Önder Öcalan tam otuz iki yıl önce bu sözü söyledi!
Bugün, bu sözü anlamak için ilk Ateşketen bugüne kadar gelen süreci ve esas olarak da Önder Öcalan’ın çabalarıyla gelişen, deyim yerindeyse iğneyle kuyu kazar gibi açmak istediği barış ve uzlaşı yolunu hatırlamak, hafızamızı tazelemek yararlı olur.
Yüz yılların sorunu olan Kürdistan meselesinin çözümüne kim, “evet” diyor, kim, “hayır” diye ısrar ediyor? Bu sorunun cevabı bugün çok açıktır; çünkü artık toplumun büyük çoğunluğu Kürtleri haklı buluyor, özgürlük mücadelesini destekliyor.
Zira, Önderin düşünceleri ve Özgürlük Hareketi küresel bir boyut kazanmıştır.
Geniş anlamda tolpum barış istiyor!
Ve Kürt halkı Önder Öcalan, „temsilcimiz, irademizdir“ diyor. Türk devleti özünde hala Kürdün iradesini tanımayı içselleştirememiştir.
Nitekim son açıklamalardan da anlaşıldığı kadarıyla yapılan görüşmelerin çok sınırlı bir kısmı kamuya yansımakta ve Türk devleti gelişmeleri, geniş halk kesiminden gizlenmektedir.
Önder Öcalan’ın geliştirdiği irade Ortadoğu’daki ulus devletler için bir şanstır. Türk devleti için ise belki de son şanstır.
Dokuz-on aylık gelişmelerden sonra Kürdistan üzerine siyaset yapan bütün güçler güzergahlarını değiştirtirmek zorundadırlar.
Türk devleti Kürtlerin kazanımlarını hedef almamalı!
Türk devleti bütün eforunu Kürtlerin kazanımlarının yok edilmesine harcanmaktadır. Bu nedenle Rojava’da inşa edilen komünal sistemi hedef almaktadır. Bütün dış politikasını, diplomasi çalışmasını Kürtlerin bir statüye kavuşmaması üzerine bina etmektedir.
Kürt Türk barışmasına kapıların aralanmaya çalışıldığı bu aşamada hem içerdeki baskıcı anti demokratik uygulamaları hem de dış politikasının buna zarar verdiği, bu siyaset, dönemin ruhuna uymuyor ve barışa hizmet etmiyor.
Ülkenin demokratikleşmesini isteyenler Önder Öcalan‘la buluşmak zorunda! Bu, otuz iki yıllık bir kayıbın giderilmesi olacaktır. Ve bu otuziki yılda yaşanan kayıpların sorumlusu da Türk devlet yöneticileridir. İlk Ateşkesten bugüne karşılıklı insan kaybı dörde-beşe katlandı. Bu kayıpların sorumlusu, sorumsuzca davranan Türk Devletinin Cumhurbaşkanları, başbakanları ve hükümetleridir!
Zira bugün, „görünen köy kılavuz istemez“ misali, özünde Erdoğan şahsında inkarcı, tekçi, Kemalist politikaların bitişi yaşanmaktadır. Türk egemenleri arasındaki klikleşme ve kavga bundandır. Artık lafla peynir gemisi yürümüyor ve bir daha denize açılamaz bir şekilde karaya oturdu.
Kürdü „bitirme“ politikasından artık vazgeçme zamanıdır!
Türk Cumhurbaşkanı Turgut Özal Önder Öcalan’la Diyaloğa Geçiyor!
Bu ülkeye barışın gelmesi için başta Önder Apo olmak üzere, Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı canla başla çalıştı, çalışıyor.
Önder Öcalan barış için ilk adımı 1993 yılında attı. 1993’te barış için atılan adım özünde karşılıklıydı. Türk devlet Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Celal Talabani’yi elçi olarak Önder Öcalan’a göndermiş ve böylece diyaloga geçmişti. Turgut Özal, çözüm istemeyen klik tarafından öldürüldü ve Özal’ın öldürülmesiyle süreç, barış karşıtlarınca sabote edildi ve barış görüşmeleri diyalog düzeyini aşamadan sonlandı.
Önder Öcalan onlarca yıldır; “Türk devleti asla bu savaşı kazanamaz, Kürt soykırımını sonuca götüremez” diyor. Kürt halkı da, barış masasını deviren devlet temsilcileri için; “Eninde sonunda Önder Öcalan’ın ayağına/kapısına gidecekler” diyordu.
