelerinde yine yoğun bir Kürt nüfusuna sahip olmasından dolayı, Cumhuriyetin ön gördüğü ulus modeli ve ulus kimliği olarak düşünülen Türk-İslam’a uymayan bütün bu kesimlere yönelik bir operasyonel süreç başlatılmıştı. Bu sürecin içinde bütün bu katliamlar silsilesinin dizilip ortaya çıkmış durumdadır. 1925 yılı bu yasal düzenlemeler, hukuku dayanaklarla gerekçelendirilerek yapılmış olan Ağrı, Zîlan, Şeyh Said katliamları, 1937-1938 Dersim ve daha sonraki süreçlerde irili ufaklı bölgede yapılan katliamlar. Bu katliamların tümünün özünde cumhuriyetin kuruluş felsefesi var. Dayanağı ise devletin gizli anayasası dediğimiz Şark Islahat Planı’dır. Bugün de Şark Islahat Planı yürürlüktedir.”
FIRAT’IN BATISINI KÜRTSÜZLEŞTİRME
Türk devletin bünyesinde barındırdığı farklı kimlik ve inançları yok etme amacını anlaşılmazsa Maraş’taki soykırım denemesinin anlaşılamayacağını vurgulayan Köylüce, şöyle devam etti: “Bu tarihsel gerçekler ışığında Maraş’taki katliama bakabiliriz. 12 Eylül darbesi, zaafa uğrama ihtimali olan tekçi Türk-İslam kimliğini yeniden tesis etmek ve etkin hale getirilmesi için devreye konulmuştur. 1960’lı yıllarda başlayan bu sürecin 1970’li yılların sonlarına gelindiğinde, yükselen sol-sosyalist demokratik devrim mücadelesine, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi de eklenince, başta Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgeler olmak üzere, ülkenin önemli bir bölümünde devletin ideolojik ve idari otoritesi ortadan kalkacak derecede etkisini kaybetmişti. Aynı zamanda ABD başta olmak üzere, Emperyalist- Kapitalizmin yayılmacı Pazar politikasıda Türkiye ve diğer Ortadoğu ülkelerinde tehlikeye girmişti.
Dönemin dünyada yükselen sol-sasyalist dalgası bütün bu bölgelerde etkin bir yükselişe geçmiş ve toplumun çok büyük bir kesimini etkisi altına almıştı. Başta Aleviler olmak üzere, Kürtler ve demokratik kültürün yaygın olduğu kentler ve bölgelerde devlet otoritesi oldukça aşınmıştı. Bu durum başta NATO olmak üzere, batı emperyal sistemin geleceğini bölgede tehlikyeye sokuyordu.Bunun önüne geçmek için, ABD-Nato-CIA gladyosu özel harp dairesinin , Türk devletindeki Milliyetçi-Muhafazakarlardan oluşturduğu paramiliter , MHP, Ülkü ocakları, daha sonraları adını ALPEREN Ocakları olarak koyan tüm grup ve kadroları , devletin kolluk kuvvetleri ile destekleyerek, açık ve gizli orerasyonlar ve katliamlar sol-sosyalist kesimler ile Kürt ve Alevilerin yoğun yaşadığı bir çok katliam ve katletme operasyonları yapıldı. Bu dönemde Maraş ve Çorum daki katliamların gerçekleştirilmesi ve daha sonra sıkı yönetim nihayetinde 1980 askeri darbesi ile bilinen o karanlık zulüm sürecine girildi.
Bu süreç ile Türk devleti yeniden, tekçi Türk-İslam kimlikli ideolojisini tahkim ederken, ABD ve NATO emperyal sistem de bölgede tehlikeye giren hakimiyetini yeniden güçlendirdi. Fakat bu politikanın başarıya ulaşması için, Başta, Kürt, Alevi ve Sol- Sosyalist demokratik toplumsal kesimlere her türlü katliam politikası uygulandı. Maraş katliamı bu katliamlar silsilesinin en kanlı ve vahşi örneğiydi. Çünkü bu katliam sadece fiziki bir katliam değil, aynı zamanda bölgenin etnik, inançsal ve demokratik kültürel demografisini değiştirmeye yönelik bir devlet politikasının uygulanmasıydı. Bu nedenle bölgenin Kürt-Alevi nüfusunun bölgeden kaçırtılıp göçertilmesi için her türlü yöntem devreye kondu.
