Türkiye Destekli HTŞ, SMO ve DAİŞ Alevileri Katlediyor

Suriye’de Türkiye destekli bir Alevi katliamı yaşanmaktadır. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin (SOHR) 9 Mart 2025 tarihli raporuna göre, Lazkiye ve Tartus bölgelerinde 6 Mart’tan bu yana devam eden çatışmalarda 745’i Alevi sivil olmak üzere toplam 1.018 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu çatışmalar, HTŞ çetelerinin, Alevilerin yoğunlukla yaşadığı Akdeniz kıyısındaki Lazkiye ve Tartus’a yönelik geniş çaplı saldırıları ile başlamıştır. Sivillerin çoğunun yakın mesafeden ateş edilerek öldürüldüğü belirtilmektedir. Yerel kaynaklara göre ise bu sayının 2000’in üzerinde olduğu ifade edilmektedir.

Türkiye’nin DAİŞ, El Nusra, HTŞ, SMO gibi çete gruplarıyla birlikte hareket ederek bu bölgede bir cihatçı yapılanma oluşturma çabaları, Suriye’yi büyük bir felaketin eşiğine getirmiştir. Türkiye, DAİŞ petrollerini uluslararası pazara taşıyarak buradan elde edilen gelirleri cihatçı çetelere aktarmış, aynı zamanda bu grupların silahlandırılmasında aktif rol oynamıştır. 2014-2016 yılları arasında dönemin uluslararası basını, DAİŞ’in Türkiye üzerinden sağladığı lojistik destekle güç kazandığını ortaya koymuştur. The Guardian, New York Times ve Le Monde gibi medya organlarının yayınladığı raporlarda, DAİŞ’in petrol satışının Türkiye aracılığıyla gerçekleştirildiği ve elde edilen gelirlerin örgüte silah ve savaşçı temin etmek için kullanıldığı belirtilmiştir. 2015’te Rusya tarafından yayınlanan uydu görüntülerinde, DAİŞ’in kontrolü altındaki petrol sahalarından Türkiye’ye yüzlerce tankerin giriş yaptığı belgelenmiştir. Bu petrol gelirlerinin, Alevilere yönelik saldırılar gerçekleştiren gruplara aktığını düşünmek zor değildir. Ayrıca, 2016 yılında ortaya çıkan belgeler, Türkiye’den Suriye’ye giden silah yüklü tır konvoylarının cihatçı gruplara teslim edildiğini göstermiştir. Cumhuriyet Gazetesi’nin ifşa ettiği MİT TIR’ları skandalı, devlet eliyle radikal gruplara sağlanan askeri desteği gözler önüne sermiş, ancak buna rağmen uluslararası kamuoyunda yeterli tepki oluşmamıştır.

Bugün Aleviler, sistematik olarak cihatçı saldırganlığın hedefi haline gelmiş ve devlet destekli radikal unsurlar tarafından tehdit edilmektedir. Türkiye’nin Alevi politikaları, sadece kendi sınırları içinde değil, Suriye’de de Alevilere yönelik tehditleri besleyen bir unsur olmuştur. Osmanlı’dan günümüze kadar uzanan tarihsel süreçte Aleviler ötekileştirilmiş, şiddete ve baskıya maruz bırakılmıştır. AKP iktidarıyla birlikte bu baskı daha da artmış, Alevilere yönelik sistematik ayrımcılık politikaları hız kazanmıştır. Alevilere yönelik nefret söylemi, hükümete yakın medya kuruluşları ve cihatçı propagandalar aracılığıyla körüklenmiş, Türkiye’nin desteklediği gruplar Alevi köylerine yönelik saldırılar gerçekleştirmiştir. Afrin’de, İdlib’de ve Halep kırsalında Alevi topluluklarına yönelik sistematik saldırılar düzenlenmiş, köyler yakılmış ve halk zorla göç ettirilmiştir. Özellikle Afrin’deki Alevi nüfusunun büyük ölçüde yok edilmesi, Türkiye’nin yürüttüğü politikaların sonuçlarını gözler önüne sermektedir.

