Cumartesi, Kasım 1, 2025

Aşure Etkinliği: Zulümden Kurtuluş ve Özgürlük İçin HAYDAR MUNZUR

Aşure etkinliğimiz bütün insanlığın zulümden kurtulmasına ve halkların demokratik toplumsal özgürlüğüne vesile olsun.

Büyük tufan olarak insanlık tarihinde bir dönüm noktası olarak dile gelen, Matem orucu ve Aşure etkinliği, sadece bir inanç ritüeli olmanın ötesinde, insanlık tarihinin acılarla, direnişle ve yeniden doğuşla yoğrulmuş belleğinde güçlü bir simge olarak yer alır.

Ortadoğu uygarlıklarında görülen tufan anlatılarının bir yansıması olarak, Nuh’un öncülüğünde kurtarılan canlılarla birlikte insanlığın yeniden hayata tutunması Aşure çorbası ile simgelenir. Bu anlatılarda, özellikle büyük tufan felaketi sırasında hakka yürüyen canlar için “Mahtem Orucu” tutulur. Tufan sonrası Nuh’un gemisinde kalan yiyeceklerin bir araya getirilmesiyle yapılan karışım, “Aşure” olarak adlandırılmış; bu yalnızca fiziki bir beslenme değil, aynı zamanda birlik, dayanışma ve yeniden dirilişin sembolü haline gelmiştir. Bu yönüyle Aşure, insanlar arası ruhsal birliği, dayanışmayı ve halkları yeniden yaşama bağlayan kadim kolektif bir hafızanın yaşatılması büyük zorluklar içerisinde günümüze kadar taşıyıcısı olmuştur.

Bu yönüyle Aşure; sadece geçmişin yasını tutmak değil, bugünün zulmüne karşı direnişi örgütlemek ve yarının özgür dünyasını inşa etme iradesini diri tutmak anlamına gelmektedir. Binlerce yıl boyunca mazlum halkların belleğinde yeşeren bu umut, bugün de halklar arası dayanışmanın sembolü olarak varlığını sürdürüyor. Matem orucu ve Aşure etkinliği tarih boyunca egemenlere karşı direnen halkların ortak hafızasında bir vicdan ve özgürlük çağrısı olarak yaşamaya devam ediyor.

Mezopotamya halkların tarihsel belleğinde derin izler bırakan zulüm ve soykırıma uğrayan halklar için yas tutma ve toplumlar tarihinde mazlum halkların yanında zulme karşı ortak dayanışma geleneğinin sistemselleştirilmiş bir süreç olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor. İnsanlık tarihi boyunca büyük acılar, zulümler ve felaketler yaşamıştır. Bu acıların en kadim hatıralarından biri olan Aşure, tufanlar, sürgünler ve katliamlarla gelen büyük yıkımların anısına yaşatılan bir yas ve dayanışma geleneğidir.

Aşure’nin kökeni, Sümer ve Akad uygarlıklarının tufan anlatılarına kadar uzanır. Bu dönemlerde Mezopotamya mitolojilerinde, büyük bir tufan sonrası insanlığın yeniden dirilişi ve dayanışma içerisinde hayatta kalma mücadelesi anlatılır. Bu anlatılarda tufan bir yıkım olduğu kadar aynı zamanda yeni bir yaşamın başlangıcı ve halklar arası dayanışma içerisinde birlikte kurtuluşun sembolüdür. Bu mitolojik mirasın İbrahimi dinler aracılığıyla günümüze kadar uzanan temel veri; Hz. Nuh’un Gemisi anlatısıdır. Büyük tufan felaketi sırasında, Hz. Nuh’un öncülüğünde kurtarılan canlılarla birlikte yaşanan bu kurtuluş, halkların ortak belleğinde Aşure Günü ile simgeleşmiştir. Bu gün; insanlık tarihinde bir dönüm noktası, felaketten kurtuluşun ve ortak yaşama iradesinin sembolü olmuştur.

