Geçtiğimiz günlerde sanatçı Sebahat Akkiraz’ın Talat Paşa’ya övgüler dizmesi, Alevi toplumu açısından derin bir yara açmıştır. Talat Paşa, Türk devletinin hâlen sürdürdüğü soykırımcı politikanın mimarlarından ve İttihat ve Terakki’nin önde gelen şeflerinden biridir. Onun adı, Cemal Paşa ve Enver Paşa ile birlikte 1915 soykırımıyla, sürgünlerle ve Kürt Alevilere yönelik asimilasyon politikalarıyla anılmaktadır.
Bir Alevi sanatçının, hele de bir kadın sanatçının, insanlığa karşı suç işlemiş bir soykırımcıyı övmesi daha da acı vericidir. Çünkü Alevi inancı, kadın eksenli bir inançtır; kadına değer veren, onu yücelten tek inançlardan biridir. Böyle bir inancın mensubu olan bir kadının Talat Paşa’yı yüceltmesi, Alevi inancına aykırıdır ve Alevileri derinden yaralamıştır. Halkların celladını bir kahraman gibi anmak, Alevi yoluna ihanettir. Zira Alevilik, zulme karşı mazlumdan yana saf tutmayı emreder. Talat Paşa’yı sahiplenmek, mazlumların değil zalimlerin yanında yer almak demektir. Bu, Aleviliği devletin tekçi ideolojisine yamalamaktır.
Sebahat Akkiraz’ın açıklamalarının hemen ardından bu kez müzisyen Erdal Erzincan, “Aleviliğin ibadet dili Türkçedir, Kürt Alevi ya da Türk Alevi yoktur” sözleriyle gündeme geldi. Bu söylem, devletin yıllardır Alevilere dayattığı asimilasyoncu politikanın yeniden üretilmesinden başka bir şey değildir.
Doğrudur; Aleviliğin “hal dili” evrenseldir, gönüllerin ortak dilidir. Ancak bu gerçek, halkların anadillerini yok saymanın bahanesi olamaz. Dersim’de, Koçgiri’de, Maraş’ta Kürtçe ve Zazaca nefesler söylenmiş; Arap Aleviler cemlerini kendi dilleriyle yürütmüş; Türkçe nefesler de aynı zenginliğin parçası olmuştur. “Aleviliğin ibadet dili yalnızca Türkçedir” demek, bu tarihsel mirası inkâr etmek ve tekçi zihniyeti meşrulaştırmaktır.
Alevi geleneği, yüzyıllardır iktidara karşı direnişin sembolü olmuştur. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kadar katliamlarla, sürgünlerle, zorunlu iskânlarla yok edilmek istenmiştir. Buna rağmen yol; dille, nefesle, cemle, yani halkların çeşitliliğiyle bugüne taşınmıştır. Aleviliği tek dile, tek kimliğe indirgemek; bu direnişin özünü yok saymak anlamına gelir.
Kürt Aleviler tarih boyunca hem inançları hem de kimlikleri nedeniyle çifte baskıya uğradılar. Koçgiri, Maraş ve Dersim bunun en acı tanıklarıdır. “Kürt Alevi yoktur” demek, bu tarihsel gerçekliği yok saymak demektir. Bu inkâr, yalnızca devletin işine yarar; halkların birliğini değil, parçalanmasını derinleştirir.
Alevi inancı, hakikate yürümek demektir. Hakikat, devletin resmi ideolojisinde değil; halkların yaşamında, cemlerinde, dillerinde ve direnişinde saklıdır. Aleviliği tekleştiren her söylem, yolun hakikatinden sapmadır. Gerçek yol, halkların dilini, kimliğini ve inancını özgürce yaşamasını savunmaktır.
Bugün Aleviliğin dili sorulduğunda verilecek en doğru yanıt şudur: Aleviliğin dili, halkların kendi anadilidir. Türkçe de olabilir, Kürtçe de, Zazaca da, Arapça da… “Hal dili” elbette evrenseldir; fakat bu, anadilleri yok saymanın gerekçesi olamaz.
Kızılbaş geleneği, halkların çeşitliliğini kucakladığı ölçüde özüne sadık kalır. Talat Paşa’yı öven ya da Aleviliği tek dile indirgeyen her yaklaşım, iktidarın asimilasyoncu zihniyetine hizmet eder. Bizim yolumuz, bu zihniyete karşı hakikati savunmaktır. Ancak böyle olursa hem Alevilik hem de halklarımız özgürleşir.