Bu bağlamda, İsmail Kılıçaslan’ın Aleviler hakkındaki sözleri, Türkiye’de devletin ve iktidara yakın kesimlerin Alevilere yönelik bakış açısını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Kılıçaslan: “Nusayri teröristlerin 100’e yakınını telef etti…

Anadolu Aleviliği ile neredeyse hiçbir ortak paydası olmayan, Suriye’de emperyalistlerin köpekliğini yapan, yapmaya da devam eden Nusayrileri…

Nusayriler, dini inançları bakımından değil, emperyalizme yaptıkları köpekliğin bir sonucu olarak hala Suriye’de sivil insan öldürecek kadar alçak oldukları için gebertiliyorlar. diyerek Alevi nefretini yazıya dökmekte bir sakınca görmemiştir. Tek bir kelimesinin Sünni Müslümanlar için kullanılması durumunda kıyameti koparacak olanlar, konu Aleviler olunca arkasında durmakta bir sakınca görmemektedirler. Bu tür söylemler, Türkiye’de Alevilere yönelik nefret iklimini pekiştiren ve cihatçı grupların saldırılarına zemin hazırlayan bir faktör olmuştur.

Türkiye’de muhalif geçinen bazı kesimler, Türkiye’nin cihatçı gruplarla işbirliğini örtbas eden söylemler üretmekte ve iktidarın Suriye politikasını meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Ufuk Uras’ın “Günün sonunda fotoğrafın tümüne bakıldığında, İran ve Esatçı artıkların bölgeyi provoke etmeye çalıştığı, bunu fırsat bilen bazı unsurların da sivillere intikam eylemlerine yöneldiği görülüyor. Rusya’nın derhal Esat’ı Suriye’ye teslim etmesi gerekiyor, eğer normalleşmeden yanaysa.” şeklindeki açıklamaları, muhalif kanatların Esat destekçileri diye haberleri aktarması, Alevilere yönelik katliamları perdelemekten başka bir anlam taşımamaktadır. Bunlar, Türkiye, HTŞ-SMO-DAİŞ gibi gruplarla işbirliği yaparak doğrudan mezhepsel temizlik girişimlerine destek vermektedir. Bu noktada, sözde muhaliflerin iktidarın çizdiği çerçevede hareket etmesi, Alevilerin nasıl bir oyun ile karşı karşıya olduğunu gözler önüne sermektedir. “Türkiye’nin Suriye politikası stratejik bir zorunluluktur” diyen çevreler, aslında iktidarın savaş suçlarını aklamak için propaganda yapmaktadırlar.

Devletli Hakan Fidan, Alevi katliamı ile ilgili yaptığı açıklamada ortakları HTŞ-SMO-DAİŞ çetlerini koruması altına alarak, “Suriye hükümetinin hiçbir provokasyona gelmeden haftalardır sürdürdüğü politikanın, bir provokasyonla rayından çıkarılmaya çalışıldığını görüyoruz.” diyecek kadar katledilen insanlara düşmanlığını ortaya koymaktadır. Alevilere yönelik saldırılar yalnızca fiziksel değil, ideolojik ve kimliksel düzeyde de yürütülmektedir. Türkmen Alevileri ile Kürt Alevileri, Arap Alevileri, Şii ve Nusayriler arasında yapay ayrımlar yaratılarak, Alevilerin birlik içinde hareket etmesi engellenmektedir. “Onlar bizden değil”,”Onlar sizden değil”  gibi söylemler, Aleviler arasındaki dayanışmayı zayıflatmak için kullanılmaktadır. Oysa bu saldırılar, kimlik farkı gözetmeksizin tüm Alevi topluluklarını hedef almaktadır.

