Türkiye’nin en temel ve uzun yıllar boyunca gündemde kalan sorunlarından biri olan Kürt meselesinin eşit, özgürlükçü ve demokratik çözümü açısından yeni bir aşamaya girilmiş durumda. Sayın Öcalan’ın 27 Şubat’ta “barış ve demokratik toplum süreci” olarak adlandırdığı bu yeni dönem, toplumda farklı tepkiler yaratsa da önemli bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Özellikle Bahçeli’nin zaman zaman ezber bozan ve şaşırtıcı açıklamaları umut yaratmış olsa da, AKP-MHP iktidarına duyulan güvensizlik nedeniyle toplumun geniş bir kesiminde derin bir kaygı da yaşanıyor. Tüm eksikliklerine rağmen süreci özetlemek gerekirse; barış ve demokratik toplum arayışı sancılı da olsa ilerlemeye devam ediyor. Şimdi herkesin sorduğu temel soru şu: Kürt meselesinin eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik çözümü gerçekten mümkün mü?
Neden Barış Önemli?
Kürt meselesine yönelik inkâr ve imha temelli yaklaşım, yaklaşık yarım asır boyunca büyük acılar ve yıkımlar doğurdu. Kirli savaşın yol açtığı yıkım sadece can kaybıyla sınırlı kalmadı; ekonomik çöküntü, dışa bağımlılık, anti-demokratik uygulamalar, hukuksuzluk ve toplumsal çürüme ülkeyi neredeyse yönetilemez hale getirdi. Bununla birlikte toplum kutuplaştırıldı, karşılıklı çatışma riski büyüdü; etnik, inançsal ve sınıfsal bir boğazlaşmanın eşiğine gelindi.
Hamas’ın 7 Ekim saldırısından sonra hegemonik güçlerin bölgeyi yeniden dizayn etme çabaları, çıkmazdaki Türkiye’yi doğrudan etkilemiştir. Bu durum, aynı zamanda Türkiye’yi bölgesel bir savaşın yıkımıyla yüzleşme tehlikesine de sürüklemektedir. Resmi ideolojinin yeni versiyonu olan neo-Osmanlıcı, yayılmacı ve inkârcı rejimin yol açabileceği felaketin ayak sesleri duyulmaktadır.
İç ve dış dinamiklerin zorlamasıyla başlatılan barış ve demokratik toplum süreci bu nedenle daha da anlam kazanmış, daha da önemli hale gelmiştir. Barış, sadece silahların susması değil; toplumun kendi değerleriyle yeniden buluşması ve eşit, özgür, demokratik bir yaşamın inşası anlamına gelir. Egemenlerin demokrasinin ve halk güçlerinin üzerinde sallandırdığı hukuk sopası ve şiddet aracı ellerinden alındığında, manipülasyon ve rıza üretimi de zorlaşacaktır. Bu da, yaşadığımız coğrafyanın yeniden nefes alması anlamına gelir.
Sürece Yaklaşımlar
Barış ve demokratik toplum sürecinin önündeki en büyük engel, yalnızca egemenler ya da süreç karşıtları değildir. Asıl sorun, bu süreci doğru anlamayan ya da gereğini yerine getirmeyen özgürlükçü ve demokratik güçlerdir. Hiçbir kazanım birilerinin lütfuyla var edilemez ve kalıcı hale getirilemez.
Özellikle ultra-Kemalist kesim ve bazı milliyetçiler tarafından yürütülen “kandırılacağız”, “başkanlık istiyor”, “tüm kazanımlar kaybedilecek” söylemleri sürece zarar verdiği gibi, esasen iktidar ve süreç karşıtlarının elini güçlendirmektedir. Elbette siyaset kazanmaya odaklıdır ancak bazı tarihsel dönemler vardır ki, bu süreçler basit al-ver pazarlıklarıyla değerlendirilemez.
“Kandırılacağız” yaklaşımı, aslında kendine güvensizliğin bir ifadesidir. Oysa barış, demokrasi ve özgürlük mücadelesi; büyük bir deneyim ve kolektif aklın ürünüdür. Halklaşmış bir irade kandırılamaz; çünkü kararlaşma, kolektif bir birikimin sonucudur. Böylesine güçlü bir irade ne aldatır, ne de aldanır.
“Ne kazandık?” sorusu ise, halkların bugüne dek elde ettiği önemli kazanımların inkârı anlamına gelir. Demokratik özgürlük mücadelesi, ağır bedeller pahasına da olsa çok şey kazandırmıştır. En önemlisi, Kürt halkının varlığı üzerindeki inkâr ortadan kaldırılmıştır. Kürtler, örgütlü yapısı ve iradesiyle artık sadece Türkiye’de değil, bölge ve dünya ölçeğinde dikkate alınan, diplomasi yürüten bir aktör haline gelmiştir. Kürt hareketinin paradigması somut sonuçlar doğurmuş, özellikle Rojava örneğinde olduğu gibi özgürlüğün adı olmuştur. Böyle bir kazanıma ulaşan Kürt halkı “ne kazandık” diyebilir mi?
