Alevi kurum ve kuruluşlarının yıllardır dile getirdiği en önemli talep, Alevi birliğinin yaratılmasıdır. Bu uğurda yıllardır çeşitli oluşumlara gidiliyor, birlik girişimleri yapılıyor, birlik fotoğrafları kamuoyuyla paylaşılıyor. Ama aynı zamanda tabanda, yani halkın vicdanında da güçlü bir birlik iradesi var. “Artık ayrı düşmeyelim, bir olalım” diyen bir ses var. Alevi kurumları da bu sese kulak vererek adımlar atıyorlar.
Ama gelin görün ki, uzun süredir süren bu birlik mücadelesi, son yıllarda kurumların içeriden didiştirildiği, ayrıştığı, hatta kendi doğal gücünden koparıldığı bir sürece dönüşmüş durumda. Birlik için evet, çok güçlü gerekçeler var; ama ayrılık için de ne yazık ki çok fazla bahane yaratılmış. Bu bahaneleri öne çıkaran, ayrışmayı besleyen bir tartışma dili Alevi toplumuna dayatılıyor. Oysa bugün Alevilerin en öncelikli meselesi, Orta Doğu’da varlığını, kimliğini, inancını ayakta tutma mücadelesidir. Buna rağmen içe dönük tartışmaları ısrarla gündeme getiren, toplumun dikkatini dağıtan bir dil dolaşıma sokuluyor. Provokatif çıkışlar, sosyal medya tartışmaları, küçük sözlerin koca kavgalar hâline getirilmesi… Bütün bunlar, Alevi toplumunu içten içe yoran, enerjisini tüketen bir süreci işaret ediyor.
Bu süreç, Alevi kurumları ve toplumu arasında giderek derinleşen bir gerilimi de beraberinde getiriyor. Her ne kadar resmi kurumlar üzerinden bu ayrışmalar çok açık biçimde görülmese de, sosyal medya platformlarında tablo çok net. Orada, “Bir deli kuyuya taş atıyor, toplum da o taş üzerinden birbirini aşağılamaya başlıyor” sözü birebir yaşanıyor. Tartışmaların büyük kısmı, bilinçli biçimde yönlendiriliyor. Özellikle iktidar cephesindeki troll ağlarının, Alevi toplumunu birbirine düşürmek için nasıl devreye girdiği artık saklanmıyor. Bir grup Alevi’nin diğerini hedef almasını sağlayan, dışarıdan üretilmiş sahte gündemler toplumun iç huzurunu zehirliyor. Çünkü bu tartışmaların sonucu hep aynı oluyor: güç kaybı.
Kendi içinde didişen, dışarıda sesi kısılmış bir topluluk… Yarın siyasi kararlar alınırken de bu dağınıklık yüzünden doğru adımlar atılamıyor, temsil gücü zayıflıyor. İşte tam da böyle bir dönemde, geçmişte Alevilere karşı katliamların arkasında durmuş bir siyasi partinin — Milliyetçi Hareket Partisi’nin — “Cemevi külliyesi” adı altında bir açılım yapması, dikkatle okunması gereken bir tablo. Çünkü “külliye” kavramı bile, iktidarın “saray” anlayışını çağrıştırıyor. Bu kavramlar tesadüfen seçilmiyor. İktidarın sembol diliyle, Aleviliği kendi meşruiyet zeminine dahil etme çabası yürütülüyor.
Katillerine oy veren, onlarla birlikte cemevi açan bir Alevi topluluğu yaratılmak isteniyor. Bu kadar açık. Elbette bu durumu iki farklı açıdan okumak mümkün. Birincisi, devletin ve iktidarın Alevilere karşı yıllardır süren politik baskılardan sonuç alamadığı, artık Alevileri tanımak zorunda kaldığı şeklinde yorumlanabilir. Eğer bu bir yüzleşmeyse, geçmişle samimi bir hesaplaşma anlamına geliyorsa, bu elbette olumlu bir gelişme olurdu. Ama MHP’nin ve genel olarak iktidarın geçmiş politikaları dikkate alındığında, bu yaklaşımın samimiyetine inanmak güç. Daha olası olan, bu adımların Alevi toplumunun birikmiş gücünü dağıtmak, onu kendi çizgisine çekmek için atıldığıdır.