Bu bölgenin Kürt ve Alevilerden arındırılmasının koşullarını oluşturmak içinde fiziki katliamlar, işkenceler, sürgünler ve tutuklama yöntemlerini tarihte olduğu gibi yeniden kullandılar. Hem de çok koyu/katı bir asimilasyon politikasını uygulayarak, Türk-İslam karakterli kimlik üretmedeki zafiyetin tekrar yeniden tamiri ve giderilmesi için bu vahşeti yaptılar. 46 yıl önce Maraş’ta yapılan katliam ve sonrasında Roboskî dahil buna benzer küçük çaplı toplumsal ezme hareketlerin özünde bu anlayış yatar.
Planlanan temel politika budur. Yani Türk-İslam ideolojisinin pekiştirilmesi, dağılmasının önüne geçilmesi ve sürece yayılarak, bu toplumsal kesimlerin hem etnik olarak hem de inançsal ve kültürel kimliklerinin zayıflatılıp ortadan kaldırılması. Bu da katliamları getirdi. Planlı soykırıma dönüştürme amacının toplumsal bazda Kürtleri inançsal baz da ise Alevileri hedef aldığını söyleyebiliriz. Esas olarak Fırat’ın batısında Alevi ya da Sünni bakılmaksızın Türkleştirme politikasına dönük bir sürecin işletilmesinin parçası olarak değerlendirmek lazım.”
KÜRT ALEVİLER ÖZEL OLARAK SEÇİLDİ
Maraş’ın hedef alınmasının en önemli sebebinin kentin Kürt kimliğinin zayıflatılması olduğunu vurgulayan Köylüce, bu nedenle Kürt Alevilerin özelikle hedef alınacağı coğrafik bölgeler seçildiğini söyledi. 12 Eylül darbesine giderken başka bölgelerde benzer planların olmasına rağmen ister Türk-Kürt zemininde ister Alevi-Sünni ve isterse sağ-sol olsun çelişkilerin en yoğun olarak yaşatıldığı temel bölgelerden bir tanesinin, Maraş bölgesi olduğunu hatırlatan Köylüce, şunları ifade etti: “Maraş’taki Kürtler aynı zamanda Alevi, aynı zamanda devrimci kurumların tabanını oluşturmaktaydı. Maraş bölgesinde yarısından fazlasını teşkil eden bir Kürt kesimi vardı. Örneğin o dönemde 1970’li yıllarda, 1973 seçiminde CHP’nin o bölgede çıkardığı milletvekili sayısı üç ya da dört civarında olmakta. Mevcut 6 milletvekilinden yarısından fazlası. Bu seçimlerde bölgenin nüfusuyla orantılı olarak oy ortaya çıkmaktadır.
KÜRT ALEVİ NÜFUSUN DÜŞÜRÜLMESİ
Maraş ve Pazarcık bölgesinde 1910-1915 yılları arasında yapılan sayım raporlarında 22 bin kayıtlı Kürt olduğu görülüyor. O koşullarda nüfusun çoğunluğuna denk gelen bir oran. Kürtlerin o süreçteki nüfus artış hızını da göz önüne alıp değerlendirsek başka bir tablo çıkacak. Aslında 1990’lı ve 2000’li yıllara gelindiğinde Maraş’ta köyden şehre doğru bir akımın başladığı süreci de göz önünde bulundursak, Maraş şehir merkezinin esasen Kürt Alevi kimliğinin net ortaya çıkacağı açıktır. Bu katliam ile hedeflenen bölge seçilirken, böyle bir seçeneğin düşünüldüğü söylemek hiç yanıltıcı olmaz.
Bu katliam sonucu ortaya çıkan ciddi bir göç olayını da değerlendirsek, Maraş kentinde demografinin ciddi şekilde değiştirildiğini görebiliriz. Maraş bölgesinde kalan Kürt nüfusun oranında ciddi azalma var. Bu göç ve baskı politikaları, bundan dolayıdır. Böyle bir durumda, sadece bir katliam ya da 2-3 gün içinde farklı kimliklerin kendi arasındaki bir çatışma olarak değerlendirsek yanılgıya düşeriz. Bunu böyle düşünmek yanlıştır. Soykırım denemesinin bu katliam ile sonuçlanması bölgeyi ciddi anlamda boşaltı. Yani şehirdeki yerleşim, kültür, sanat, ticaret hayatına dahil olmanın önüne temelde geçildiği gibi o bölge içerisinde kimliksel olarak var olmak neredeyse ortadan kaldırılmış durumda.”