Binlerce yıl boyunca mazlum halkların belleğinde yeşeren bir umut olarak aktarılan bu gelenek, yalnızca dinsel ya da mitolojik bir anma değil, aynı zamanda toplumlar tarihinde mazlum halkların yanında zulme karşı ortak dayanışma geleneğinin simgesel duruşu haline gelmiştir. Binlerce yıllık direnişin, umudun ve dayanışmanın simgesi olan Aşure günleri, mazlum halkların ortak hafızasında önemini korumakta; halklar arası kardeşliğin, eşitliğin ve dayanışmanın yaşamsal bir ifadesi olarak güncelliğini korumaya devam ediyor.

Tufan miti ve ona bağlı ritüeller, daha sonra Musevilik, Hristiyanlık ve İslam gibi semavi dinlerin kültürel ve dini mirasında da yer bulmuştur. Her biri bu tufanı farklı biçimlerde yorumlamış; ancak ortak paydada insanlığın kurtuluşu ve yeniden doğuşu temalarını işlemiştir. Bu kadim anlatı ve ritüeller, Raa Heq Aleviliği gibi inançlarda da önemli bir yere sahiptir. Alevi toplumun belleğinde Matem ayı ve Aşure etkinliği, yalnızca geçmiş felaketlerin hatırlanması değil; aynı zamanda insanlığın kendi arasındaki dayanışmayı, zülme karşı direnişi ve ortak kurtuluş umudunu temsil eder. Bu yönüyle Aşure, çok katmanlı bir tarihsel belleğin taşıyıcısıdır; mitolojik köklerinden günümüz inanç pratiklerine kadar uzanan bir kültürel ve inançsal sürekliliği ifade eder.

Raa Heq Alevi toplumunun bütün süreklerinde, “Yol Bir, Sürek Bin Bir” felsefesiyle kolektif hafızada direnişin simgesi olarak yaşatılır. Nuh tufanından bu yana süregelen bu günler, mazlum halkların tarih boyunca zulme karşı verdiği direnişin hafızadaki ifadesidir. Bu yönüyle Aşure, kadim mitolojilerden günümüz toplumsal mücadelelerine uzanan çok anlamlı bir özel günü temsil eder.

Orucun son gününde, kadim bir geleneğin izlerini taşıyan, on iki çeşit besleyici gıdanın bir araya gelerek pişirildiği Aşure çorbası, sadece bir yemek değil; dayanışmanın, paylaşmanın ve insanlık değerlerine değer kazanması anlamına gelir. Bu kutsal lokma, yoksullara dağıtılırken yalnızca karınlar doyurulmaz; aynı zamanda toplumsal vicdan, tarihsel hafıza ve ruhsal dayanışmada her zaman diri tutularak beslenir.

Aşure, farklı çeşitlerin bir potada birleştiği, çeşitlilik içinde birliği ve beraberliği simgeleyen bir semboldür. İçine konan her malzeme, bir acıyı, bir umudu ve yeni bir yaşamı temsil eder. Bu yönüyle Aşure, sadece bir dini ritüel değil, aynı zamanda insanlık tarihinin ortak acılarına verilen kollektif bir addır. Bu kutsal lokmalar eşliğinde yapılan dualarda, insanlığın çektiği acıların son bulması, barışın, adaletin ve merhametin egemen olması niyaz edilir.

Bu günler, Alevi toplumunun hafızasında direnişin ve ortak acılar karşısında bir araya gelmenin simgesidir. Oruç; sabır, arınma ve hakikate bağlılık anlamına gelir. Raa Heq / Hak Yol Aleviliğinde bu, 72 milleti bir nazarda gören, mazlumların onurunu savunanların duruşudur. Pişmanlığı ve teslimiyeti reddeder; özgürlük uğruna sınırsız mücadeleyi esas alır. Binlerce yıldır bu topraklarda tutulan Matem orucu, savaşların, zulmün ve acıların son bulması; halkların eşit ve özgür bir yaşam kurması için direnişin, barışın ve umudun ifadesi olarak bu ikrara sadakatle bağlı kalmaktır.