Suriye’de yaşanan katliamlarda bile iktidar ortağı olarak yer alan bir yapının, Alevilerle inanç diyaloğu kurması inandırıcı değildir. Bu girişimler, Alevi örgütlenmesini etkisizleştirme çabasının yeni biçimleridir. Alevi kurumlarının cemevleri etrafında yarattığı dayanışma gücü, iktidar açısından rahatsız edici bir birikimdir. Şimdi o güç, “külliye” adıyla başka bir yere kanalize edilmeye çalışılıyor. Bu tablo, MHP siyasetinin doğasına uygun bir stratejidir.
Bugün Alevi hareketine dayatılan ayrılıklar, iktidarın planlı hamleleriyle iç içe yürütülüyor. Aleviler içindeki tartışmalarda bir taraf “biziz” derken, diğer taraf da “asıl biziz” diyor; ama perde arkasında, iktidar destekli troll ağları bu ayrılıkları körüklüyor. Aynı yöntem Kürt hareketinde, aynı yöntem CHP’deki iç hesaplaşmalarda da uygulanıyor. Her seferinde amaç aynı: Birlik duygusunu parçalamak.
Oysa Alevi inancının özünde “72 milleti bir görürüz, ayrımcılığı kabul etmeyiz” anlayışı vardır. Alevilik, her dilden, her inançtan, her kimlikten insanı eşit gören bir inançtır. Ama öyle bir atmosfer yaratılmış durumda ki, bir kelime, bir cümle, bir yorum bile büyük bir toplumsal kavganın fitilini ateşleyebiliyor. Geçtiğimiz günlerde, örneğin Erdal Erzincan’ın ya da Merdan Yanardağ’ın kullandığı ifadeler, belki tamamen iyi niyetliydi; ama sosyal medyada öyle bir dalga yaratıldı ki, bu sözler birer silaha dönüştürüldü. Bir baktık, geçmişte Alevilere hakaret eden çevreler bir anda bu tartışmaların “bir tarafı” olmuş. Sanki Alevileri savunuyorlarmış, sanki Erdal’ı seviyorlarmış gibi davranıyorlar. Ama biz biliyoruz ki, bunların çoğu maaşlı troller. Bir gün Alevi oluyorlar, ertesi gün Kürt, sonra CHP’li, Kılıçdaroğlu’cu, ertesi gün “devrimci” kisvesine bürünüyorlar. Amaçları hep aynı: toplumu kendi içinde kavga ettirmek.
İşin en tehlikeli yanı ise şu: Biz bile zaman zaman bu tartışmalara “müdahale ediyorum” diyerek dahil oluyoruz. Oysa farkında olmadan oyunun bir parçası hâline geliyoruz. Her tepki, o oyunu oynayanları daha da güçlendiriyor. Bugün Alevi kurumlarımızın toplum nezdinde güven kaybetmesinin temel nedenlerinden biri, bu iç tartışmalara fazla alan bırakmalarıdır. Bu tartışmalar, ne yazık ki önümüzdeki dönemde de sürecek gibi görünüyor. Ama yapılması gereken belli: İktidarın kurduğu bu sahte tartışma zeminine düşmemek. Onların bizi çekmek istediği “çöplüğe” girmemek.
Alevi toplumu bugün tarihî bir eşikte. Bu eşikte ya kendi birliğini, kendi iradesini koruyacak ya da dışarıdan dayatılan yapay tartışmaların içinde kaybolacak. Gerçek çözüm, birbirimizi anlamakta, birbirimizi duymakta. Ayrışmaya değil, ortak akla ve dayanışmaya ihtiyacımız var. Çünkü Alevilerin güç kaybetmesi sadece Alevilerin değil, Türkiye’deki tüm demokratik muhalefetin güç kaybetmesi anlamına geliyor. O yüzden bugün en çok, birbirimize sahip çıkmaya ihtiyacımız var.