Alevi toplumu yüzyıllardır baskıya, ayrımcılığa, inkâra direndi. Bu direnişin temelinde yolun hakikatini sahiplenmek oldu. Ama tarih boyunca bir gerçeği de unutmadık: “Ağacın kurdu kendi içindendir.” Çünkü bizi en çok yaralayan, dışarıdan gelen taş değil; dost görünenin gül diye attığı taş olmuştur.
Bugün Alevi Bektaşi Federasyonu ve Alevi kurumlarının, Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı önünde gerçekleştirdiği protesto, işte bu hakikatin yeni bir tezahürüdür. Siyah çelenk, ne orada çalışanlara ne de Alevi toplumuna karşı olmuştur. O çelenk, Aleviliği devletin bir dairesine hapsetmeye çalışan zihniyete karşı bir semboldür. Çünkü biz biliyoruz ki Alevilik, bir makamın tebliğiyle var olmaz, bütçe kalemleriyle yönetilemez.
Protesto sırasında, Cemevi Başkanlığı’ndan uzatılan bir çiçek, gül gibi görünse de, asıl niyetin taşı gizleyen bir örtüden ibaret olduğu açıktı. Gülün ardına gizlenmiş taş, tarihten bildiğimiz bir yöntemdir. Pir Sultan’ın karşısına çıkan Hızır Paşa da elinde gül taşır gibi görünmüştü; ama o gül dara çevrilmişti. Bugün de benzer bir oyun sahneleniyor: “Hizmet” denilen yerde asimilasyon, “temsil” denilen yerde bölünme var.
Alevi kurumları ise bu oyuna gelmedi. Birlik içinde, net bir sesle şunu söylediler: “Bu kurumu tanımıyoruz!” Çünkü yolun ikrarını verenler bilir ki, en büyük zarar dün Yezid’in zulmünden değil, bugün kapı kulu olmuşlardan gelir. O yüzden dost görünenin gülü, düşmanın taşından daha ağırdır.
Bugün ortaya konan duruş, Hüseyinî bir duruştur. Bu, yolun onurunu, inancın özünü ve toplumun iradesini savunmaktır. 28 Ağustos’ta yapılacağı açıklanan toplantıya hiçbir Alevi kurumunun katılmaması gerektiği çağrısı da, bir boykot değil, bir hakikat sınavıdır kendine Alevi diyenler için. Çünkü muhatap alınmak istenen yer, Aleviliğin kendisi değil; Aleviliği “makbul” hale getirmeye çalışan anlayıştır.
Tam da burada, siyasi bir gerçeğin altını çizmek gerekir: Devlet, bizi asimile etmek için artık dışarıdan değil, içimizden birini seçiyor. Alevi olduğunu söyleyen, hatta bu kimliğiyle önümüze çıkarılan kişiler eliyle Alevilik devlete yamalanmak isteniyor. Asimilasyonun en tehlikeli biçimi budur: İçimizden biri aracılığıyla yolumuzu bölmek, hakikatimizi devlet dairesine hapsetmek. Bugün karşımıza çıkarılan tablo, tam da budur.
Bu yolun en güçlü damarlarından biri de Alevi kadınlarıdır. Ana Fatma’dan bugüne, kadınların sesi yolun özünde hep direnişi, onuru ve hakikati taşımıştır. Bugün de kadınlar, bu siyah çelengin ardında dimdik durdular. Çünkü bilirler ki yolun geleceğini korumak, sadece bir protesto değil, bir varlık mücadelesidir.
Unutmayalım: Alevi toplumunun imtihanı bugün dışarıyla değil, içeriden gelen kurdun ve gül diye uzatılan taşın oyunlarıyladır. Devletin eliyle içimizden seçilen “kapı kulları” yolumuzu temsil edemez. Bizim yolumuz, taşın değil; aşkın, adaletin ve hakikatin yoludur.