Raa Heq Alevi öğretisinde, canlıya kıymama ve kişinin kendi yetersizliklerinden arınması, bu özel günlerde yaşatılan temel ilkelerden biridir. Bu günlerde hak ve hakikatin yolu karşısında dara durulur; toplum ve doğa ile kurulan kutsal bağ üzerinden yaşam, varlık ve tüm canlar kutsanır. Yolun taşıyıcıları için doğada var olan her can, varlığın bir yansıması ve Hak nurunun bir parçasıdır. Bu nedenle Raa Heq toplumu, yılın bu günlerinde hiçbir canlının canına kıymama ve hiçbir canlıya zarar vermeme günleri olarak ilan eder. Bu günler, yalnızca sembolik değil; toplumsal ve bireysel vicdanın kendisini arındırması anlamını taşır. Raa Heq / Hak Yolu Aleviliği insanı merkezine alır ve insana ikrar verir. Bu ikrara sadakatle bağlanmak, yolun temel şartıdır. Yolundan dönen, bu inanç topluluğu içinde kendine yer bulamaz.

Bu kadim inançta, “Her can candır, Hakk’ın tecellisidir” ilkesi uyarınca; karıncadan insana, dağdan nehre, gökten toprağa kadar her varlık saygı, sevgi ve korunma hakkına sahiptir. Özellikle bu günlerde, yol erkânına bağlı her birey, nefsini dizginleme, benliğini sorgulama ve içsel arınmaya yönelme çağrısına kulak verir. Zira Raa Heq Yol erkânı, yalnızca dışsal ibadetlerle değil, aynı zamanda içsel devrim ve dönüşümle kemale erer. Bu günler, özünü dara çekme; yani kişinin kendi vicdanıyla yüzleşme zamanıdır. Geçmiş bir yılın pratiği, sözü, niyeti ve davranışları muhasebeye tabi tutulur. Her birey, “Ben bu yolun hakkını verdim mi?”, “Canlara, doğaya, topluma karşı sorumluluğumu yerine getirdim’mi?” sorularını kendine yönelterek, içsel bir hakikat yolculuğuna çıkar.

Raa Heq Alevi toplumu, bu anlamda bu günleri nefisin, arınmanın, kötülüğü reddetmenin ve Hak ile yeniden buluşmanın günleri olarak ele alır. Bu süreçte kutsal ziyaretgahlar, Ocaklar, dağlar, sular ve tarihsel mekanlar önünde özüyle dara durmak, bir sembol değil; hakikatle yüzleşmenin ve yeniden dirilişin en sade ritüelidir. Birey, şahsında dile gelen sadece birey olarak değil; tüm toplumun vicdanı, sesi ve sözü olarak o dara durur. Bu özel zamanlar, sadece bireysel bir arınma değil, aynı zamanda toplumsal hafızanın, kolektif ruhun ve hakikat Yolun kendisini yanlışlardan arındırma ve toplumsal sorunlara çözüm bulmak için kendisini eğiterek yenilenme süreci olarak ele alır.

İnancın özü, bir canı incitmek, tüm doğayı ve toplumu incitmektir ilkesi, bugünlerde bir kez daha yaşam bulur. Her can, bu ilkeyi kendi yaşamında hayata geçirerek hem hatırlatır hem de yeni bir yaşam ahlakı olarak önce kendisinde başlatarak, çevresini örgütleyerek topluma yayar. Raa Heq Aleviliği, bu günleri yalnızca bir yas tutma pratiği olarak değil; Hakikatle yeniden buluşma, Yol’a sadakatle sarılma ve Hak ile bir olma süreci olarak görür. Her can, geride kalan bir yılın pratiğini sorgular; içindeki karanlığı arındırır, özüne döner ve varlığını Hakk’ın nurunda yeniden kurar.

*****

Matem Orucu, kaybedilen canlar için tutulan bir yas geleneğidir. Tarihsel zamanın ötesine uzanan bu gelenek, Nuh Peygamber’den günümüze dek mazlum halkların hak, adalet ve hakikat uğrunda verdikleri mücadelenin ruhsal sürekliliğini taşır. Bu oruç, yalnızca bir ritüel veya yas ifadesi olmayıp; insanlık vicdanının adalet, özgürlük ve hakikat arayışında aldığı kadim bir biçimdir. Zulme ve baskıya karşı sessiz bir haykırış olan Matem günleri, halkların hakikate sadakatle bağlı kalmasının ve bu bağlılığı toplumsal bilinçle ifade etmesinin simgesidir. Bu yol, dünyevi zulmün ötesinde insanlığın anlam arayışına dair derin bir duruştur ve tarih boyunca taşınan adalet idealinin kutsal bir hatırlatmasıdır.

