Avrupa’da kadın olmak başlı başına zorken, bir de Alevi kimliğini taşımak, Kürt dilinin mirasçısı olmak… Bu yük, sadece bireysel bir sorumluluk değil; aynı zamanda kolektif bir tarih ve gelecek meselesidir. Göç hikâyemiz, ekmek parası arayışından ibaret değildir. Bu hikâye, kimliğini koruma, inancını yaşatma ve kültürünü yeni kuşaklara aktarma direnişidir.
Bugün Avrupa’nın sokaklarında yaşayan binlerce Alevi Kürt kadının hikâyesi, aslında bir direnişin sessiz çığlığıdır. Ne tam Avrupalı olabildik ne de özümüzden kopmadan yaşayabildik. İki dünya arasında sıkışmış bir kuşağız. Ama tam da bu sıkışmışlık, kimliğini savunmayı, varlığını korumayı bir yaşam felsefesi haline getirdi.
Kadın olmak burada da kolay değil. “Özgürlük” dendiğinde vitrinlerde çok şey gösteriliyor; fakat görünmez duvarlar hâlâ dimdik karşımızda. Bir de Kürt ve Alevi kimliğini sahipleniyorsan, o duvarlar daha da kalınlaşıyor. Çünkü mesele sadece kadın özgürlüğü değil; asimilasyona, kimliksizleşmeye ve kültürel yok oluşa karşı direnmek.
Bugün içinde bulunduğumuz süreç bize bir kez daha gösteriyor: Kimliğini korumak, barış mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Barış, sadece savaşların bitmesi demek değildir; barış, dilimizin özgürce konuşulduğu, inancımızın baskılanmadığı, kadınların eşit yurttaş olduğu bir yaşamı kurmak demektir. Avrupa’da verdiğimiz mücadele, Türkiye ve Kürdistan’da yürütülen barış mücadelesiyle doğrudan bağlantılıdır. Çünkü biz buradaki varlığımızla, çocuklarımızı diline ve kültürüne bağlı yetiştirerek, bu barış sürecinin diasporadaki taşıyıcıları oluyoruz.
Anneler için yük çok daha ağır. Çocuğunu bir yandan çok kültürlü bir ortamda yaşatmak, diğer yandan kendi inancına, diline ve kültürüne bağlı yetiştirmek… İşte bu çaba, her gün yeniden verilen küçük ama büyük bir direniştir. Çünkü biliyoruz ki, barış yalnızca masa başında yapılacak anlaşmalarla gelmez. Barış, günlük yaşamın içinde, evde, okulda, işte, sokakta üretilir.
Bugün sorumluluğumuz büyük: Kadın mücadelesini büyütmek, Alevi kimliğini sahipsiz bırakmamak, Kürtçe’nin ve kültürümüzün yaşatılması için direnmektir. Barış sürecine katkımız da buradadır. Çünkü kimliğini koruyan bir toplum, barışın en güçlü teminatıdır.
Bizim hikâyemiz, göçmenlikten çok daha fazlasıdır. Bu, geleceğimizi kaybetmeme mücadelesidir. Eğer birleşirsek, eğer kadın olarak omuz omuza verirsek, eğer kimliğimizi sahiplenirsek, barışı biz kurabiliriz. Çünkü barış, en çok kadınların ellerinde yükselecek.