EN İYİ CEVAP GERİ DÖNÜŞTÜR
Katliamın ardında hızlı bir göçün belirli odaklar tarafından organize edildiğinin altını çizen Köylüce, şunları dile getirdi: “Maraş köylerine dönük ise yurt dışına göç olayı teşvik edildi. O dönemde bu hem hızlandırıldı hem de teşvik edildi. Pasaport vermenin kolaylaştırılması, devreye giren şebekelerin kolayca insanları yönlendirmesi. Aynı zamanda operasyonel baskılarla insanları oradan kaçırtma siyasetleri hepsi birden devreye girdi. Bu gibi teşvik edici uygulamalarla köylerdeki nüfus da düştü. Kalan nüfusun çoğu ise yaşlıdır. Devletin arzu ettiği ve hedeflediği bir durum da budur. Bunun gerçekleşmesi için bir yığın faaliyetleri ısrarla sürdürdü.
Buna karşı bölge halkı olarak Kürt Alevilerin kendi topraklarına ana yurduna yeniden hızlı bir şekilde geri dönüşleri teşvik edecek, plan ve proje üzerine kafa yorması lazım. Katliama verilecek en önemli cevap olacaktır. Tabii ki bunun yanında aynı zamanda o bölgede çok önemli ekonomik tarımsal kaynaklara sahip o arazilerin ve toprakların el değiştirmemesi lazım. O topraklar da peyder pey adım adım el değiştirme süreci içerisindedir. Ne yazık ki son yıllarda belki köylerde yeni evler inşa edilmiştir. Genelde tatil amaçlı evlerdir. Orada bir kimlik ve kültür oluşturacak bir güven duyabileceğimiz durumda değildir. Geri dönüş perspektifleri katliama verilecek en önemli cevaptır. Geri dönüş projeleri ile toplumun karşısına çıkmamız lazım. Buna siyasi baskılar da olacak. Bu da kuşkusuz bir mücadeleyi gerektirmektedir.”
KÜRTSÜZLEŞTİRME SİYASETİ DEVAM EDİYOR
Bu soykırım denemesinin, zihniyet olarak bugün de aktif olduğunu kaydeden Köylüce, “Devamı olan uygulamalardan bir tanesi de mevcut durumda Suriye savaşı sırasında devletin, desteklediği DAİŞ ve benzeri çetelerin bölgeye yerleştirme planı olarak açığa çıktı. Bu Alevi Kürtlerin yaşadığı geniş bir bölgeye özelikle bu grupların yerleştirilmesi bir plandır. Bu kampların orada kurulması ve bu kadar kişinin yerleştirilmesi bölgede Kürt Alevi nüfusundan neredeyse daha çoktur. Devletin son günlerde yaptığı açıklamalarda 250 bin Filistinliyi Mardin ve Amed gibi alanlara yerleştirme düşüncesi olması göz önünde bulundurmak lazım. Bölgenin esasen değişik toplumsal gruplarla dejenere edilmesi, bu kesimlerin önümüzdeki yıllarda bölgenin hakim toplumu getirme niyeti var. Bu soykırım amaçlı uygulamaların halen ne ölçüde devam ettirildiğinin bizim açımızdan çok daha büyük hassasiyetle takip edilmesi gerekiyor” şeklinde konuştu.
DEPREMİ, BOŞALTMAK İÇİN FIRSATA ÇEVİRDİLER
Son depremlerde de devletin gösterdiği politik reflekslerin göç olayını hızlandırmaya yönelik olduğunun altını çizen Köylüce, şunları ekledi: “Bölgeye gelen yardımlar ya da devletin yapması gereken yardımların bölgedeki Kürt Alevilere günlerce ulaşılmaması, gelen yardımların da başka yerlere yönlendirilmesi, kendi kontrollerinde arzu ettiği yerlere dağıtmaları insanları çaresiz bıraktı. Oraları terk etme dayatıldı. Son dönemde aldığımız bilgilere göre önemli oranda yurt dışını çıkış olduğudur. Bütün bunlar Maraş’taki katliamla başlayan politikanın devam ettiğini gösteriyor. Bölgeyi boşaltacak, dil ve kültür alanında hiçbir değere imkan fırsat vermeyecek şekilde soykırımı devam ettiriyor.”