Matem Orucu, halkların vicdan muhasebesi yaparak adaletsizliğe karşı iradesini güçlendirdiği ve toplumsal birliği inşa ettiği bir direniş biçimidir. Bu muhasebe, demokratik toplum paradigması etrafında birleşerek özgürlükler yolunda ruhsal ve düşünsel bir bütünlük yaratır. Yas günleri, tarihsel bellekte birliği, direnci ve kararlılığı simgeler. Hakikat Yoluna bağlılıkla insan-ı kamile ulaşma çabasının bir yöntemi olan bu oruç, sadece geçmişi anmakla kalmayıp özgürlük mücadelesini ruhsal disiplinle geleceğe taşıyan bir duruştur. Bu duruş; binlerce yıllık batıni bilgeliği içinde hakikati dile getirme ve yaşatma biçimidir.

Doğa felaketlerinde veya halkların özgürlük mücadelelerinde yaşamını yitirenlerin anıları, her yıl yeniden tazelenerek toplumsal bellekte canlı tutulur. Bu bağlılık, onların değerlerini yaşatarak tarihsel varlığımızı sürdürmenin yoludur. Nuh Tufan’ından günümüze, adalet arayışında zalimin karşısında dimdik duran ve bu uğurda can verenlerin çığlığı, halkların kolektif vicdanında yankılanmaya devam etmektedir. Yassı (Matem) ise sadece Kerbela’da katledilen mazlumları değil, tarih boyunca zulme, inkara ve baskıya boyun eğmeyen tüm hakikat savaşçılarını kapsayan evrensel bir direniş olan hafıza mekanıdır.

*****

Matem günleri olan bu ayda, zalime karşı çizilen net duruş, Hak ve Hakikat yolunda yürüyenlerin iradesini pekiştiren toplumsal bir hafıza çağrısıdır. Bu duruş, iradeyi güçlendirerek direnişi kutsar, halkların Demokratik toplum paradigması etrafında bir araya gelmesini sağlar. Gönülden kurulan birlikler ve toplumsal dayanışma ile düşüncede, ruhta ve eylemde birleşerek, özgür bireyden özgür topluma ulaşmayı hedefleyen bir sistemi temsil eder. Bu bağlamda, Matem olan bu günler zalime karşı çizgisel bir duruşu simgeler. Zalime karşı Dava ve Yol öncülerinin Hak ve Hakikate sadakatle bağlanma yolunu sürdürmek, toplumsal hafızayı sürekli canlı tutmak anlamına gelir.

Bu yolun öncüleri, yalnızca kendi çağlarının değil, insanlık tarihinin hak ve hakikat arayış çılarıdır. Mazlum halkların yolunda canlarını feda edenler; Mani’den Sahabettin Sühreverdi ’ye, Hallac-ı Mansur’dan Seyyid Nesimi’ye, Baba İlyas ve Baba İshak’tan Pir Sultan Abdal’a, Seyit Rıza’dan Dersim’in isyancı dervişlerine kadar uzanan bu hakikat zinciri; halkların ortak hafızasında yan yana durmakta ve Matem günlerinde ete kemiğe bürünmektedir.

Bu yönüyle Matem Orucu ya da matem günleri, yalnızca inançsal bir ritüel olmanın ötesinde; tarihsel, siyasal ve etik bir bilincin ifadesidir. Aynı zamanda halklar arasında kurulan gönül köprüsünün ve ezilenlerin hakikat yolculuğunun simgesidir. Günümüzde halkların eşitlik, özgürlük ve adalet talepleri, mazlum halkların kanı, canı, emeği, gönlü ve sessiz duygularıyla birleşerek, Demokratik Toplum Paradigması çerçevesinde özgür birey ile özgür toplum yaratmanın evrensel bir düşünce biçimine dönüşmüştür.

Raa Heq Aleviler, tüm sürekleriyle birlikte bu yolu kesintisiz bir şekilde sürdürebilmek için büyük zorluklara ve yoksulluklara rağmen can pahasına mücadele etmiş; geçmiş tarihsel bağları sözlü tarih yöntemiyle gelecek kuşaklara aktarmayı amaçlayarak, bu yolu bir hakikat köprüsüne dönüştürmeyi hedeflemişlerdir.