Suriye’deki mezhepsel ve etnik gerilimlerin yalnızca Alevileri değil, Hristiyanlar, Dürziler ve diğer azınlık gruplarını da etkilediği göz önünde bulundurulmalıdır. Özellikle Hristiyan toplulukları da DAİŞ ve diğer radikal grupların saldırılarından ağır şekilde etkilenmiştir. Bu çerçevede, Alevilere yönelik saldırılar, daha geniş bir mezhepsel temizlik stratejisinin parçası olarak ele alınmalıdır. Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesinin arkasında sadece mezhepsel faktörlerin değil, Suriye’nin kuzeyinde Kürt yapılanmasını engellemek ve bölgesel nüfuzunu artırmak amacıyla da bu gruplarla işbirliği yapmakta, Rojava düşmanlığı üzerinden Suriye’de örgütlenmektedir.

Bugün Suriye’deki cihatçı yapılanmalar doğrudan Alevilere yönelik tehdit oluşturmaktadır. Aleviler, bu gruplar tarafından “katledilmesi vacip” topluluklar olarak görülmektedir. Türkiye’nin bu gruplara desteği, Alevilere yönelik saldırıları artırmakta ve Suriye’de mezhepsel temizlik girişimlerine yol açmaktadır. Aynı şekilde Türkiye’de de Alevilere yönelik baskılar artarak devam etmektedir. Alevi köyleri, inanç merkezleri ve toplulukları, hem Türkiye’de hem de Suriye’de sistematik saldırılara maruz kalmaktadır. Türkiye’deki mevcut iktidarın Alevilere yönelik asimilasyon ve baskı politikaları, geçmişte yaşanan Maraş, Çorum, Sivas, Gazi ve Gezi olaylarında açıkça görülmüştür. Bugün de benzer bir süreç, Suriye’de cihatçı yapılar eliyle yürütülmektedir. Alevi çoğrafyası boşaltılmaya çalışılmaktadır.

Bunun için Türkiye-HTŞ-SMO-DAİŞ ortaklığının Alevi katliamlarına karşı uluslararası kamuoyunu harekete geçirmek gerekmektedir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’ne, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne Alevilere yönelik saldırılar hakkında raporlar sunulmalı, Türkiye’nin desteklediği grupların savaş suçu işlediği belgelenerek bu kurumlara başvurulmalıdır. Avrupa ve ABD’deki Alevi diasporası, insan hakları örgütleriyle ortak çalışmalar yaparak bu konuyu gündeme taşımalıdır. Özellikle Avrupa Parlamentosu ve ABD Kongresi gibi uluslararası platformlarda Türkiye’nin Suriye’deki politikalarına karşı yaptırım çağrıları yapılmalıdır. Alevi mahalleleri ve köylerinin savunmasını sağlamak için uluslararası gözlemcilerin Suriye’deki Alevi yerleşimlerine erişimi sağlanmalı, bu bölgelerde güvenliğin arttırılması için uluslararası insani yardım örgütleri devreye sokulmalıdır.

Başta İngiltere olmak üzere ABD ve Almanya’ya katliamdaki sorumlulukları hatırlatılmalı ve baskı altına alınmalıdır. Katilleri meşrulaştıran tuzaklara düşülmeden bu ortaklığa karşı uluslararası güçlerin soruna müdahale etmesi için girişimler artırılmalıdır. Alevi kurumlarının önünde acil olarak bu durumu çözme sorumluluğu durmaktadır. Türkiye-HTŞ-SMO-DAİŞ ortaklığından sorunun çözümüne dair bir beklenti içinde olmak saflık olur.

Aleviler, tarih boyunca sürekli olarak katliamlara maruz kalmış, ancak yeterli örgütlü bir direniş sergileyememiştir. Suriye’deki trajik olaylar, Alevilerin kendi çıkarları doğrultusunda bağımsız bir örgütlenme oluşturmasının zorunluluğunu bir kez daha göstermiştir. Türkiye, Suriye ve diğer bölgelerdeki Alevi toplulukları arasında daha güçlü bir dayanışma ağı oluşturulmalıdır. Alevi mahalleleri ve köyleri, olası saldırılara karşı kendilerini koruyacak yapılar oluşturmalıdır. Son olarak, Aleviler kendi kaderlerini ellerine alarak, sessiz kalmaktan vazgeçmelidir. Sessizlik, gelecekteki daha büyük felaketlerin habercisidir.

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Diğer Yazıları