MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Meclis’te yaptığı konuşmada, Maraş ve Çorum Katliamları’na ilişkin “Dün ne diyorsak bugün de aynı çizgideyiz” sözleri, yalnızca politik bir çıkış değil; Türkiye’nin resmi ideolojisinin inkar, çarpıtma ve hafızasızlaştırma pratiğinin güncel bir örneğidir. Bu ifade, aynı zamanda Alevi halkına karşı işlenmiş tarihsel suçların, bugün hâlâ siyasal meşruiyet zırhı altında korunmaya devam ettiğini de göstermektedir.
Bu söylem, 1970’lerden bugüne uzanan devlet–ülkücü faşist şiddet geleneğinin üzerini örtmekte ve Alevilere yönelik tarihsel suçların hesabını vermek yerine, suçun varlığını tartışmasız biçimde normalleştirmektedir. Bahçeli’nin bu açıklaması, MHP’nin sadece geçmişte değil, bugün de Alevi kimliğine yönelik sistematik dışlama politikalarının ideolojik taşıyıcısı olmayı sürdürdüğünü bir kez daha ortaya koymaktadır.
Cumhuriyet tarihi boyunca devlet, Aleviliği hiçbir zaman kendi özü üzerinde yeşeren bir inanç olarak tanımadı. Tam tersine onu Sünni merkezli ulus inşasının çevresinde konumlandırdı. Bugün Bahçeli’nin Hacıbektaş’ta “milli birlik nişanesi” olarak tanımladığı Horasan Erenleri Cemevi Külliyesi, tam da bu anlayışın devamıdır. Yani Aleviliği devletin çizdiği çerçevenin sınırları içinde “makbul bir kimlik” olarak yeniden tanımlamaktır. Bu makbuliyet politikası, Diyanet’in teolojik tekeliyle, İçişleri Bakanlığı’nın güvenlikçi yaklaşımıyla ve Alevi-Bektaşi Cemevleri Başkanlığı gibi kurumlarla somutlaşmaktadır. Böylece Alevilik, kamusal alanda bir inanç olmaktan çıkarılarak devlete entegre edilmiş bir folklor unsuruna dönüştürülmektedir.
1978 Maraş ve 1980 Çorum Katliamları sadece “toplumsal olaylar” değil, planlı kontrgerilla operasyonlarıdır. Fail profilleri, örgütsel ilişkiler ve siyasi koruma ağları incelendiğinde, MHP ve Ülkü Ocakları çevresinin devletin derin yapılarıyla iç içe geçtiği açıkça görülmektedir. Bu katliamlar, Soğuk Savaş döneminde “anti-komünizm” parantezinde meşrulaştırılmış, Aleviler ise “komünist” ya da “vatan haini” olarak hedefe konulmuştur. Dolayısıyla MHP’nin bu olaylardaki rolü sadece siyasi bir sorumluluk değil, aynı zamanda ideolojik bir suç ortaklığıdır. Faşist şef Devlet Bahçeli’nin “aynı çizgideyiz” sözü, bu anlamda geçmişin inkarı değil, katliamcı sürekliliğin itirafıdır.
Devletin Alevilikle ilişkisi uzun süredir “tanıma” değil, “dönüştürme” üzerine kuruludur. Bu nedenle Bahçeli gibi aktörlerin kullandığı dil, sadece Alevilere değil, Aleviliğin hafızasına da saldırıdır. Katliamların faillerinin değil, kurbanlarının “şüpheli” ilan edilmesi; toplumsal barış söyleminin “tek millet, tek itikat” formülüne indirgenmesi, inkarın politik mekanizmasını üretmektedir. Bu mekanizma toplumda vicdan yerine korkuyu, yüzleşme yerine sessizliği hâkim kılar. Oysa barış, ancak failin kabulü ve mağdurun onuruyla mümkündür.