Böylece, tarihte yaşanan acıların bir daha tekrarlanmaması için günümüzde süren hak mücadelesinin ruhu canlı tutulur. Bu mücadele, insanlık tarihinin derinlerine kök salmış bir direniş geleneğinin parçasıdır. Gılgamış Destanı’ndan başlayarak, Zerdüştlük ve günümüze kadar uzanan Raa Heq Aleviliği gibi kadim inanç sistemleriyle şekillenen bu kültürel miras, Şii, Caferi toplumun direnişinde de kendini göstermiş; zamanla kolektif hafızada güçlü bir direniş günlerine dönüşmüştür. Bu kültürel ve inançsal süreklilik içerisinde, Aşure Günü hem tufan sonrası kurtuluşun ve yeni yaşamın simgesi, hem de sonrasında gelişen zulüm düzenine karşı direnişin, toplumsal hafızanın dayanışma temelinde, adalet arayışının canlı tutulduğu kutsal bir gün olarak anlam kazanmıştır.

*****

Tarih boyunca halk topluluklarının belleğinde önemli bir yer tutan 680 yılında Kerbela çölünde yaşanan trajik olayda, Hüseyin, Emevi halifesi Yezid’e biat etmeyi reddetmiş; ailesi ve 72 yakınıyla birlikte, günler süren kuşatma, susuzluk ve işkencenin ardından vahşice katledilmişler. Bu facia, yalnızca İslam tarihi açısından değil; insanlık hafızasında adalet, özgürlük ve vicdanın evrensel simgesi olarak yerini almıştır. Kerbela’da yaşananlar, görünüşte çoğu yaşlı ve çocuk olan 72 kişinin, 70 bin kişilik bir orduya karşı verdiği mücadele gibi görünse de; bu direnisin özünde, zorbalığa karşı adaletin, teslimiyete karşı hakikatin, baskıya karşı direnişin sarsılmaz manifestosudur.

Emevî iktidarının saltanata dönüşen otoriter yönetimi, Muaviye’nin ardından Yezid’in hilafeti devralmasıyla yeni bir boyut kazanmıştır. Toplumsal muhalefet bastırılmış, Ehl-i Beyt ve onun etrafında şekillenen hakikat odaklı duruş sistematik baskılara maruz kalmıştır. Bu bağlamda Hüseyin’in direnişi, bireysel bir inanç tercihi olmanın ötesinde, tarihsel bir direniş ve insanlık onurunun simgesi haline gelmiştir. Hüseyin’in dünyevi imkânları reddederek hakikatin yanında yer alması, sadece tarihsel bir kırılma değil, evrensel bir vicdan çağrısıdır. Onun direnişi, halkların kendi kaderlerini tayin etme iradesinin ifadesi olmuş ve mazlumlar için yol gösterici bir pusulaya dönüşmüştür.

Raa Heq / Alevi inanç sistemi açısından Kerbela, sadece anılması gereken bir olay değil; aynı zamanda toplumsal adalet, eşitlik ve özgürlük ilkeleriyle doğrudan ilişkili bir direniş mirasıdır. Raa Heq Kızılbaş Aleviler, bu mirasın özünü yaşatmış, Kürdistan’ın özgür dağlarında özünü koruyarak günümüze taşımışlardır. Yas-ı (Matem) yalnızca bir yas değil; tarihsel belleğin, inançsal duruşun ve halkların adalet arayışının ifadesidir.

Bugün milyonlarca Şii, Caferi toplumu, on iki gün süren Matem orucuyla Kerbela şehitlerinin anısını yaşatmakta ve çağımızdaki adaletsizliklere karşı direniş bilincini tazelemektedir. Bu oruç, adaletin sadece geçmişe ait bir ideal olmadığını, günümüzde de yaşamsal bir zorunluluk olduğunu hatırlatan güçlü bir çağrıdır. Sadece bir ibadet olmanın ötesinde, toplumsal vicdanı inşa eden ve tarihsel belleği canlı tutan bir direniş geleneğidir. Bu direniş geleneğine katılan bütün halkların direniş mücadelesi açımızda çok kıymetli olduğunu belirtmek durumundayız.