Bugün yeniden Kürt-Türk barışı gündemdedir, bu kez de otur iki yıl önce olduğu gibi yine barış talebi doğrudan devlet tarafından gündeme getirilmiştir. Devleti temsilen MHP lideri Devlet Bahçeli, “PKK Kurucu Önderi Öcalan gelsin TBMM’de, DEM parti grup toplantısında konuşsun” diyerek Önder Öcalan’a çağrı yapmış ve Önder Öcalan da bu çağrıya cevap olmuştu.
Önder Öcalan 1993 yılında ilk Ateşkesi ilan ettikten bugüne kadar tarihsel nitelikte adımlar attı. 1998 yılında Avrupa’ya çıkışının temelinde de Kürt Türk barışı vardı. Bunlara; 1999 yılında gerillayı sınır dışına çekmesini, biri kırsaldan biri de Avrupa’dan iki “Barış ve Demokratik Çözüm Grupları,” 2009 yılında da hem gerilladan hem de Mahmur Kampındaki yurtseverlerden oluşan bir Barış Grubu daha gönderilmesini, Oslo’da yapılan barış görüşmelerini ve en son 2013-2015 tarihleri arasında İmralı’da Önder Öcalan ile yapılan resmi görüşmeleri örnek verebiliriz. Bunlar tarihi fırsatlardı, hepsini Önder Öcalan hazırladı. Türk devleti hep oyalama yolunu tercih etti.
Önder Öcalan’ın bu çalışması, bu samimiyeti, bu ısrarı, görülmeli, bilinmeli, bilince çıkarılmalı.
Önder Öcalan; 27 Şubat 2025 tarihinde yaptığı, “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ve ardından açıkladığı “Demokratik Sosyalist Toplum Manifestosu,” Kürt halkı ve dostları, sayıları milyonları bulan yürüyüşlerle, mitinglerle, yine Newroz’da büyük bir coşkuyla sahiplendi. Dünyanın önde gelen teorisyenleri, filozofları, Nobel Ödülü almış 89 insanın da aralarında olduğu yüzlerce bilim insanı, binlerce hukukçu, Önder Öcalan’dan “ilham aldıklarını” beyan etmekte ve bir an önce fiziki özgürlüğüne kavuşmasını istemektedirler.
Türk Devleti De Clark’ını Arıyor!
Bu başlık; değerli Kürt yurtseveri ve ilk defa TBMM’de etnik kimliği ile Kürt Halkını temsil eden milletvekili grubunun önemli isimlerinden Orhan Doğan’a ait. 18 yıl önce Kürt-Türk barışına ilişkin Hürriyet gazetesinde tam sayfa röportajı yayınlanmıştı.
“Türk devleti De Clark’ını Arıyor” demişti.
Orhan Doğan’ın röportajının Hürriyet Gazetesinde yayınlandığı gün ben de “Barış ve Demokratik Çözüm Grubu” üyesi olarak Evrensel gazetesine konuşmuştum. Evrensel Gazetesinde neşredilen açıklamamda, özet olarak şöyle demiştim: “Bugün Barış talebini toplumsallaştırmalıyız! Bu en acil ve temel görevlerimizden birisidir. Çünkü her gün ülkeye karşılıklı onlarca cenaze geliyor. Bu savaşı artık sonlandırmak gerekiyor, vb.” açıklamalarda bulunmuştum.
Orhan Doğan yoldaş telefon üzeri benimle konuştu; çok heyecanlı ve umutluydu. Unutmadım söylediklerini, özet olarak şunu söyledi: “Yoldaşım, adeta, beni tamamlamışsın” dedi.
Orhan Doğan, aynı yıl (2007) Doğu Bayazit’te, Ahmed’i Xani Kültür Festivalinde açılış konuşması yaparken kalp krizi geçirerek talihsiz bir şekilde aramızdan ayrıldı, anısı önünde saygı ile eğiliyorum!
De Clark, Güney Afrika ülkesini işgal eden sömürgeci İngiltere’nin temsilcisi, yani bir sömürge valisiydi, azınlığı temsil ediyordu. Güney Afrika nüfusunun % 8,9’u Beyazdı ve bu nüfus İngiliz işgalcilerinden oluşuyordu, geri kalan çoğunluk siyahi yerli Güney Afrika halkıydı.
Güney Afrika halkı ANC önderliğinde, İngiliz sömürgeciliğine ve onun temsilcisi Beyaz De Clark yönetimine karşı onlarca yıl mücadele etti. 80’li yılların sonunda Papaz Dezmond Tutu’nun sorumluluğunda oluşturulan bir Barış Heyeti, De Clark yönetimi ile ANC arasında, ara bulucu oldu, barış görüşmelerini başlattı ve yönetti. Ara bulucu heyetin yaptığı görüşmeler sonunda De Clark, başta ANC olmak üzere Apartheid yönetimine karşı bağımsızlık mücadelesi veren örgütlere konan yasakları kaldırarak siyasi reformlar yaptı. Ve Apartheid yönetimi 26 yıl sonra Nelson Mandela’yı serbest bıraktı. (11 Şubat 1990.)