Bahçeli konuşmasında sık sık “Alevi İslam inancı” vurgusu yapıyor. Bu vurgu sıradan bir söyleme değil, Aleviliği tanımlama iddiasına ilişkindir. Oysa Aleviliği tanımlamak Bahçeli’nin haddine değildir. Katliamcılar, ırkçılar Aleviliği tanımlayamazlar, bizim canımız olamaz; cemlerimize giremez, semahımızı dönemezler.
Faşist şef, bugünkü MHP grup toplantısında yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullandı: “Alevi İslam inancına mensup kardeşlerimiz bizim canımız, can beraberimizdir. Onların her sorunu bizim de sorunumuz, her isteği bizim de isteğimizdir. Aleviliği asıl mecra ve muhtevasından koparıp inanç ve kültür alanından çıkaranlar, bunu siyasi mevzi haline dönüştürmeye çalışanlar büyük bir yanlışın failleridir.
Cami ne kadar bizimse Cemevi de bizimdir. Cem de bizim, semah da bizim, imanın ve İslam’ın mükellefiyetleri de bizimdir. Cemevinin ibadethane olarak tescili hususunda atılgan olmak, engelleri birer birer kaldırmak gerekmektedir.”
Bahçeli’nin bu sözleri, yüzeyde uzlaşmacı görünse de, Aleviliği İslam’ın içinde eriten, onu bir mezhep farklılığına indirgeyen devletçi bir asimilasyon söylemidir. Bu yaklaşım, Diyanet’in çizdiği sınırları “hoşgörü” kılıfıyla meşrulaştırmaktadır. Hacıbektaş’ta yapılan Horasan Erenleri Cemevi ve MHP destekli Horasan Erenler Dernekleri Federasyonu, bu politikanın pratik ayağıdır.Bahçeli’nin bu söylemi, devletin Aleviliği kendi dinsel şablonuna uydurma stratejisinin güncellenmiş halidir. Faşist şef Bahçeli, bu sahte söylemle MHP’nin elindeki Alevi kanını silemez.
Aleviler, dün olduğu gibi bugün de MHP’li faşistleri “can” olarak görmeyeceklerdir!
MHP liderinin bu söylemleri, “aynı çizgideyiz” ifadesiyle birlikte yalnızca bir politik savunma değil, devletin ideolojik sürekliliğinin güncel bir ifadesidir. Bu çizgi değişmedikçe, barış, eşitlik ve laiklik mücadeleleri hep aynı duvara çarpacaktır. Gerçek barış; ancak geçmişin failleriyle yüzleşildiğinde, Alevi kimliği özgürleştiğinde ve “devletin Aleviliği” değil, Alevilerin kendi Aleviliği yaşandığında mümkün olacaktır.
MHP ile AKP’nin yakın dönemde yeniden gündeme getirmeye hazırlandıkları “Alevi açılımı”, geçmişteki asimilasyon politikalarının yeniden ambalajlanmış halidir. Devlet, bu politik yönelimiyle Aleviliği tanımak yerine kontrol etmeye çalışmaktadır. Alevilik, devletin değil halkın inancıdır. Bu bağlamda hiçbir güç, ne Aleviliği ne de Alevileri herhangi bir külliyenin içine sığdırarak orada yoğurup yeniden şekillendiremez.
Aleviler dün olduğu gibi bugün ve yarın da yola verdikleri ikrara sadık kalarak, zalimin karşısında, mazlumun yanında durmaya ve toplumsal rızalık düzeni için mücadele etmeye devam edeceklerdir.
Pir Sultan Abdal’ın yolundan yürüyenlerle Osmanlı şeyhülislamı Ebussuud Efendi’nin yolundan yürüyenler asla barışmayacaktır!
Sözün özü: Faşist MHP’den Alevilere dost olmaz! Gerçek dostluk, halkların ortak mücadelesindedir. Alevi kurumları, emek ve demokrasi güçleri bu gerici-faşist blok karşısında yan yana durdukça, yolun ışığı sönmeyecek, rızalık düzeni yeniden kurulacaktır.