Toplumsal hafızada derin izler bırakan katliamlar; Koçgiri, Hani, Ağrı, 1937-38 Dersim, Maraş, Malatya, Çorum, Tokat ve Amasya katliamlarında zalime boyun eğmeden yaşamını yitiren on binlerce insanın katledilmesi ve yine on binlercesinin zorla yerlerinden edilip sürgüne gönderilmesi, Alevi topluluklarının hafızasında derin yaralar açmıştır. Bu acı tarihsel süreçler yalnızca bireysel anılarda değil, toplumsal bellekte ve ritüel pratiklerde de yaşamaya devam etmektedir.

Alevi toplumu, yaşanan büyük trajedilerin izlerini cem törenlerinde, deyişlerde, sözlü anlatılarda ve erkânlarda yaşatmış; yaslarını direniş hafızasına dönüştürerek kuşaktan kuşağa aktarmıştır. Bu hafıza yalnızca geçmişin yası değil, aynı zamanda günümüz ve geleceğe yönelik, adalet, hakikat ve direnişin taşıyıcısı olmaktadır.

Matem orucu tutulan bu günler, her canın kendi nefsiyle yüzleştiği ve hakikate yaklaştığı kutsal bir zaman dilimidir. Bu süreç, nefsin arındığı; kibir, öfke ve benliğin sükûna erdiği bir içsel dönüşümü ifade eder. Her can, bu günleri bireysel bir yas değil, toplumsal bir sorumluluk, ruhsal bir arınma ve evrensel bir barış çağrısı olarak yaşar. Bu kutsal süreçte hiçbir canlının incitilmediği, lokmaların yoksullarla, yetimlerle paylaşıldığı; taşın, toprağın, ağacın, kurdun ve kuşun bile rahmete alındığı bir hakikat düzeni arzulanır.

Raa Heq / Hak Yol Kızılbaş Aleviliği, köklerini komünal örgütlenmeden, iradeli duruştan ve eşitlikçi yaşam pratiğinden alır. Bu yol; hoş görüyü, insan sevgisini, birlikte üretip adilce paylaşmayı esas alır. Demokratik Alevi Federasyonu (FEDA) olarak, kadim ve ruhani bir çağda bir kez daha dile getiriyoruz: Tüm canlıların yaşam hakkı kutsaldır. Bizim için taş da, ağaç da, kurt da, kuş da Hakk’ın tecellisidir; varlığın her zerresi mukaddestir. Sesi kısılmışın sesi, dili yok sayılanın dili olmayı yalnızca bir hak değil, aynı zamanda vicdani bir sorumluluk olarak görüyoruz. Diliyoruz ki savaşlar dursun, zulüm son bulsun, acılar dinsin. Çünkü adaletin, barışın ve özgürlüğün hüküm sürdüğü bir dünya, Hak Yolu’n yeryüzündeki yansımasıdır. Raa Heq ’in ışığıyla insanlık onurunu savunmaya, yaşamı kutsamaya ve hakikatin izini sürmeye devam edeceğiz.

Mezopotamya ve Ortadoğu halklarının ortak belleğinde yer alan Aşure, insanlığın, doğanın ve tüm canlıların zulümden kurtuluşunun, halkların özgürlük temelinde bir araya gelişinin ve eşit yaşam arayışının haline gelmiştir. Kadının yaratıcı yetenekleri ve emeğiyle hazırlanan Aşure, doğayla kurulan ekolojik bağın ve kadının yaşam döngüsündeki merkezi rolün görünür ifadesidir. Hızır ise tarihten bugüne darda kalanların umudu, yolunu kaybedenlerin rehberi ve karanlıkta kalanların ışığı olmuştur. Onun sembolize ettiği yardım, dayanışma ve yol göstericilik, günümüz insanı için ilham vericidir.

Aşure’nin çok kültürlü anlam dünyası ile Hızır’ın evrensel adalet ve merhamet çağrısıyla örülen bu kadim gelenekler; halkların barış, eşitlik ve özgürlük temelinde yeniden buluşmasına, demokratik toplum ideallerinin güçlenmesine ve halklar arasında dayanışmanın derinleşmesine vesile olsun.

Hızır, darda olan insanlığın umudu, karanlıkta yolumuzu aydınlatan ışık olsun.

İlk Semah Dergisi’nde yayınlanmıştır…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Diğer Yazılar