Cuma, Ekim 31, 2025

ALEVİLİK NEDİR…?

Anlatıyorum.

Yoo, endişelenmeyin.

Öyle Göbeklitepe’den başlayıp Marksizm’e gelmeyeceğim…

Anlatıyorum…

Malatya–Adıyaman arası.

Yayla…

1950’lı yıllar.

Alevi olmayan bir çoban ve eşi…

Kurmuşlar çadırı, otlatıyorlar sürüyü.

Yakında Alevi bir ailenin tarlası.

Hayvanlar tarlaya biraz zarar vermiştir.

Hayvandır, Hakkıdır; yeşilin yeşilini yer.

Girmiş tarlaya, yemiş yeşili…

Tarla sahibi, musahibiyle birlikte geliyor tarlaya. Hayvanların verdiği zararı görüyor.

Tarlanın sahibi, elinde dirgen, çobanın çadırına hücum ediyor…

Küfür ediyor.

Çobanı, eşinin yanında rencide ediyor.

Musahibi tutmazsa çobanı dövecek.

Dövse çoban o kadar rencide olmayacak belki. Ama eşinin yanında küfür etmesi çobanın çok ağrına gidiyor…

Musahibi, musahibini tutuyor; sakinleştirip tarlaya geri gönderiyor.

Çobanın gönlünü almaya çalışıyor.

Nafile…

Eşinin yanında rencide olmuş fukara…

Çoban:

“Kardaş, biliyorum siz Alevisiniz. Kışın Dede köyünüze gelirmiş, Cem yaparmış. Şikayeti olan Cem’de şikayet edermiş Dede’ye. Sen gördün, şahit oldun. Bu adam bana eşimin yanında hakaret etti. Beni eşimin yanında rencide etti. Günahım senin boynuna…

Kışın Dede geldiğinde, Cem’de benim bu adamdan şikayetçi olduğumu söyle.

Vekaletim, günahım, sevabım senin boynuna…”

*

Kış gelir.

Köye Dede gelir.

Kurbanlar tığlanır.

Cem başlayacak.

Dede sorar:

“Kırgınlığı, dargınlığı, şikayeti olan varsa dara didara gelsin, dile gelsin. her Can her Can’dan razı olsun ki, Cem başlasın.”

Ses yok…

Dede bir daha tekrar eder:

“Canlar kırgınlığı, dargınlığı olan, rızalığı olmayan beri gelsin, dara dursun, derdini anlatsın.”

Çobanın kendisine yüklediği yükü hatırlayan Can ayağa kalkar.

Meydana gelir, dara durur.

Dede:

“Dilli başlısın. Buyur can, nedir şikayetin?”

“Dedem, ben musahibimden razı değilim.”

Dede:

“Musahibi dara gelsin.”

Musahip,

Dara gelir. Şaşkındır. Aralarında en ufak bir nıza olmamıştır.

Anlam veremez..

Gelir, musahibinin yanına durur dara.

Dede:

“Buyur, anlat şimdi şikayetini.

Musahibinden neden

razı değilsin?”

“Dedem, baharda köyümüzün yaylasında, bu musahibim komşu Sünni köyün çobanına, karısının yanında hakaret etti, küfür etti. Fukarayı, karısının yanında rencide etti.

Çoban da günahını, sevabını benim boynuma yükledi.

Cem’de söylememi istedi.

Ben, çobanın vekili olarak şimdi musahibimden şikâyetçiyim.

Razı değilim musahibimden.”

Dede:

“Eee Can, dinledin musahibini. Dilli başlısın, buyur, diyeceğini söyle.”

“Valla dedem, musahibimin dediği doğrudur. Öyle oldu.

Bir cahillik ettim.

Bağışla dedem beni.”

“Ey Can, senin de kurbanın var mı kazanda?”

“Benim de kurbanım var kazanda, dedem.”

Dede:

“Canlar, gördünüz, Haksızlığı duydunuz.

O Çobanın bu Can’a rızalığı olmazsa ne bu Cem başlar, ne de bu lokma yenir.”

“Yapma dedem, ocağına düştüm. Lokmam yenmezse nic’olur halimiz köyde?”

Dede:

“Canlar, şimdi bu Can’ın yanına iki şahit vereceğiz. Musahibi de birlikte gidecekler o köye. Bulacaklar o Çobanı.

Bu Can,

O Çobandan özür dileyecek.

Çoban bağışlarsa, rızalığı olursa Cem başlar.

Yoksa bu Cem tutulamaz,

bu lokma yenilmez.

Şimdi Canlar gitsin o köye. Gelene kadar biz de muhabbet edelim.”

*

Suçlu Can, musahibi, iki şahit Can çıkarlar yola.

Kar, insan karınına kadar. Gece ayaz…

Giderler komşu köye. Bulurlar Çobanın hanesini.

Gecenin yarısı.

Çalarlar kapıyı.

Çoban telaşla açar kapıyı, elinde gaz lambası.

Yanında karısı

Şaşırır, tanır karşısındaki, kendisine hakaret eden adamı.

Çoban, bir şey demeden suçlu Can

sarılır Çobanın eline, başlar anlatmaya:

“Kardaş, hal böyle böyle. Dede böyle böyle söyledi.

Beni bağışla. Rızalığın olmazsa lokmam yenilmeyecek, kazanda kalacak. Bu, ölümdür köyde bize.”

Çoban şaşkın:

“Yani ben şimdi bu adamı bağışlamazsam, Dede Cem yapmayacak, bu ailenin lokması yenilmeyecek, öyle mi?”

Canlar koro halinde:

“Öyle kardaş…”

“Öyleyse bağışladım bu adamı. Ama bir şartım var: Ben de sizinle gelip Dedenin elini öpüp döneceğim.”

“Hay hay kardaş…”

Dört gittiler, beş döndüler.

Kar, ayaz, gece…

Vardılar Cem tutulan haneye.

Çoban vardı Dedenin eline.

Verdi rızalığını.

Dede dokundu bağlamanın teline.

Bağlama demlendi.

Verdi Gülbang’ı.

Cem başladı.

Lokmalar yendi.

Şafak da söktü…

ALEVİLİK BUDUR…

“Hak”tır.

“Rızalık”tır

Gerisi teferruattır…

***

(Bu bir hikâye değildir. Gerçektir.

Cemal Canpolat Dede anlattı defalarca.

Fazlası yoktur, eksiği vardır.

Post Dedesi,

Cemal Canpolat’ın babasıdır.

Yazmama, yaymama rızalık veren Cemal Dedeye Eyvallah… )

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Yazarın Diğer Yazıları

ERDAL ERZİNCAN…

BERİVAN-Kürtkızı

Bizden… mi…?

Kilise Taşı

Tapu

Türkmen

Söz Verdim O Ağaca