Elbette esas olan Kürtlerin, Alevilerin ve tüm halkların eşit, özgür bir yaşamının garanti altına alınmasıdır. Ancak mevcut kazanımları görmezden gelmek iyi niyetle açıklanamaz.
Öte yandan “Erdoğan başkan olmak istiyor” söylemi de anlamlı değildir. Her siyasetçi bir şey olmak isteyebilir. Ancak birinin ne olmak istediği üzerinden halkların sürecin dışında kalması doğru olmaz. Erdoğan başkanlığı da, padişahlığı da isteyebilir; bu gerçeklik halkların özgürlük arayışından vazgeçmesini gerektirmez.
Aleviler Sürecin Dışında Kalamaz
Türkiye tarihsel bir süreçten geçerken, toplumsal kesimler ve kimlikler de bu yeni dönemde kendilerini konumlandırma çabasında. Siyasal İslamcılar, milliyetçiler, Kemalistler, demokratlar ve sosyalistler pozisyonlarını almış durumda. Etnik ve inançsal kimliklerden işçilere kadar herkes yeni döneme yönelik tavırlarını belirliyor. Bu tabloya baktığımızda, toplumun büyük bir kesiminin barış ve demokratik toplum sürecini desteklediğini görebiliyoruz. Savaştan, çatışmadan ve kutuplaşmadan beslenen küçük bir kesim ise sürece karşı çıkıyor, medya aracılığıyla süreci provoke etmeye çalışıyor.
Bu yeni süreçte herkes bir pozisyon alırken, Alevilerin tavırsız kalması ne mümkündür ne de doğrudur. Alevilik, inancı, felsefesi ve sosyal karakteri gereği barışa en yakın toplumsal kesimdir. Alevilik bir barış inancıdır. Bu nedenle, Demokratik Alevi Hareketi de sürecin başlamasıyla birlikte harekete geçmiş; Türkiye ve Avrupa’da barış temalı çalıştaylar, toplantılar ve konferanslar düzenlemiştir.
Ancak başlangıçtaki bu olumlu girişim, maalesef kurumsallaştırılamamış ve derinleştirilememiştir. Demokratik Alevi Hareketi’nin bileşenleri süreci örgütlü biçimde yürütmek yerine, izlemekle yetinmiştir. Bu da süreci zayıflatmıştır. Oysa Alevi örgütlülüğü, barışın rengini belirleyecek ve sürecin ilerlemesini sağlayacak önemli bir güçtür.
Demokratik Alevi Hareketi’nin barış konusunda ikircikli davranma lüksü yoktur. Çünkü barış, herkes kadar Alevilerin de özlemidir. Alevi sorunu çözülmeden Türkiye demokratikleşemez; aynı şekilde barış ve demokrasi olmadan da Aleviler eşitlik ve özgürlük temelinde var olamaz ve kendini geleceğe taşıyamaz.
Bugün Türkiye yeni bir süreci test etmektedir. Bu süreçte barışın hâkim kılınması için Aleviler de tüm toplumsal kesimler gibi aktif bir rol üstlenmeli, sürecin öznesi olmalıdır. Barışla kaybedilecek bir şey yoktur. Oysa çatışmalı süreçte herkes gibi Aleviler de çok şey kaybetmiştir. Bu nedenle, sürece dair iktidarın yaklaşımını ya da samimiyetini gerekçe göstererek kabaca bir redçiliğe savrulmak Alevilere bir şey kazandırmaz.
Aleviler “istemeyiz” demek yerine, ne istiyorlarsa onu elde etmek için mücadele etmelidir. Geçmişte olduğu gibi, birileri bugün de Alevileri bir yere hapsetmek, onlara “gömlek biçmek” isteyebilir. Bu yaklaşım karşısında Alevilerin yapması gereken, barış, demokrasi ve özgürlük mücadelesi yürütmektir. Barışın öznesi, hatta öncüsü olmak Alevilere çok şey kazandıracaktır. Çünkü Aleviler, bu coğrafyada İslam’ın girişinden bu yana barışı tam anlamıyla yaşayamamış; hep inkârın ve zorun mağduru olmuşlardır. Bu nedenle barışın toplumsallaşması, kalıcı hale gelmesi ve ülkeyi demokratikleştirmesi herkes kadar Aleviler için de hayati bir önem taşımaktadır.
Sonuç
Aleviler, Türkiye’de yürütülen barış ve demokrasi mücadelesinin dışında kalamaz. Barışın olmadığı yerde demokrasi de, özgürlük de, kardeşlik de olmaz. Halkların eşitlik ve özgürlük temelinde birleşmesi, ancak barışın toplumsallaşmasıyla mümkündür. Bu nedenle, barışı en güçlü sesimizle haykıralım; barışın kavgasını verelim. Sevgi, kardeşlik ve barış inancı olan Aleviliğin gereğini yapalım. Barışla kazanalım, barışla eşit ve özgür yarınları birlikte kuralım.
Semah Dergisi