Mandela; 1994 yılında yapılan genel seçimlerde de Cumhurbaşkanı seçildi.
Türk devleti 1995 yılında, Mandela’ya „Büyük Atatürk Ödülü“ vermek için davet etmişti. Mandela, „Siz Kürt halkını katlediyorsunuz“ diyerek daveti ve ödülü reddedmişti. Türk devleti Mandela’nin bu çıkışından sonra o ödülü bir daha vermedi, kaldırdı.
„Güney Afrika Önder Öcalan’a sığınma hakkı vermeye hazırdı!“
Yıllar önce deneyimlerini anlatması için, Nelson Mandela‘nın avukatı ve Uluslararası Barış Delegasyonu Başkanı olan Essa Moosa’yı Barış Meclisi olarak Türkiye’de bir konferansa davet etmiştik.
Essa Moosa, „PKK lideri yoldaş Önder Öcalan’ın yakalanmadan önce Güney Afrika’ya ulaşması halinde sığınma talebini kabul etmeye hazırdık“ demişti ve devamlla:
“Yoldaş Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye teslim edilmeden önce uluslararası komplocu güçlerin baskısıyla Öcalan’ın siyasi sığınma talebine destek vermediğini, kabul etmediğini, bu nedenle Öcalan, o ülkeden bu ülkeye geçmeye başladı ve hiç bir ülkeden sığınma hakkı alamadı. Güney Afrika bunu yapmaya hazırdı ancak yoldaş Öcalan Güney Afrika’ya gelmenin bir yolunu bulamadı. Maalesef Güney Afrika’ya ulaşamadan Kenya’da yakalandı ve Türk yetkililere teslim edildi. Eğer, Öcalan Güney Afrika’ya ulaşabilseydi hikâye farklı olabilirdi,”demişti.
Bu değerli yoldaşın yaptığı tespitler elbette doğrudur, ancak Önder Öcalan zaten Güney Afrika alternatifini düşünmüş ve gitmek istemişti. Fakat gidiş yolu komplocu uluslaraarsı güçlerce, daha doğru bir tanımlama ile söylersek kastik katiller tarafından kapatılmıştı.
Nelson Mandela nasıl serbest bırakıldı? Bırakılma koşulları nasıl yaratıldı?
De Clark yönetimi ve Desmod Tutu’nun sorumluluğunda oluşan arabulucu heyet, Nelson Mandela’yı bırakmak için bir yol ararıyprdu. Bu arayış sonunda, ömür boyu hapis cezası alan tutsaklara; „Bir gün dışarı çıkacağı günün olacağını bilmesi, bu umutla yaşama hakkının tanınması ve bir siyasi tutsağın, 25 seneden daha fazla zindanda kalmaması gerektiği“ yasasını çıkardı. Bu yasaya dayanarak, Mandela önce ev hapsine alındı, ardından da serbest bırakıldı.
Bu şart bir ilke olarak kabul edildi, uluslararası hukuka dönüştürüldü ve bir BM ilkesi olarak kabul edildi.
Türkiye’nin de tabi olduğu bu ve benzeri BM ilkeleri, başta Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan olmak üzere bütün siyasi tutsaklara için uygulanması gerekir, ama uygulanmıyor. Yapılan başvurular sonucu, AİHM geçen yıl bu konuyu gündemine almış ve Türk devletine, AİHM kararlarını uygulaması için bu yılın Eylül ayına kadar süre tanımıştı. Verilen sürenin sonuna gelindi.
Dünyanın ilerici insanlığı Türk devletinin Kürt Halk Önderine, Kürt halkına zalimce dayattığı Soykırımı biliyor. Bu nedenle tutum alıyor.
Kürt halkı ve dostları, dünyanın önde gelen hukukcuları, filozofları, insan hakları kuruluşları, sivil toplum örgütleri, bir BM ilkesi olarak kabul edilen Mandela’ya uygulanan şartların Önder Öcalan’a ve diğer bütün siyasi tutsaklara uygulanmasını istemektedirler. Bunun, Kürt Türk barışmasında çok önemli rol oynayacağı, hatta mihenk taşı olacağını yüksek sesle söylemektedirler. Çok açık olan bu insani isteme kulaklar tıkatılmamalıdır.
Önder Öcalan ve Mandela (Kürdistan-Güney Afrika) Karşılaştırması Yapılıyor!
Güney Afrika lideri Nelson Mandela ve Önder Öcalan’ın esaret koşullarında benzerlikler olsa da aynı olmadığı ve Önder Öcalan’ın gerek zindan koşulları ve gerekse de zindan yönetimi açısından tabi tutulduğu uygulamalar Mandela’nın tabi olduğu, koşulları katbekat geride bıraktığı, Önder Öcalan’ın çok daha ağır bir tecrit ve izolasyona tabi tutulduğu bütün dünyanın gözü önündedir.
Mandela, barış görüşmeleri başlayınca ANC yöneticileri de dahil istediği bütün insanlarla görüşebiliyordu. Önder Öcalan hala tecrit ve izolasyon ortamında tutuluyor, koşulları düzeltilmiyor. Avukatları ile dahi görüştürülmüyor. Önder Öcalan, bu ağır zindan koşullarında barışa giden yolu açmaya devam ediyor.
Önder Öcalan, devletin çağrısı üzerine kurduğu örgütü feshettirdi, silahlı mücadeleyi durdurdu.
Türk devleti, bu tarihsel adıma karşılık henüz bir adım atmış değil, üstelik hem içerde hem de başta Rojava olmak üzere dışarıda Kürtlerin kazanımlarını hedef almaya devam etmektedir.
Türk devleti, bunlarla da sınırlı kalmıyor, gerilla alanlarını aralıksız bombalıyor, demokratik zeminde mücadele eden siyasetçiler tutuklanıyor, belediyelere kayyum atamaya, belediye başkan ve yöneticileri tutuklanmaya devam ediyor.
“(…) Barış ve Demokrasi” Komisyonu’nun Kürtçeye tahammülsüzlüğü!
TBMM’de, barışa giden yolu açmak üzere, iktidar ve muhalefet partilerinin de katıldığı bir komisyon kuruldu.
Komisyonda, Barış Annelerinin Kürtçe kendini ifade etmelerinin kabul edilmemesi, toplum üzerinde olumsuz yansımaları olduğunu, umutsuzluk yaydığını görmek gerekiyor. Anadil, toplumların yaşamını ifade eder, anadilin yasaklanması, o halkın/halkların yaşamına kastetmek anlamı taşıdığı unutulmamalı.
Anadilini kabul etmediğiniz bir halkla nasıl barışacaksınız? Bu halk size nasıl, neyinize güvensin? Türk devleti, yarım asrı aşan bir özgürlük mücadelesi ile karşı karşıya ve bu mücadelenin temelinde de kimlik ve anadilin olduğunu unutuyor.
Önder Öcalan, “Demokratik Sosyalist Toplum Manifestosu’nu” açıklarken önemli bir konuya dikkat çekti! Bu tarihsel adımı atarken yüz yılların sorunu çözmek istediğini, ancak toplumsal barışı hazzedemeyenlerin olacağına dair uyarılarda bulunmuş ve darbe mekanizmasının devreye girebileceğine önemle işaret etmişti.
Önder Öcalan’ın bu uyarısının ne kadar isabetli olduğu kısa sürede açığa çıktı!
Barışın öncü militanlarından Sırrı Süreyya Önder’in ani ölümü bir suikast kuşkusunu hala gündemde tutmaktadır.
Türk devletinin De Clark’ı Bahçeli mi, Erdoğan mı, Özel mi?
Erdoğan’ın De Clark rolünü yerine getirmeme ihtimali yükseliyor, zira ikinci parti konumuna düşmüş, yıllardır darbe mekaniğiyle iktidarını sürdürmektedir. Kürt inkârından vazgeçmiş değildir. D. Bahçeli ise söylemlerinin pratikleşme şansı ne kadardır, Erdoğan’ın direncini aşabilir mi?
Özgür Özel bu tarihsel iradeyi gösterir mi? Bu görevi omuzlayabilir mi? Daha yalın ifade ile Willi Brand’ın Yahudilerden özür dilediği gibi, Türk devleti adına, Kütlerden özür dileyebilir mi?
Özgür Özel liderliğindeki CHP ürkekçe davranmasa, barış ve demokratikleşme mücadelesini daha cesur geliştirebilse, Önder Öcalan‘ın karşısına bir muhatap olarak çıkabilir.
Sonuç olarak, Kürt Halk Önderi Öcalan ve örgütünün yarattığı bu samimi zemin Türk devleti için büyük bir şans olmaktadır, belki de son şans!